• galatasaraylılığın temel taşıdır. özünde anlamı galatasaray'ı herşeyin üstünde tutmak demektir. neden bu kavram metin oktay'ın adı ile anılır, zira kendisi futbol hayatı boyunca eşi ve ailesi de dahil olmak üzere hayatındaki hiçbir değeri galatasaray'ın üstüne çıkartmamış, galatasaray'a değişmemiştir de ondan.

    kafkas tebeşir dairesindeki mahkeme sahnesini hatırlamak gerekir metin oktay ruhunu anlayabilmek için. oyunda bir çocuk ve annelik iddiasındaki iki kadın vardır. biri çocuğun yıllardır ortada olmayan biolojik annesi, diğeri ise çocuğu büyüten annelik yapan kadındır. yargıç yere tebeşirle bir daire çizer ve çocuğu içine yerleştirir. kadınlara çocuğun birer kolundan tutmalarını söyler. kollar tutulunca şimdi kim daha kuvvetli asılır da çocuğu daire dışına çekerse çocuk onun olacak der. önce her ikisi de asılırlar çocuğun kollarına iki yandan, ama sonra çocuğu onca yıl besleyip büyüten ona gerçek bir evlat sevgisiyle bağlı olan kadın bırakır tuttuğu kolu. kıyamamıştır, canının yanmasını istememiştir. biolojik anne çocuğu çeker alır sevinir, ama hakim kararını diğer kadından yana açıklar. (bkz: der kaukasische kreidekreis)

    bugün galatasaray taraftarınca "efsanevi kadro" diye anılan 2000 yılının uefa kupasını kazandırmış kadrosuna baktığımızda bu ruha sahip olma potansiyeli olan belki bir veya iki isim dışında hemen hiçkimseyi görememek enteresandır. birkaç istisna dışında o kadroda yer alan diğer isimlerin neredeyse hepsi takip eden yıllarda galatasaray'ı kendi hayatlarındaki şu veya bu değerle takas etmekten, o kadroda yer almış olmak ünvanını başta para olmak üzere her türlü başka değere tahvil etmekten hiç çekinmemişlerdir. claudio taffarel, gheorghe popescu ve carlos alberto oliveira capone gibi 3 yabancıyı bir kenara ayırırsak fatih akyel, mehmet yozgatlı, hakan ünsal, ahmet yıldırım, okan buruk ve emre belözoğlu gibiler zaten hemen ertesi günden başlayarak kendilerine içeride veya dışarıda daha yüksek akçeli kapı arayışına girerek takımı terketmiş, bazıları gittikleri yerlerde tutunamayınca tekrar galatasaray'a geri dönüp top oynarmış gibi yapıp "ekmek paralarını" doğrultmaya devam etmişlerdir. galatasaray'dan ayrılmayan ergün pembe, hakan şükür ve bülent korkmaz gibiler ise futbol performansları galatasaray seviyesinde bir takımın çok altına indikten sonra dahi takımda kalmak ve maça çıkmak konusundaki ısrarlarından bir türlü vazgeçememişler ve son maçlarında o tribünleri kendilerine sövdürene kadar ısrarla forma istemişler, bu uğurda her çareyi denemişler, takımdan ayrıldıklarında da sanki futbol hayatlarının baharında takımdan koparılmışlar gibi pozlara girip sağda solda galatasaray kulübü ve yönetimi aleyhinde atıp tutmaktan çekinmemişlerdir. şimdilerde bu son gruba o kadrodan geriye kalan tek aktif futbolcu olan hasan şaş eklenmektedir. henüz takımdan ayrılmamıştır ama o da diğerleri gibi tribünleri kendine sövdürmeyi başarmıştır en sonunda. yarın sözleşmesi yenilenmeyince sağda solda kulüp aleyhinde çemkirmeye başlaması işten bile değildir.

    onlarda bu derece oynama arzusu yaratan faktör nedir bilinmez ama metin oktay ruhuna sahip bir adam fizik olarak yetersiz olmasına rağmen maça çıkarılırsa galatasaray'a yeterince faydalı olamayacağının bilincinde olurdu, teknik adamlardan böyle bir istek gelse bile reddederdi veya diğer bir ifade ile kafkas tebeşir dairesindeki biolojik anne gibi çocuğun koluna hırsla asılmazdı sanıyorum.

    o efsanevi kadroda en azından metin oktayın kemiklerini sızlatmamış iki yerli oyuncudan biri sanırım suat kaya, diğeri de ümit davala'dır. suat'ın ne maç kadrosunda adını görmedi diye gazetecilere teknik direktörü şikayet ettiğini, ne isteneni veremiyor diye oyundan alınınca kaptanlık pazubandını yere attığını, ne kadroya girebilmek için takım içinde kumpas çevirdiğini duymadık hiç. galatasaray'a artık futbolcu olarak bir faydası olamayacağını anlayınca bıraktı ve gitti alt yapıda hizmet verdi uzun süre. ümit ise skibbe'nin yardımcılığında başarısız ve biraz lakayıt bir görüntü vermişse de en azından galatasaray'a zarar verecek bir tutum içinde görülmedi pek.

    metin oktay ruhuna yakışan bir adam daha vardı galiba o kadroda. aslında uefa kupasına giden yolun mimarı da o idi. onun sırtından çok adam yetişti bu memlekette, gerek futbolcu gerekse de imparatore olarak. sonradan bir ara teknik direktör olarak geldi galatasaray'a. takım içi çekişmelerle, başkandan daha güçlü futbolcularla, futbolun ayak oyunları ile baş edemeyeceğini anlayınca yapamadı ama yapamamakta ısrar da etmedi, delikanlı gibi çekildi, ısrarın galatasaray'a zarar vereceğini görmüştü çünkü. o zamandan beri her kovulan teknik direktörden sonra çağrıldığında hala aynı düzenin sürdüğünü ve bu şartlarda galatasaray'a faydalı olamayacağını görerek kabul etmemekte devam ediyor.

    (bkz: gheorghe hagi)
hesabın var mı? giriş yap