74 entry daha
  • adettendir; bir konuyu hedef gösterip, onun hakkında hüküm vermeye kalkınca evvela tarihçesinden bahsedilir. geçen hafta “müzisyen” başlığının önsüzünü yazmıştım, bu kez de tarihçesini (bilimsel makalelerdeki giriş kısmına tekabül eder) yazacağım.

    yakındoğu’da iki farklı terim var müzisyen yerine kullanılan: nar ve gala. bu terimler sümerceymiş. akkadça ve asurca’ya da naru ve kalu diye geçmiş. neyse bunların bizim için önemi yok. önemli olan şu, her ikisi de saray ve tapınakla yakın ilişkili zümreymiş. yakın derken, fiziksel olarak yakınlar. bir dostlukları falan yok. onun da sebebi şu; bu insanlar çoğunlukla savaş ganimeti olarak giriyor saraya veya tapınağa. bazı araştırmacılar “içlerinde hür olanlar da olabilir” diye düşünüyor. bir araştırmacı demiş ki “bu kalular homoseksüel veya hermafrodit olabilir” (1). başka bir araştırmacı da “valla bu narular da homoseksüel olabilir” demiş. bakın bir fotoğraf ekliyorum buraya; british museum’da sergilenen, ninova’daki rölyeflerden biri. m.ö.700 civarı olmalı. sürgüne gönderilen yahudiler, kinnor çalmaya zorlanıyorlar. kinnor da işte burada gördüğünüz lir benzeri bir alet. arkadaki kukuletalı adam ne kadar mağrur, dik. önüne kattığı rehineler öne doğru eğilmişler azıcık. ellerinde de saz. alçaltıcı bir şey yani. bizdeki battal gazi filmlerinde falan olur ya, kötü adamlar rehin aldıkları kadını zorla oynatırlar, işte o hesap. erkek rehineye de müzisyenlik yaptırarak aşağılıyorlar anlayacağın.

    yakındoğu’dan başka bir yere bakalım. çin. “yue-ren” deniyormuş müzisyenlere. bunlar usta-çırak ilişkisiyle müzisyenliği öğreniyorlarmış falan filan. hiyerarşideki yeri ne peki bunların? en tepede hanedan, altında soylular, onun altında sıradan halk (esnaf, marangoz, tüccar, çiftçi…), onun altında yarı paryalar (asker, serf) ve en altta paryalar var. kim onlar? sığırtmaç, uşak, fahişe, kadın müzisyenerkek müzisyenin yeri tartışmalı. sıradan halk veya yarı parya olarak görülüyor ama en aşağı sınıfa mensup olmadığı kesin. fark ettiniz mi bilmiyorum, eski çin’de erkek müzisyenin konumu birazcık farklı. öyle veya böyle bir tedrisattan geçiyor müzisyenler. dediğim gibi; usta-çırak ilişkisi var hiç değilse ve öyle anlaşılıyor ki eğitim devlet çatısı altında oluyor (2). bu önemli. bir devamlılık ve ciddiyet var yani. çalışmalarının karşılığında da müzisyenler para alıyorlar. soylular veya hanedan mensupları için çalışan bir uşak yahut memur gibi düşünün. akkad’da, sümer’de, asur’da böyle değildi. daha çok bir ziynet veya ganimet gibi ele geçirilen, değiş tokuş edilen, armağan olarak verilen ve karın tokluğuna çalışan biriydi müzisyen. memurdan çok soytarıyı andırıyordu. unutmayınız ki soytarı krala memurdan daha yakındır ama hiyerarşideki yeri memurdan aşağıdadır.

    zamanı birazcık ileri alıp tekrar bakalım. hem iz sürmek hem de anlamak kolaylaşacaktır. 8. yüzyılda arap dünyasında müzisyenin ahvali ne idi? muganniyeler var. biliyorsunuz. kadın şarkıcı demek aslında fakat "odalık" gibi bir anlama gelmeye başlamış. çünkü islam öncesi zamanlarda qiyan varmış. köle kadınlardır qiyanlar. efendisini meşkle, çengle eğlendirirler. sonra bunların bir kısmına cariye denmiş. qiyan hiyerarşide cariyeden yukarıdadır. ikisi de köledir belki ama qiyanlar kimi zaman yasal eşlerden bile nüfuzlu hale gelebiliyorlar. qiyan bazen azad edilmiş köledir ama cariye her zaman köledir. bu haliyle qiyanları japonya’daki geyşalara veya çin’deki yiji’lere benzetebiliriz. erkekler ne alemde peki? erkek de şarkı söylüyor. onlara da mawla deniyor. çoğulu mawwali. doğru tahmine ettiniz, “maval okumak” bu sözcükten gelir. bunlar da ya köledir ya eski köledir. hemen hepsi yabancı uyrukludur. arap değillerdir. bir de mukhannatun sınıfı var. bunlar kadınsı erkeklerdir. raks ederler, şarkı söylerler vesaire. muhtemelen sadece bununla kalmıyorlar (3). bu yüzden avrupa’daki kastratolara benzemezler. ilginçtir, mukhannatunların partronları ekseriyetle kadınlardır. hür ve zengin kadınlar bunlar tabii (4). çoğu eski qiyan’dır. sonradan hür erkek müzisyenler bunların yerini alacaklar ve mukhannatunlara sadece raks etmek, komiklik etmek falan kalacak. bu müzisyenler nasıl yetişiyor peki? okula mı gidiyorlar? evet. okul derken bilgi’nin kampüsü gibi düşünmeyin tabii. binadan bağımsız bir şey. usta var, çırakları eğitiyor. tabii çoğunlukla da köle kadınlar eğitiliyorlar bu okullarda. bu okul sahiplerinin ilki ve muhtemelen en meşhuru ibrahim el-mevsılî’dir. 8. yüzyılda yaşamış. kendisi de müzisyendir. başta demiştim ya mawlalar arap değildir diye. ibrahim de arap değil. irani halklardan birine mensup (5).

