33 entry daha
  • nietzsche'nin bir sözü vardır: "eğer uzun süre uçuruma bakarsan, bir vakit sonra uçurum da sana bakar." bunu, henry özelindeki durumu açıklamak için kullanma niyetindeyim. çünkü gösterisinde de "boşluktan hoşlanma" temalı bir konuşma yapıyor. bir sahnede de henry'i gerçekten panik atak geçirirken görüyoruz. eşi ann, mışıl mışıl uyuyor tabii o sırada.

    (kitapta direkt uçurum diye çevirmişler ama ingilizcesine bakın zaten filmde olduğu gibi "abyss" kullanılıyor: "whoever fights monsters should see to it that in the process he does not become a monster. and if you gaze long enough into an abyss, the abyss will gaze back into you." filmin çevirmenin uçurum yerine boşluk kelimesini seçmesi, henry'nin konuştuğu bağlamda çok mantıklı)

    ikircikli kısmı, henry'nin bu "boşluktan" beslendiğini varsayması. dolayısıyla "düzenli" bir hayat kurdukça, kendi yaratıcılığını baltaladığını düşünüyor. ona kaos lazım, kozmos değil. ha, bence bu tamamen kendi kuruntusu. bencil olmasa, seyirciye de kulak verse kariyeri çöküşe geçmezdi. sanki bilinçdışı bir eğilimle kendi kariyerini yıkmaya çalışıyor, ki böylece eşinden ve sonunda hatta çocuğundan kurtulmak için kendisine geçerli sebepler sunsun veyahut bunları yapmak için yeteri kadar öfke ve enerji biriktirsin içinde.

    hikaye henry ve ann ikilisine eşit ölçüde ağırlık verecekmiş gibi başlasa da, filmin merkezinde henry'i buluyoruz. dolayısıyla filmdeki unsurları, henry ile düşünmek daha mantıklı hale geliyor.

    mesela kukla bebek... niçin kuklayı seçmiş carax? ziyadesiyle bencil bir insan olan henry, etrafındaki her şeyi bir "nesne" gibi, bir "araç" gibi gördüğü için olabilir mi mesela? bakınız kukla ne zaman hakiki bir insana dönüşüyor? küçük kız, babasıyla yüzleştiğinde. o ana kadar annette dahi, henry için bir insan değil.

    felsefe diliyle söyleyecek olursak, henry için etrafındakiler "kendinde" varlıklardan ibaret. arkadaşta "medusa bakışı" hakim. etrafındakileri donuk sayan, kendisini merkeze alan biri. sartre, otobiyografik eseri sözcükler'de kendisine bir nesneymiş gibi yaklaşan ebeveynleri karşısında şöyle söylüyor: "bu irdeleyici bakışlar altında bir nesneye, saksıdaki bir çiçeğe dönüştüğümü hissediyordum." şimdi bunu annette'e söyletin, uyuyor sanki.

    bencilliğine bir başka örnek, fırtına sahnesinde mevcut. ann "sesim gidecek" demesine rağmen, o kadar umurunda değil ki henry'nin. çünkü kendi işini kaybetmişti ve aslında içten içe kadının da başarısız olmasını umuyordu. henry'nin karanlık tarafını çırılçıplak gören ann sordu: "kutsal bir şey yok mu senin için?" buradaki kutsallık göklerle ilişkili değil. değer verdiğin bir şey yok mu diye soruyor. evet, henry bir nihilist. kızına değer verme ihtimalini bu sahneye kadar açık tutuyordum, ann'in ihtarıyla henry'nin egosantrizmini kabul ettim.

    ee ne oldu henry? seveceğin kimse kalmadı! iyi halt ettin. bir gün kurtulsan ne olur mahpustan. sevebileceğin bir insan dahi yokken hayatında... işte şimdi gerçek cehennemle yüz yüzesin, aptal. filmin başındaki metafizik kaygılar ya da romantik çıkışlar değil karşı karşıya olduğun. etrafında seni sevenler varken "boşluk" üzerine methiyeler düzmek başka iş, gerçekten de boşluğa dönüşmek başka. aptal.

    not: filmi gece yarısı bitirip, kenara bunları yazmışım. sabah güldüm ama gene de göndereyim dedim. la la land samimiyetsizliğinde bir müzikal değil bu. hatta jesus christ superstar'dan sonra en zevk aldığım müzikal oldu. türü ya da yönetmeni seviyorsanız bir deneyin derim. bu arada henry'i charlie kaufman yaratmış diye uydursam, kim şüphelenir sözlerimden?
32 entry daha
hesabın var mı? giriş yap