• annenin gönül rahatlığıyla bebeği/çocuğu ona bırakıp gidebilir olmasıdır.

    ben 8.5 aylık bebeğimizi bırakıp bir iş için 1 haftalığına şehir dışına gitmiştim.
    bir arkadaşım kızı 9 yaşındayken kanser sonucu bu dünyaya gözlerini yumup öte aleme gitti.

    1 haftalığına ya da bir ömürlüğüne çocuğu babasına emanet edip giderken, gönlünün teli bile titremeyecek kadar güveniyorsa adama;
    yani annenin içi rahatsa o kadar,
    o adam baba gibi babadır bence

    anneye yavrusu hakkında "bensiz ne yapar" duygusunu hissettirmeyecek kadar babalığının altını doldurabilmiş tüm adamlara selam olsun.
  • kimseye muhtaç etmemesidir hocam. diğer her şey bundan sonra gelir. ben ki annesine daha bağlı erkek evlatlardanımdır ama baba bambaşka.

    küçücük bir çocuk, babasını sırtındaki çuvallarla amelelik yaparken görünce nasıl bir üzüntü yaşarmış ben bunu çocukken tattım. lâkin büyüdükçe gördüm ki o anlarda hissetmem gereken tek duygu gurur olmalı imiş.
    adamsın sen baba!
    bokun içinden birlikte çıktık ya gerisi hikâye!
    sen nasıl bir adamsın be reis. umarım ileride senin gibi bir baba olurum.

    söz, ben de hamsiyi kıtlıktan çıkmış gibi yiyip çay içmeden uyuyamayan bir adam olacağım.

    rabb'im sana ve anneme uzun ömürler versin.
  • herhangi bir olasılığa bakarız demesidir.
  • ''çıkın lan kırarım kapınızı şimdi!'' diyerek bıçak bilemesi değildir. anneni, 3 yaşındaki kardeşini, 12 yaşındaki kendini kilerin olduğu odana kilitlemene sebep olması değildir. ''aslında kraker var, sular da var, meyve suyu da var acıkmayız burdan çıkmazsak ama ya tuvaleti napacağız?'' diye düşünmene sebep olması hiç değildir. ''telefonumuz da yok, acaba anneannem fark eder mi yokluğumuzu, biraz hıçkırıklarımı duysa üst komşu? belki polisi ararlar, polis yine gelir?'' diye düşündürmesi ise hiç hiç değildir. 24 saatten fazla bebek bugs bunny ve bebek daffy duck halına yatmana neden olması, kapıdaki buzlu cama gözünü dikmesine sebep olması da değildir. gözünde yaş kalmamasına, kardeşinin huzursuz uykuya dalmasına, annenin gözlerinin kıpkırmızı olmasına sebep olması da değildir.

    bıçak bileyicisinin sesi ne kadar irite edicidir değil mi sözlük? 12 yaşındayken de, 21 yaşındayken de. hep aynı şekilde nefret ettim ben bu sesten. hiçbir zaman o kocaman bıçakları kullanamadım, nefret ettim o bıçaklardan. bıçağı da kimsenin elinden alamam şimdi de. sevdiğin adam ''senin de böyle huyların mı var hatun'' derse, sarılırım sadece kocaman, adamın kokusunu çekerim.

    1 yıl hiç görmediğin halde, bir gün saçma sapan bir öğle arasında seni alıp, arabaya değen uzun akasya dallarına bakarken sen ''bak yakında mahkeme var, ben kardeşinsiz yapamam. sen kızsın zaten, 18 yaşından sonra naparsan yap ama 18'e kadar bakmakla yükümlüyüm ben sana, o zamana kadar parasız kalmazsın. şunu da unutma, ben bu çocuğu size vermem bilesin'' demesi hiç değildir.

    anneanne evinde sığıntılık yaşadığını hissettiğin anda karşına çıkıp ''seni çok özledim kızım, inan bin pişmanım. sana nasıl da bakardım küçükken hatırlasana, özledin değil mi o zamanlarımızı, anneni de ikna edelim, annen sana dayanamaz, dönelim eski günlerimize, yardım et bana'' demesi, birleşince eski hallerine 3 ay içinde dönmesi de değildir.

    oks denen bok hakkında tek laf etmemesi, senin deli gibi çalışman, hocalarının -ki seninle ağlayan matematik hocanın- senden %100 fen lisesi beklediğini duyurmasından sonra, seninle ilgilenmesi ''bana çekti tabii'' deyip, tek bir dershane ücretini ödememesine rağmen başarını üstlenmesi hiç değildir.

    annenin psikolojisinin içine sıçmasına, seninkinde de kocaman yaralar açmasına rağmen senin üstünde en fazla hakkı olduğunu iddia etmesi de değildir.

