• algernon blackwood'un en bilinen ve beğenilen eserlerinden biri olan hikaye, türkçesiyle "söğütler".

    karanlıkta 33 yazar isimli antolojide de bulunan bu hikaye, blackwood'un tuna nehri'ne yaptığı gezilerde edindiği izlenimlerin etkisini taşır. ben de zamanında bu antolojiyi okuduğumda en fazla bu hikayeden etkilenmiş ve bunu söz konusu kitabın başlığındaki entrymde belirtmiştim. orijinalinden okumak isteyenler veya kitaba sahip olmayanlar http://www.gutenberg.org/etext/11438 adresinden yararlanabilir, project gutenberg altında olduğundan anlaşılabileceği gibi telif sıkıntısı yoktur.

    bir de ufak not, h.p. lovecraft bu hikayeyi zamanında ingiliz doğaüstü edebiyatının en başarılı eseri olarak nitelendirmiştir, ya da wikipedia yalan söylüyor.
  • h.p. lovecraft'ı etkilemiş en önemli yazar olan algernon blackwood'un türkçe çevirisi söğütler olan güzel kitabı . kitabı okurken fark ediyorsunuz ki lovecraft'ın bilinmeyen veya kozmik,başka boyuttan gelen varlıkları anlattığı mitolojisi ile benzerlik gösteriyor, ve yankı enki bu hikayeyi bir eko-gotik (ekolojik gotik) olarak sınıflandırıyor.
  • algernon blackwood'un 1907 yılında yazdığı ve okültizm, doğaüstücülük, mistisizm merakıyla harmanladığı kamp ateşi başında okunabilecek hikâye*. bu kadar mı? değil. animizmden başlayıp farklı bir uzay-zaman algısı yaratıyor ve neredeyse hikâyesini panteist bir felsefi düşünceye vardıyor. bu yüzden de kendisi bir ton olsaydı ben kesin ilgili minörü olurdum.
    basitçe insanlığın karşısında belki de kızgın bir doğa kurgusu. hikâyenin asıl odak noktasıysa insanın önemsizliğine yapılan ince vuruşlar. insanlığın kendini diğer varlıklardan ayırırken he zaman öne sürdüğü mantığa, akla sonsuz güvenine rağmen şüpheyle karşılaştığında -'şeylerin' arkasındaki başka bir 'şey' duygusu- yaşadığı bulanıklık. akla güvenin nasıl da kırılgan olabildiğini ve modern insanın korkularıyla yüzleştiğinde kendisine uyguladığı psikolojik tehditin sınırlarını da görüyoruz.

    --- spoiler ---

    hikâye boyunca anlatıcımız ve isveçli arkadaşının tuna nehri boyunca -ki tahmin edileceği gibi oldukça tekinsiz bir yerdir burası- ilerleyişini ve kamp yapmalarını izleyen olaylar silsilesini okuyoruz. bu yüzyıldan okuyunca ne kadar klasik gelse de olayın geçtiği yer; bataklık, söğüt ağaçları ile dolu bir alan ve buraya ıssızlık ve yalnızlık hâkim. yerel halkı oldukça endişelendiren bu bölge hikâyedeki gezginler için başta pek de korkutucu görünmez. ilerleyen saatlerdeyse oldukça ilkel bu yer, uçsuz bucaksız bir hayal gücünün mantığı gölgelediği bir psikolojik savaş alanına dönüşmeye başlar. evrenin büyüklüğü ve insanın küçüklüğü hissiyatını yaratmak üzere doğaya bir çeşit yücelik atfedilir. tüm hikâye açık bir alanda geçiyor olmasına rağmen bu kadar kapalı ve karanlık hissettirmesi ve neredeyse klostrofobik bir etki yaratmasının sebebi de muhtemelen bu.

    hikâye tüm kısalığına rağmen -ve aslında tam da bu yüzden- beklenilmediği kadar katmanlı. bilinmeyen karşısında yarattığı merak, leziz bir zevk yaşatıyor. bunun bir nedeni de hikâyede gürültü, kan, dehşet ya da bitkilerle karşılıklı yaşanan bir kavga olmaması. rüya ile gerçek arasındaki çizgiyi olabildiğince inceltebildiği için o zevki alıyoruz. hikâyenin ilerleyen kısımlarındaki farklı bir boyut tasavvuru da olayları epey tatlandırıyor.

    --- spoiler ---

    söğütler bu türün* * ilk kitaplarından ve açıkçası ormanlar, dağlar, ıssız yollar, durgun sular, ağaç hışırtıları sevdiğim için de olsa gerek yıllardır bu türün en sevdiğim kitaplarından olma özelliğini elinde tutuyor/du (ancak çok yakın bir zamanda sınırdaki evi * de okudum. aradaki benzerliklerine rağmen sınırdaki ev'deki tasvirler olağanüstüydü. gözlerimi her kapatışımda tüm zaman akışı yeniden ve yeniden canlanıyor gözümün önünde. söğütler ile çok farklı lezzetlerde olduklarını teslim ediyorum.)
    hakkında bu kadar az yazılmış olması beni üzer, üzdü.
hesabın var mı? giriş yap