    bu kadar bilgi yeter. fazlası beni sıkar. şimdi eldekiler üzerine düşünmenin vakti geldi. marr-ül beyan laflarda insana ilk çarpan kadın ve erkek müzisyenlerin sosyal statülerindeki farklılık. tahakküm hiyerarşisini kurumsallaştıran, uygulayan, pekiştiren bir acayip aygıt olan devletin, tarihin alacakaranlığında bir yerlerde teşekkül etmesi, sanayileşmeden evvelki en büyük olaydı galiba. bu aygıt kadın müzisyene, hiyerarşinin en alt basamağını reva görmüş. erkeğin evhamını ve şüphesini bertaraf etmek için dans eden, çalan, söyleyen ayartıcı kurnazlar olarak bellenmişler. silah gibi. bu da müziği ziyafetle, içkiyle, dansla iç içe geçmiş erotik, kadınsı, tekinsiz ve büyülü bir şeye dönüştürmüş. müziğe en çok hamilik edenlerle, onu susturmak için en fazla çabalayanların aynı insanlar -din adamları- olması bu yüzden. müzik gibi kadınsı, tekinsiz, erotik görülen bir başka şey de çiçektir biliyorsunuz. hatta kadınlar bu yüzden çiçektir. din adamlarının çiçek kültürüne karşı tavrı da müziğe karşı aldıkları tavra fevkalade benzer. rosalia, lupercalia, floralia gibi bir dünya pagan festivalinde çiçek baş köşedeyken kitab-ı mukaddes ve talmud’da çiçeklerin esamisi okunmaması bunun delilidir. yahudilerin mezarlıklarında bile görmezsin çiçeği. agnes lambert’in makalesinde şöyle bir pasaj var:

    ”talmud’a göre, yahudi olmayanlar festivallerde idollerini güllerden ve dikenlerden yapılma taçlarla ve çelenklerle süsleyebilirler; ama seçilmiş halkı diğerlerinden ayırt eden işte tam da böylesi sunuların olmamasıdır. putperest milletlerin bahçeleri ve ağaçlıkları genellikle onların müstehcen davranışlarını sergiledikleri mekanlardır" (6)

    yahudiliğin çiçek kültürüne karşı takındığı tutumu daha sonra hristiyanlık taklit etti. hristiyan roma rosalia festivalini kati suretle yasakladı. hatta gülün mezarlıklara bile konması engellendi. gül çiçeklerin en meşhuru ve müstehcenidir biliyorsunuz. o yüzden hedeftedir. yenir bir şey olmadığı halde kültive edilen ilk bitkidir çünkü. herkesin dışladığı gülü islam sahiplenir ama onu uhrevi bir sosa bular. islam ve gül kelimelerini yan yana getirince hepinizin zihninde canlanan kitsch görüntüyü tahmin edebiliyorum. fakat gül çok geçmeden islam’da da kadınsı, erotik, tekinsiz vasfını tekrar kazandı. islam’ın güle ve kadına bakışı şaşırtıcı derecede benzerlik gösterir. gül, bahçedeki diğer çiçeklerle birlikte olamaz mesela. gülistan denen ayrı bir yerdedir o. buna tecrit mi dersiniz taziz mi dersiniz bilmem. hristiyanlar da müslümanlar gibi süngüyü indirdiler. lupercalia festivaline aziz valentine günü deyiverdiler. washington post'un 1991 şubat ayındaki haberine göre, sevgililer gününde abd'de 400 milyon dolar değerinde çiçek satılmış. çiçeklerin %70'i gülmüş ve satın alanların hemen hepsi erkekmiş. yaaa.

    şuna varmak istiyorum; tekinsiz, erotik, kadınsı, büyülü şeylerin serencamı hemen her kültürde aynıdır. bunlar halk dininde ve kültüründe filizlenirler. evvela uhrevi ve büyülüdürler. sonra zürriyetin sembolü haline gelir; erotikleşir, kadınsılaşırlar. devlet dini ise (yahudilik, islam, hristiyanlık vs.) bu sembolleri hor görür, yasaklar, yok etmeye çalışır ancak hiçbir zaman baş edemez çünkü bu semboller halk dininde gizlice de olsa yaşamaya devam ederler ve devletin geri adım attığı ilk yerde kutsallık sosuna bulanmış halde görünür hale gelirler. bu noktadan sonra da devlet, bu sembolleri halktan bile fazla bağrına basar. siyasi ve dini otoritenin hamiliği uzun vadede soysuzlaşmayı doğurur ve kutsallık cilasının altından şehvet, ihtiras, kösnü pırıl pırıl ışıldamaya başlar. müzik ve müzisyenin serencamı da bundan farklı değildir. bunu da gelecek haftaya bırakalım.

    sağlıcakla.

    *yazının kaynakçasını falan da bulabileceğiniz derli toplu versiyonu da şurada
11 entry daha
hesabın var mı? giriş yap