• bundan aylar önce sadık yalsızuçanlar'ın kendi programında;
    bugünlerdeyse sevgili ibrahim tenekeci'nin köşesinde bahsettiği m. esad coşan'ın kadim eseri...

    ibrahim tenekeci:

    m. es'ad coşan hocaefendi, hayatını, ülkesinin, milletinin, mensubu bulunduğu ümmetin meselelerine adamış mübarek bir zattır. hem talebe yetiştirmiş, hem eser vermiştir. imkânlarını, daima, insanımızın / toprağımızın hayrına kullanmıştır. üzerimizdeki hakkı ve emeği büyüktür. bir neslin yetişmesine katkı sağlayan islâm, ilim ve sanat, kadın ve aile dergileri onun izniyle, isteğiyle çıkmıştır. hizmet listesi bir hayli uzundur: dernekler, vakıflar, yayınevi, gazete, radyo. islami camiada, aile ve çevre konularına en derin özeni o göstermiştir. bugün, ihmal edildiği için, yaşamakta olduğumuz iki büyük felaket. dönüp bakıyorum: bir hocaefendinin 'çevre derneği' kurdurması, sevinci ve şaşkınlığı beraberinde getiren bir incelikti.

    şimdi, talebeleri, onun eserlerini özenli bir şekilde yayına hazırlıyorlar. (server iletişim) elimizdeki son kitap, 1972 yılında yazdığı / hazırladığı doçentlik takdim tezi: makâlât-ı hacı bektâş-ı velî. (editör: necdet yılmaz)

    hacı bektâş; yunus emre, mevlana, sarı saltuk, akçakoca, ahi evran gibi 'kurucu' isimlerle aynı çağda yaşamıştır. özetle; anadolu'nun islâmlaşması. diyebiliriz ki, bir türk-islâm edebiyatı profesörü için, en kıymetli dönem.

    es'ad coşan hocaefendi; 'biz bu konuyu ele alırken işimize yarayacak malzeme ve vesikaların basılmış, bilinen ve tekrar tekrar kullanılan kaynaklarda değil, kütüphanelerimizdeki gözlerden gizli kalmış el yazması eserler arasında bulunabileceğini tahmin etmekte idik' diyor. nitekim, dört yıl boyunca, birçok şehirde ve kütüphanede araştırma yapar. yeni bilgilere / belgelere ulaşır. bu çalışma, 'işini iyi yapmanın' en kıymetli örneklerinden biridir.

    hocaefendi, makâlât'ı şöyle tanımlıyor: 'kültür tarihi yönünden değeri büyük, dînî, edebî bir eser.' amaç ise, bu eseri, aslına en uygun bir şekilde ortaya çıkarmaktır.

    her eseri, yazıldığı dönemle, içinden çıktığı şartlarla birlikte değerlendirmek gerekir. makâlât, korku ve umudun aynı anda yaşandığı, yunus emre'nin alıç verip buğday almaya çalıştığı, 'dünyada yaratılmış her nesneye güven vermenin' hakikatin makamlarından sayıldığı bir devirde yazılmıştır. hacı bektâş, 'marifet, elinde beş kaftanla gelip bize yar oldu' der. ilham, o kaftanların birincisidir. (makâlât, sayfa 150) kitaptan, bir de hadis-i şerif alalım: 'bu dünya derin bir deniz gibidir. insanların çoğu bu denizde boğulurlar.'

    yazımızın ikinci bölümünü, makâlât'ı okurken altını çizdiğimiz cümleler oluşturuyor. kitapla ve dönemle ilgili ayrıntılara girmek yerine, bu satırları paylaşmayı daha uygun gördük. her bir iktibas, bugün yaşadığımız sorunlara, sıkıntılara, kavgalara, bazı çirkinliklere cevap verir nitelikte.

    ***

    benim üç dostum var. ne zaman ki ben ölürüm, dostlarımdan birisi evde kalır, birisi yolda kalır, diğeri de benimle gelir. evde kalan malımdır, yolda kalan ev halkımdır, benimle gelen de yaptığım iyilikler ve amellerimdir. (sayfa 135)

    yüreğin sağ tarafında yedi kale vardır. hak teâla her kalede bir muhafız vekil bırakmıştır. o muhafızların adı bir bir belirtilmiştir: ilim, cömertlik, utanmak ve hayâ, sabır, nefsin ve bedenin arzularına gem vurmak, korku, edep. (sayfa 150)

    bir kimse şeker tatmamış olsa, adını bilmekle, tadını ne bilir? gözleri görmeyen insana 'gör' demek ne fayda sağlar? (sayfa 152)

    gayemiz canı anlatmaktır. gönülleri karışık ve kibirli olanların canları iddiacıdır. (sayfa 153)

    marifet, allahu teâla'nın en yakın askeridir ki onu layık gördüğü kişilerin gönlüne yollar. (sayfa 156)

    kibrin kaynağı şeytan, tevazu ve alçakgönüllülüğün kaynağı ise rahmân'dır. insana ne zaman kibir gelirse, onu alçakgönüllülükle gidermek gerekir. (sayfa 159)

    akıllı kişinin üç askeri vardır. bunlar beraber hareket ederek gösteriş ve tamahkârlığı gönül şehrinden kovup çıkarırlar: sabır, utanmak, kanaat. (sayfa 162)

