11 entry daha
  • türkiye'de bir ev kadını, faturalarını ödeyemeyip bunalıma girerek eline kağıdı kalemi alıp bir kitap yazmaya başlamamış ve bu kitap sayesinde dünyaca ünlü bir yazar olup paraya para demeden bir servet kazanmamıştır* bu demek değildir ki hayal güçleri yoktur bu kadınların. j. k. rowling, acımasız bir kıyaslama zira o kadın yüksek öğrenim almış bir kadındı ve işsiz kaldığı kısa bir dönem oldu, ev kadını falan değildi demek kolay ama mantıklı değil.

    en yakınımdan örnek verecek olursam, yüksek eğitim almamış anneciğim, babamla aralarının bozuk olduğu bir dönem, en yakın arkadaşına, can dostuna hitaben bir dizi mektup yazar. o sırada uzun bir tatilde olduğundan annemin sıkıntısını paylaşamayan arkadaşına bu mektupları sonradan verir. benim bu mektuplardan on yıl sonra haberim oldu. annemin duyarsız ve bencil bir kadın olduğu konusunda yine onun en yakın dostuna dert yanarken mektupları çıkarıp önüme koydu ve "oku" dedi sadece. sanki ilk emir gibiydi, "oku". o yüksek öğrenim almamış, fabrikalarda işçi olarak çalışmış, iki çocuk büyütmüş ve emekli olduktan sonra da çalışmaya yeltenmeyip 'evinin kadını' olmuş annemin yazdığı mektupları teker teker okudum. tüylerim diken diken oldu. belki bu işi uzun yıllar sürdürseydi, belki gençliğinden itibaren hep yazıp hiç bırakmasaydı, bu mektuplar gerçekten kitaba basacak birilerinin eline geçseydi neler olurdu, hayatı nasıl değişirdi? büyük ihtimalle çok genç yaşında ölmüş olan babasından aldığı edebi yeteneği belki bir j. k. rowling kadar ünlü etmezdi onu ama şimdi bir çok kişi adını biliyor, iki üç kitabını okuyor olurdu.

    yıllar sonra ismini duyunca bile içimin sıkıntılara düştüğü bir semte taşınmak zorunda kaldık. annem, alışık olmadığımız ama yabancısı da olmadığımız üzere apartmandaki kadınlar tarafından incelemeye alındı. inceleme ziyaretleri, mal varlığı incelemeleri, 'tıynetimizi' öğrenmeye yönelik sorgular vs. artık ellili yaşlarına gelmiş annemden çok daha genç komşularımız vardı. gözlerinin feri sönmüş, özel hayatlarla gereğinden çok ilgili ve bomboş bu genç kadınlar annemi pek açmadı. zamanla öyle ya da böyle kestik ayaklarını. bizzat kendim, yüzlerine karşı açık sözlü olmaya karar verince konuşmayı bile kestiler bizimle. bu, biricik dostlarına içli mektuplar yazmanın yakınından bile geçmeyecek kadınlar sürüsü öncesinde de sonrasında da ilişiğimizi kesmemizin, bizi hep göz hapsinde tuttular. anaokulundan beri cinsiyeti erkek olsun kız olsun tüm arkadaşlarım gelmiştir bize. bu kadınlar, akşamları bizim eve 'çay içmeye iniyom' diyip son dedikodular vaadiyle annelerini ikna eden kızlarının telefonla haberleştikleri sevgililerinin arabalarıyla apartmandan gizlice tüydüklerini bilmediler mesela. ben de söylemedim. aynı kız, karşı komşusu için "hahayt anası bilmiyor ama kızını sokakta gördüm geçen, bir çocukla sarmaş dolaştı" dediğinde "e senin de sevgilin var, hani arabayla aldı ya geçen.." diye de bozmadım. düzenlerine çomak sokmadım. kendilerini kandıradursunlar madem.

    gelgelelim ne zaman bir erkek arkadaşım ya da bizzat sevgilim gelse eve, bir telaş aldı bunları. bazen sevgilimdi gelen ama bazen çalıştığım şirketin bir elemanıydı iki hafta önce tanıştığım ve bir cd alıp gitti, en fazla kahve ikram ettim. apartman arasında karşılaşınca öyle haklı bir öfkeyle bakıyorlardı ki bu kadınlar.. onlar asla bir j. k. rowling değil ama belki varoş birer
    barbara cartland olabilirlerdi bence. keşke de olsalardı. o, az önce apartmanın kapısından giren genç adamın mutlaka bizim eve girmiş olabileceği şüphesi ve kim olduğu merakıyla en üst kattaki evinden, en gözden çıkardığı toz bezini atıp; "sizin balkona düştü, çekil de ben kendim alayım" diye eve davetsizce dalan kadının sırf merakı yüzünden kafasını bu kadar çalıştırdığı düşünülürse, başarılı bir yazar da olurdu ondan. ama yok.. onlar esra ceyhan, seda sayan fanatiği olup, 'kız erkek bulunan evde fuhuş yapıldığını düşünmeyi' tercih ettiler. bu kadınlar muhtemelen hayatlarında fuhuşu meslek edinen herhangi bir insan bile görmemişlerdi. tıpkı kendi kızlarının da sevgilileri olduğunu, kendi kızlarının da aslında sevgililerine kendi evlerinde bir yemek, kahve vs. ikram etmek isteyebileceklerini ya da kendi kızlarının da tıpkı kendi gençliklerinde de olduğu gibi birileriyle sevişmek isteyebilme ihtimallerinin olduğunu görmedikleri gibi. boşa gitmiş hayal gücü, boşa gitmiş bir sürü kadın, boşa gitmiş bir millet. bu kadınların yetiştirdiği ve kendileri gibi kızlarına koca seçtikleri adamlar ve zihniyetleri..

    bu adamlar, aynı evde, kapılar kilitli (ya ne olacaktıysa?), üstelik de içkili olduklarını düşündükleri bir grup gencin etini yemekten hicap duymadılar. tıpkı bizim komşularımızın, evimizde yangın çıktığında üstümüze yürüyüp 'hepimizi yakacaktınız, zaten eve giren çıkan belli değil (ne alaka değil mi?)' derken hicap duymadıkları gibi. bu insanlar kendi küçük dünyalarının ve değer yargılarının karanlığında boğuladursunlar ama ölmüş insanlara bile uzatmaktan çekinmedikleri yılan dillerine bir 'dur' demek lazım artık.
32 entry daha
hesabın var mı? giriş yap