    ygs-lys sonuçları açıklanmadan iki gece öncesi gece saat 3'te ''şu çocuğun sünnet düğünü bitsin, senden ayrılacam, bak gör, bitti artık her şey'' deyip, annene hakaretleri saydırıp evden yarım saatliğine ayrılıp ''ne bok yiyeceğim ben, nasıl puan aldım acaba, hayatımı kurtarabilecek miyim'' diye kendini sorgulamana sebep olmana neden olması da değildir.

    hayal ettiğin üniversitedeki bölümü değil de, aynı bölümü o boktan şehirde okumana sebep olacak ''ben senin, kardeşinin kokusu olmadan n'aparım'' cümlesini ağlayarak söylemesi de değildir. 1 sene anca katlanıp ösys puanı avantajıyla geçiş yaptığın üniversiteye kayıt yaptırmaya giderken, ''gidemezsin, para da göndermem, bilmiyor musun durumu? ev de değiştim, anılardan kurtulduk, hayal ettiğin kocaman kütüphanen var artık, dolabın, odanda duşun, kendine ait mutfağın oldu, burayı bırakıp da gidemezsin, okula da arabayla geçersin artık, yeter ki gitme. hem zaten gidemezsin de, sen yurtlarda yapamazsın, eve de çıkmana izin vermem. hem o okul zor, sınıflarını geçemezsin. gidersen hep istediğin akademisyenlik için götünü de yırtarsın. ya her şeyi geçtim, iznim yok!'' diye bağırması; çokça kutsal olduğuna inandığın mesleğini küçümsemesi, ''en kötü dükkan açarız sana'' diyebilmesi değildir. eczane'ne dükkan gözüyle bakması değildir.

    kendi işinden yürüyerek 5 dakikada geleceği önlük giyme törenine ''amaaan nolacak sanki'' kafasıyla gelmemesi; 1000 km öteden insanların ana/babasını izlemek zorunda kalman, üstüne üstlük o puanla tabii ki birincilikle girdiğin için, ilk önce sana önlük giydirmelerinde kocaman bir gülüşü takınman, onun da dergiye basılması, sonradan ''kızıma bak be'' diyerek koltuklarını kabartması, hiç değildir.

    yanlarından nihayet kaçtıktan sonra, çok da ilgili, sevgili bir babaymış gibi davranması, attığı sms'lerde aşkım demesi, samimiyetsizliğin buram buram kokusunu alman, en son bayramda memlekete gidince ''x ilaç firmasının başına geçer benim güzelim'' demesi, ''saçımı boyatmam lazım ya'' deyince de, ''ben boyarım kızım, sen boyanı al gel, baba- kız zamanımız artar'' demesi, saçınla alnını boyaması ''yola çıkmayayım diye mi yaptın baba'' deyip kremle boyayı çıkarma çalışmana ''aslında çok iyi fikirmiş, ben bundan sonra böyle yapayım. seni özlüyorum'' diyerek alnını öpmesi, gözlerinin dolarak, eski zamanları düşünerek, duşta ağlamana sebep olması ise, bilmiyorum, değildir.

    bir hafta önce telefonda saçma sapan bir şekilde annenin içini ağlayarak, sana bağırarak dökmesi üzerine, babanın arayıp ''bak benim çarpıntılarım tekrar başladı, ben iyi değilim. bir de sen yorma bizi'' demesi de değildir. (sonra mantıklı mantıklı konuşarak halletti gerçi, yine de.)
    hep güçlü davranmak zorunda kalman yüzünden ağlayamamana, ağladığında da belli etmemeye çalışma çaban yüzünden adamın aradığında ''yok yok iyiyim'' demen onun iyi olmadığını bilip de gelmesi, kendi başına ''ağladım da ne işe yaradı? aynı bok işte'' demene rağmen, yalnızca adamın kokusunu duyunca sakinleşmen ''ağladığım iyi oldu, yaradı ama'' cümlesini onun yanında söylemene sebep olması, bilmiyorum, değildir.

    babayı baba yapan şeyse, sen küçükken, annen nöbetteyken sana bakması, seni yeryüzünde en değerlisi görmesi olur. anne kokusundan uzakken, sadece anne kokusu seni rahatlatırken, annenin delikli pembe kazağını giyip, seni kucağına alıp sütünü içirmesi olur, o halde komşuya kapıyı açması, rezil oluşuna sana bakarak gülümsemesi olur. ''kızıma değer be'' diyebilmesi olur. 6 yaşında, sen ameliyata iki kez girdiğinde onun yerde dizlerini başına koyup ağlamasını görmendir; ruh sağlığın olmasa da beden sağlığına değer vermesi olur. şimdilerde de beden sağlığını önemser zaten; ''iyi bir koca değildim belki ama iyi bir babaydım, babayım'' mantalitesiyle. ne olursa olsun ''baba'' olur, ilk aşkın olur.

