31 entry daha
  • eleştiri denen olgunun önemine ve misyonuna en büyük örnektir bu ödül.

    efendim edebiyat olsun, sinema olsun, müzik ve resim ve heykel ve mimari olsun farketmez, adı geçen sanat dallarının tamamı, 20. yüzyıl sendromunu fazlasıyla yaşamış dallardır. eric hobsbawm'ın tabiriyle aşırılıklar çağı olan bu yüzyıl, politikadan felsefeye, mizahtan spora, sanattan tarihe kadar birçok şeyi kökten değiştirmiştir. bu değişimdeki paylar, halk-burjuvazi-üretici sınıflarına ait olduğu kadar, yine bu yüzyılın ortaya çıkardığı ve daha çok, güçlendirdiği bir sınıfa aittir; eleştirmenlik...

    düşününüz ki don kişot... fyodor mihailovic dostoyevski'ye göre yazılmış ve yazılacaklar içerisinde en güzel şey... miguel de cervantes saavedra'ya göre aylak okurları uyandırmanın bir aracı...

    bu güzide romanın yazıldığı döneme gidelim şimdi...

    1605-1615 yılları arasında yayımlanan bu kitap, o güne kadar yazılmış şeylerin bir parodisi idi. romans türüne ve şovalyeliğe karşı çıkan cervantes kişisi, yarattığı aptal bir şovalye karakterini maceradan maceraya sürükleyerek, tüm ortaçağ avrupası'na ayarlardan ayar seçtiriyordu. cervantes bunu yapıyordu çünkü; şovalyeliğin bile iflas ettiği bir dönemde, halen şovalyeliği öven ve enteresan kurgular ortaya çıkaran romans türünden sıkılmıştı.

    kitap yayımlandığında, tüm ispanyacak yerden yere vuruldu. bu bir rezaletti, kepazeliğin daniskasıydı, şakaysa hiç komik değildi ve fakat ciddiyse çok komikti..

    ve fakat, şakaydı. ve acı ki, komikti. cervantes adında biri, yazdığı uzunca bir metinle eleştirinin kralını yapmıştı.

    hiç şaşırtıcı değildir ki, anlaşılmamıştı. ispanya başta, edebiyat meraklılarının tamamı, yazılmış bu kitabı görmezden gelmişti. paçavraydı, gereksizdi.

    uzun yıllar geçti. avrupa'nın tozlu yollarına yağmurlar sessizce yağdı. atların toynaklarından çıkan ahenkli sesleri üç metre arkadan gelen tekerlek sesleri bozuncaya kadar, cadılar için kazanlar kaynatılmayıncaya ve şatoların arka bahçelerinde köylülerin sadakatsiz fısıldaşmaları duyuluncaya kadar bu kitaptan bahsedilmedi. kış gecelerinde şöminenin yanında uyuyan kediye arasıra göz atan korseli kadınlar, yine masallar dinlemeyi sevdi uyumadan önce, oturdukları yerde. büyükler, küçükleri yine efsanelerle aldattı. yakışıklı prensler, kırılgan prenseslerin gönlünü çalmayı, yine şovalye hikayeleri anlatarak başardı. avrupa, karanlığının içine çekilmiş, aptal şovalyeyi dışarda bırakmıştı. onun lanetli maceralarına kimse inanmak istemiyor, üzerinde düşünmeyi bile gereksiz buluyordu.

    fakat bu karanlık bir gün, nihayet, son buldu. kıta avrupası'na güneş, denizin üstünden doğuyordu..

    yaklaşık 1.5 asır sonra, henry fielding adında bir ingiliz, yazdığı tom jones ile don kişot'a ve cervantes'e bir selam gönderiyor, bahsi geçen bu kitabın ne denli değerli olduğunu ingiltere'ye ve cümle avrupa'ya gösteriyordu.

    en önemlisi, türünün ilki olan don kişot 1.5 asırlık yalnızlığından kurtuluyordu. don kişot'tan sonra bir başarılı roman daha ortaya çıkıyordu.

    süreç, roman türünün yaygınlaşması ve tüm dünya edebiyat çevrelerince geçerli bir tür olarak kabul edilmesine doğru işledi. roman türünde ayrıksı hareketler başladı. realizm diyenler bir tarafa, romantizm diyenler bir tarafa ayrıldı. yazıldı da yazıldı.. cervantes, 200 yıl kadar sonra, dehasını ele güne göstermiş oldu..

