• daha önceki entrylerde allah'ın insana olan yakınlığının, insanın kendi kendine olan yakınlığından ileri olduğunu ve allah'ın kuluna tenezzül ettiğinde tek an içinde o kulunun hakikat güneşinin aynası konumuna geldiğini ve peygamber adı verilen o kimselerin huzuruna gidip onu onaylayanların da aynı yansımaya kavuştuğunu, güneşin bir suretinin onların da kalbinde yansıma yoluyla oluştuğunu ve buna "iman" dendiğini işlemiştik.

    işte bu anlatılan işlemde en cahil ve kaba bir insan bile bir anda aydınlanmış ve hakikate kavuşmuş hale gelir. ancak bu kazanım tamamen kişinin özünde gerçekleşir ve kendini yalnızca hissiyat seviyesinde belli edebilir. o özdeki mananın gücü ancak buna yeter. zâhire de çıkması, ahlak ve davranış haline dönüşmesi ise ayrıca bir çalışma gerektirir. bu süreçte kişinin kalbi ile bulduğunu aklı ile de bulması icap eder.

    biz tasavvufta buna süluk diyoruz. süluk, kişinin bir yol tutması ve düşük ahlaki özelliklerden kurtulup yüksek vasıflara kavuşmasıdır. süluk çok farklı olabilir. mesela hz. ebubekir ile hz. ali'nin sülukları aynı değildir.

    hz. ebubekir, içe dönük bir insandır. dolayısıyla sülukunu da içe dönük bir şekilde yapmış ve kainatın küçük ölçekli bir sureti olan insanı esas almıştır. yani o "allah bana benden daha yakındır" manasını idrak etmek için çalışmıştır. bu çalışmanın sonucunu alınca elbette kainatı dahi nurani bir şekilde görmeye başlar. ancak yine de onun asıl çalışması kendi iç aleminde olmuştur.

    hz. ali ise "allah âleme, âlemin kendinden daha yakındır" çalışmasını benimsemiş ve o yolda açılımlara ulaşmıştır. elbette bu çalışmanın sonucunda kendi iç alemi de aydınlanmıştır ancak bu tâlî/ikincil bir kazanım olup, hz. ali'nin asli yolu değildir.

    her iki zatın yolları birbirinden farklı olduğu için yol boyunca gördükleri de elbette farklı olacaktır. hz. ali, evren üzerinde tefekkür ettiği için ona açılan da evrenin işleyişindeki incelikler, kanunlar, hikmetlerdir. yine allah'ı tanıması da ona göre olacaktır elbette.

    hz. ebubekir'de ise asıl açığa çıkan kemal muhabbet/sevgi devletidir. o allah'a muhabbet kanalından ulaşmıştır. muhabbet çok hızlı ve keskin bir yol olduğu için en yükseğe de o çıkmıştır. hz. ebubekir'de ilim ve hikmet yoktur gibi bir mana aklımıza gelmemelidir. elbette onda da ilim ve hikmet vardır. ancak hz. abubekir'de bunlar tâlî ve ikincildir. o, muhabbet ve muhabbetin doğal sonuçları olan vefanın, sadakatin, bağlılığın, fedakarlığın, sarsılmazlığın, asla şek ve şüpheye düşmemenin temsilcisidir.

    günümüzde hz. ali'nin süluk tarzı bilhassa önemlidir; çünkü devrimizde inkar kutbu bize büyük ölçüde ilim ve onun maddeye uygulanmış hali olan teknoloji yönünden saldırmaktadır. bu saldırıları karşılamak için bizim de hz. ali tarzı bir süluk yapıp ilimle donanmış olmamız gerekmektedir. allah yolumuzu açık etsin...

    not: insan ancak bildiği şeyi arayabilir. bilmediği şeyi arayamaz. bu prensibin bizim alemimizdeki karşılığı şudur: kalbin ile bulduğunu tekrar ara ve akılla da bul. böylece icmali ve özdeki manan tafsili ve aşikar olsun; dışta ve madde planında da gözüksün.

    dikkat edin burada bir sır daha ortaya çıkıyor. daha önce hakikati kalbinde bulamamış olan kimsenin, akılla bir arayışa girmesi ve sonucunda da bir şeyler bulması söz konusu olamaz.

    "batı nasıl buldu peki?" diyorsanız söyleyeyim: onların da başlangıç noktası hz. isa'nın kemalatıdır. onların tüm başarısı "hz. isa-antik yunan" diyalektiğinde yatar. diyalektiğin negatif(antitez) kutbunda kaldıkları için de antichrist'tirler yani deccaldırlar...
  • din ve bilim uzlasmaz-duccane cundioglu
hesabın var mı? giriş yap