    ....
  • çok utanılacak şeyler yaptığın ortaya çıktığı anda öz annen bile sana iğrenerek bakarken, kalabalığı hiçe sayıp sana sarılarak 'ne yaparsan yap sen benim kızımsın' demesidir.
  • gönderdiği x veya y kromozumudur.
  • alttaki anıdır.

    sene 90'ların sonu, tam olarak bilmiyorum. bilgisayarın klavyesi bozulmuş. çalışmıyor nalet şey. hastayım. dışarı çıkamıyorum. 5 metre yürüsem nefesim kesiliyor, yığılıyorum olduğum yere. geçecek ama zaman lazım...

    babam emekli memur. kıt kanaat bir yaşam sürmüş. bizi de elinden geldiği kadar iyi yaşatmaya çalışmış. babamın bir bisikleti var. bianchi. o zamanların en havalı bisikleti. babamın tek ulaşım aracı. arabası da var ama bir şeyi bozuk. üç dört aydır yatıyor evin önünde hasta atlar gibi. bisikletin önünde sepeti var. sabahları markete gidiyor. öğleden sonra denize, akşama balığa. yaşadığımız yer ege'de küçücük bir kasaba. bisiklet babamın herşeyi...

    baba klavye bozuldu dedim." alırız oğlum ama şimdi ay sonu...üç beş gün sonra olmaz mı ?" dedi. en pis ergen triplerini savurdum. vurdum kapıyı çıktım indim bahçeye. o zamanlar ıcq var. bir de üniversiteyi benden bir sene önce kazanmış bir kız arkadaş. yazın istanbul'da kalmış, gelmemiş memlekete. çalışacak, kış için biraz para biriktirecek. babası taksici... geceleri, veya vakit bulduğunda bana çift cevapsız yapıyor, anlayıp bilgisayarın başına geçiyorum. konuşuyoruz 146 dan bağlanıp. gelen kol gibi faturaya bile çok ses etmiyor babam. ara sıra ben duymayayım diye kısık sesle "yine sabaha kadar oturmuş pezevenk" diyor.

    bahçede sıkılıyorum yukarı çıkıyorum. babam yok. annem "nasıl oldun oğlum?" diyor. "iyiyim bugün kusmadım " diyorum. oh iyi iyi diyor. "babam nerede?" diyorum. " bilmem ki çıktı " diyor. balkondan aşağıya bakıyorum, bianchi yok. babam çıkmış gitmiş bana uyuz olup. yorulduğumu hissedip biraz kestirmek istiyorum. uzanıyorum salondaki en serin koltuğa.

    uyandığımda gece olmuş. babam balkonda. önünde bir tabak. içinde biraz peynir, biraz kızartma. yoğurt ile kızartmanın sosu birbirine karışmış. tabağın yanında bir duble rakı. yarısı içilmiş. kültabağında iki üç izmarit... beni görüyor babam. " oğlum aldım klavyeyi, bilgisayarın önüne koydum, takarsın " diyor. "sağol baba " diyorum. annem ilaçlarımı getiriyor, içiyorum. klavyeyi takmaya üşeniyorum. yatıp sabaha kadar uyumak istiyorum. yatıyorum...

    sabah mis gibi çay kokusu ile uyanıyorum. daha erken. kahvaltı hazır. annem, babam evde. balkona çıkıp günaydın diyorum. bir iki lokma bir şey yiyip odama geçiyorum. klavye yepyeni, gıcır. mafia 1'i açıyorum, oyun oynamak iyi geliyor. sonra sokak kapısının sesini duyuyorum. babam çıkmış. fırsattan istifade bir sigara içeyim babam yokken diyorum. balkona çıkıyorum. babamı görüyorum. bizim evin sokağından usulca kayboluyor yayan olarak. bisikleti almamış diyorum, her zaman koyduğu yere çeviriyorum bakışlarımı. orada da yok bisiklet. "anne babam niye bisikletle gitmiyor ki ?" diyorum. annem kafasını çeviriyor.
    "kıçı düzleşmiş bisiklete binmekten " diyor. öyle demiş anneme. satmış birine. artık bisiklete binmeyecekmiş. "hı iyi " diyorum. odama gidiyorum, gözüm klavyeye takılıyor. klavyeye takılan gözlerim doluyor. öylece oturuyorum yatağa. sonra hüngür hüngür ağlıyorum.