    19. yüzyılın sonuna gelindiğinde edebiyat alanı o kadar hareketlenmişti ki, birileri bunun kuramsal yönüne eğilmeye ve çıkarımlar yapmaya başladı. ne, nereden, nereye doğru yol alıyordu? neyi, neye göre, ne zaman ve nerede değerlendirmek gerekiyordu? soruların cevapları bir bir çoğalmaya, bu yeni hareketlenmede de ayrılıklar yaşanmaya başladı.

    20. yüzyıla girildiğinde yaşam koşulları o kadar değişmiş, toplumsal dalgalanmalar o kadar güçlenmişti ki; sanat alanı, o güne kadarki en büyük değişimlerini, arkası arkasına, her bir alanda tekrar tekrar yaşıyordu. bir tepki bir akımı doğuruyor, akım doğduğu anda bir sürü kola ayrılıyor, hareket ve değişim hiç bitmiyordu. tüm bunlara bir de halk-burjuvazi-sanatçı çatışması eklenmişti.

    tüm bunlar yaşanırken, olan biteni sessizce izleyen, gün geçtikçe varlığını daha çok hissettiren bir grup vardı. daha önce de belirtildiği gibi, bu sessiz grup, eleştirmenlerden başkası değildi.. çeşitli çevreler bu gruba her geçen gün yeni misyonlar yüklemeye başlıyordu. bu çevrelerden biri de, isveç lobisi ve nobel ailesiydi. ve 1901 yılında ilk kez, nobel edebiyat ödülü, bir yazara layık görüldü..

    bu tarihten sonra güçlenmeye devam eden bu sınıf, çeyrek asır kadar sonra öyle bir noktaya gelmişti ki, taraflardan biri olan burjuvazi, duruma müdahale etme gereği duydu. kendi eleştirmenlerini yetiştiren bu sınıf, birkaç yıl sonra emmyler, grammyler, oscarlar ve nobeller verir, verileni seçer oldu. artık ödüllendirilme, idealist kriterlere göre değil, çıkarcı hamlelere göre vücut buluyordu. bu içi geçmiş, kof ödüllendirme mevzuu 1953 yılında winston churchill'e nobel edebiyat ödülü bile verdirtebilmişti.

    bu noktada jean paul sartre'ın ve boris pasternak'ın ödülleri reddederek (aslında pasternak'ı dahil etmemek gerek buraya); walter benjamin ve frankfurt okulu'nun çeşitli tezler yazarak bu olaya dikkat çekme girişimleri olduysa da bir işe yaramadı ve eleştirmenlik sınıfı gücünü yükseltmeye devam etti. hatta bu dönemde eleştirinin eserden daha önemli olduğunu dahi iddia etti malum ödüllendiriciler.. (bkz: postyapısalcı eleştiri)

    gel zaman git zaman, başlangıcında idealist bir açıyla kurgulanan bu masum ödül, tamamiyle burjuvazinin eline geçti. eskiden olduğu gibi bir yazarın edebi başarısı kutsanmıyor, bazı yazarların tutumları ödüllendiriliyordu. zaman zaman, gerçekten başarılı edebiyatçılara ödül verilerek ödülün prestiji ayakta tutuluyordu.

    ve bugün öyle bir noktaya gelindi ki, kime neden ödül verildiği bile anlaşılamaz oldu.

    bu ödülü bu hale getirenleri kınadığım başlık.. (böyle de sıçarak bitiririm işte)

    bu yüzeysel yazının ana fikri şudur ki; nobel edebiyat ödülü ve buna benzer sair ödüller, takipçilerce asla ve kat'a kıstas olarak alınmamalıdır. zira bu ödüller, genellikle futbol lobilerine benzer lobilerce kararlaştırılıp verilen "aferin" ödülleridir. eleştiri güzeldir, iyidir hoştur ama, bu denli güçlü olması sakıncalıdır. charles baudelaire zamanında edgar allen poe'yu ortaya çıkararak bir eleştirmenlik başarısı sergilemiştir mesela, eleştirmenlik dediğin böyle olmalıdır.

    sevmediğim ödül işte.. bana ne kim almışsa almış. ha bana verseler alır mıyım? 2 milyon dolar veriyorlar be! düşünürüm yani. ve alırım da galiba.. bana ne.. inanmayın siz de allah allah..

    not: bu entryde salt orhan pamuk eleştirisi olduğunu düşüneceklere laflar hazırladım...
130 entry daha
hesabın var mı? giriş yap