    (...) üçüncü şahıs; 'benim adım haset, yerim göğüstedir' dedi. adem aleyhisselâm; 'göğüs ilim yeridir, senin göğüste yerin yoktur' dedi. bunun üzerine o şahıs; 'ben gelince ilim gider' cevabını verdi. (sayfa 183)

    marifetteki on makama gelince: onlardan birisi edeptir. ulaşan ancak saygı ve edeple ulaştı; mahrum kalan da ancak saygı ve edebi terk ettiği için mahrum kaldı. (sayfa 203)

    hakikatteki makamlara gelince: birincisi, kulun, diğer yaratıklar arasında toprak gibi mütevazı olması, bir kişinin incitmesinden incinmemesi; aksine, kendine rastlayan her şeyi allah'tan bilmesi ve başına gelen musibetlerin tümüne rıza göstermesidir. ikincisi, 'bu kişinin işlediği iyidir, bunun işlediği kötüdür' dememek ve kişileri söz konusu etmeden, yalnızca iyiliğin ve kötülüğün kendisini görmektir. (sayfa 204)

    ***

    http://yenisafak.com.tr/…nin-uc-askeri-vardir/51501
  • bu topraklarda yaşayan gönül insanın eseri,eser günümüzün dünyasında okuyanlar elbet sıkıcı ve abes bulacakları yer olur,ama damıtmayı bilene tadından yenmez
    --- spoiler ---

    o halde şimdi bir kimsenin gönül gözü olmasa gönülden ne haberi olur?bir kimse şeker yememiş olsa adını işitmekle tadından ne haberi olur
    --- spoiler ---
  • aslının tahrip edilip sünni nakşi tarikatı tarafından yeniden yazıldığına ve alevi asimilasyonu için kullanıldığına dair şöyle iddialar mevcut:

    "makalat üzerinden hacı bektaş-i veli’yi adeta bir sünni din alimi olarak gösterip, 5 vakit günlük namaz kıldıran, ramazan orucu tutturan, hacca götüren zihniyetin asıl amacı alevi-bektaşiliğin temeline dinamit koyup kendine benzeştirerek yok etmektir."

    http://www.alevihaber.com/…-asimilasyonu-44106h.htm
  • inanların geçek, inanmayanların mecazi anlam yükleyerek hayat felsefesi yapmaları gereken şöyle bir bölüm barındır:

    hz. adem cennette iken bir gün sağ yanına baktı;
    üç güzel şahıs gördü ve sordu:
    “sizin adınız nedir, makamınız nerededir?”
    birinci şahıs cevap verdi:
    “adım, akıldır. yerim, başta ve beyindedir.”
    ikincisi kendini şöyle tanıttı:
    “ adım, utanma ve hayâdır.
    yerim yüzdedir.”
    üçüncüsü de şöyle cevap verdi:
    “ benim adım da ilimdir.
    makamım da göğüs içindedir.
    bunun üzerine âdem (as) dedi ki :
    “gelin öyleyse, yerli yerinize girin.”
    o anda üçü de yerlerine girdiler.
    âdem (as) rahatladı.
    sonra soluna baktı. orada da üç kişi gördü;
    ürperdi ve sordu :
    “ sizin adınız nedir, makamınız neresidir?
    siz ne uğursuz topluluksunuz..”
    onlardan birisi:
    “adım öfkedir. yerim baştadır; beyindedir.”
    âdem (as) karşılık verdi:
    “ baş, aklın yeridir. senin başta yerin yoktur.”
    “ ben gelince akıl gider,” dedi öfke.
    ikinci şahıs da:
    “ benim adım tama’ (açgözlülük) dır.
    yerim ise yüzdür.
    hz. âdem (as) cevap verdi:
    “ yüz tamamen utanma ve hayânın yeridir;
    senin yüzde yerin yoktur.”
    o şahıs cevap verdi:
    “ ben gelince de, utanma ve haya gider.”
    üçüncü şahıs kendini tanıttı:
    “adım haset (kıskançlık)tir;
    yerim göğüs, yani gönüldedir.”
    “göğüs ilim yeridir; senin orada yerin yoktur,”
    dedi âdem (as).
    o kişi de:
    “ben gelince ilim gider” diye cevap verdi.
hesabın var mı? giriş yap