    15 yıl sonra falan babama büyükçe bir kron alıyorum. önüne de bir sepet taktırıyorum. 5 saatlik yoldan sonra götürüp veriyorum. gülümsüyor,şöyle bir sağına soluna bakıyor. trek versen yine bakar orasına burasına. "selesi inceymiş ama güzel " diyor. sevmiyor ince seleyi. "yayvan sele takarım ben buna" diyor. bir iki laflıyoruz.

    akşam yemeğinde, bir ara kalkıyorum masadan. babam anneme fısıldıyor; "unutmamış pezevenk"
  • rahmetli babamı düşününce, babalığı hakkında onlarca şey geliyor aklıma.

    babanın yaptığı anda gereksiz bulunan, sadece kişi büyüdüğünde değerini anlayabildiği olaylar da yaşayabiliyor insan hayatında.

    üniversiteyi ailemin yanında okudum. dezavantaj avantaj kısmına değinmeyeceğim, o başka bir entry konusu. neyse, gelelim benim komik durumuma; üniversiteyi kazandığım için, geceleri dışarı çıkmama izin verilmişti. çarşambaları veya hafta sonları gece dışarı çıkabiliyordum ama gece 12:00'de evde olmak şartıyla. ( sonraki iki sene de iznimi ancak 01:00'e kadar uzatabilmiştim. )

    üniversite yıllarından bahsediyorum o dostlar ! sevgililerin aynı evde yaşayıp, beraber yemek yaptıkları, beraber uyudukları, sabah uyanıp beraber okula geldikleri günlerden.

    işte o günlerde ben saat 12'de evde olmak zorundaydım. gece kızlarının dışarı çıkmasına izin vermeyen muhafazakar bazı aile dostlarımız arada örnek gösterildiği için, kendimi şanslı bile sayıyordum haliyle.

    aslında tam da eğlencenin yeni başladığı zamanda evde olduğum için, önce bar sonra club muhabbetinde, ben hep gecenin başındaki bar kısmında vardım. sonraki muhabbetin ya yarım saat hadi bilemedin max bir saatlik kısmında olup, sonra sağolsun arkadaşlarım tarafından eve bırakılırdım. hatta arkadaşlarım bazen saati benden fazla takip eder " hadi zamanın geldi. seni eve bırakalım " derlerdi. yıllarca, çıkılan gecenin ertesi sabahında gecenin sonunda gidilen çorbacıda veya kokoreçcide olan olayları veya görülen kişilerin muhabbetini dinledim.

    neyse efendim, dönelim benim eve bırakılma anıma. eve her gelişimde bizim salonun ışıkları sanki evde misafir varmışcasına açık olurdu. tavandaki iki koca lamba, sehpanın üzerindeki abajur, artık ampüllü ne zımpırtı varsa, hepsi açılmış olurdu. babamın verdiği mesaj " bekleniyorsunuz " du yani. her seferinde bizim eve yaklaştıkça evin ışıklarını gelin evi gibi açık gördüğümde yerin dibine geçerdim. gençlik işte, bekleniliyor olmayı istemezdim. arkadaşlarım da " bekleniyorsun yine he hee ! " diye iyi dalga geçerlerdi.

    eve girdiğimde, annem ve kız kardeşim uyumuş olurlardı. babam ise, bilmem kaç voltla aydınlanan salonda, masanın en başındaki yerinde oturmuş, her zamanki gibi ansiklopedisini okuyor olurdu. ben gelince, önce saatine bakar, sonra ışıkları kapatır, yatardı.

    çok gereksiz bulurdum beni beklemesini, saat şartı getirmesini. bu kadar korunup, kollanılmama gerek yok diye düşünürdüm. çorbacıya bir kere bile gidemedim diye hayıflandım durdum yıllarca.

    eve erken geldim, bir kere bile sabahlamadım diye başım göğe ermedi sonuçta ama şimdi 20 aylık bir erkek annesi olarak, allah izin verir, o günleri gösterirse, şimdiden oğlumun dışarı çıkacağı geceleri düşünür oldum. ne içer ? nereye gider ? kiminle arkadaş olur ? velhasıl kelam çok zor konularmış bu konular.

    şimdi babamı daha iyi anlıyorum. hiçbir zaman o'na çok iyi bir baba olduğunu söylemedim, söyleyemeyeceğim de .. artık allah'tan o'na malum olmasını istemekten başka çarem yok.

    aradan 20 yıl geçtikten sonra, ifrit olduğunuz şeyin aslında; sadece babanızın " babalığı " olduğunu anlıyorsunuz. ve o'nun hakkında yazdığınız her entry'nin sonunda olduğu gibi, gözleriniz doluyor işte!
  • her namazdan sonra sizin için dua etmesidir
  • henüz minicikken belinizden yakalayıp havaya fırlatmasıdır. düşersek canımız acır biliriz ama korkmayız. çünkü her zaman babamızın kollarına güvenle konacağımızı biliriz. babayı baba yapan şey budur belki de. kaç yaşında olunursa olunsun her zaman, her şartta yakalayacağını hissettirmesidir. bir baba evladının düşmesine izin vermez.
hesabın var mı? giriş yap