• stoacıların pronoia'sı ilkin epikurosçuların, sonra da tanrıtanımazların paranoyasına dönüşmüş durumda olsa gerek. dün bir yerde işittim; "insanlık tarihi iyi ile kötü'nün savaşımı tarihidir" dedi birisi, ben de bu tarihin bir parçasıyım ve böyle bir paranoyanın farkında değilim, "nerede bu savaş?" dedim, aramadım ama arasaydım da bulamazdım. çünkü bu bir tasarım, öyle olduğunu varsayarak başka tasarımların da önünü açma projesi. stoacıların pronoia'sı (başlığındaki entirime bakınız) başlı başına bir "kendine şey ve kendinde iyi" olmadığından, o içinin doldurulması durumunda anlamlanmalı. o halde bir zemin belirlemeden tanrısal öngörünün gözetiminde bir iyi ile kötünün savaşımından bahsedemeyiz: ben çok daha açık bir şekilde söylemek istiyorum ki, iyi ile kötünün ortak niteliği aynı düzlemde anlamlı olmalarıdır. farklı düzlemlerin iyi ile kötülerini karşılaştıramayız; bunu da itiraf etmek gerekir ki en iyi beceren, "ibrahim'in tanrısı" tasarımı olmuştur. hem sürekliliğini farklı maskelerde sağlamış, hem de kendi terminolojisini, özellikle de yazı ve okumanın gelişmesiyle, tutarlı kaynaklarla besleyerek sınırlarını dosta düşmana karşı belirleyebilmiş. açımlayalım.

    hıristiyanlık evvelince iki farklı görüş çarpışıyor: biri iyi diğeri kötü olsun. iyi olanı da kötü olanı da belirleyen bir üst merci olmadan, bu belirlenimlerin bir anlamı yoksa, o halde ortak nitelik olarak gösterebileceğimiz zemin her iki görüşe de ortak olmakla birlikte, aynı anda her ikisi birden olamaz. diyalektik burada sarsılmaz bir gereklilik olarak kendini göstermiyor. çünkü ortaklıktan anlaşılan şey, ikisinin aynı kaynaktan beslenmesinin yanında birbirine zıt olan bu iki yaklaşımdan sadece birinin hegemonyasının geçerli olmasıdır. iyi olan stoacı pronoia, kötü olan ise atomcu-materyalist yani pronoia'yı dışlayan epikurosçu sistem ise, burada üst merci evrene insana hem aşkın hem içkin bir zekâ atfeden (universi mens) stoacı yaklaşımdır. "herhangi bir üst tanrısallıkla rahatsız edilmemiş ve buna ek olarak zarar görmemiş olan insan" modelinin, "rahatsız edilmenin de ötesinde bizzat böyle bir etkileşim olmadan bir anlam kazanamayan insan" modeli karşısında bir savaşa girdiği düşünülür. burada iyi, evrensel zekânın devamı için insanı da bu zekâya eklemleyerek, sonunda insanı yüceltmeyi amaçlarken; kötü insanın değerini düşürerek onu evrensel zekâdan koparır, en nihayetinde onu contemptus dei'nin en büyük günahkârı sayar. iyi, her şeyi bilen, her şeyi bir bütünlük içinde sezen, dünü, bugünü ve geleceği tek bir "bir" olarak gören (aeternitas/@jimi the kewl) bir summum bonum'un peşine düşer; kötü ise tek bir ana saplanıp kaldığından, atomların tesadüfî birlikteliğini insanın ulaşabileceği en yetkin gerçeklik olarak sunar. bu iki yaklaşım çarpışır, adına da "iyi ile kötünün savaşı" denir, sonunda gözle görülür bir kazanan olmadığından, galibin ödüllendirilmesi ile mağlubun cezalandırılması, gözün göremeyeceği -ölüm sonrası- başka bir aleme atfedilir. böylece aynı kaynaktan beslenmeye dayanan ortak niteliklerinden ötürü pronoia ile paranoya birbirine girerek diyalektiği oluşturmuş gibi görünürler.

    bu yapı öylesine stoacıdır ki, tasarımcıların başka bir kaynaktan beslenmesine gerek yoktur. bu hikâyeyi başka türlü yazmak da mümkündü belki, ama hiçbiri başta da söylediğim gibi ibrahim'in tanrı tahayyülü gibi etkili olmamıştır. üç aşağı beş yukarı her yerde ortak figürler, ortak iyiler, ortak kötüler, ortak cennet ve cehennem görüntüleri çizilmiştir. benzer iyiler ve kötüler çarpışmış ve çarpışmaktadır. her şey, tüm birbiriyle çarpışan tahayyüller tek bir tahayyül içindir: sonsuzluğa uzanan bir birlik duygusu. "bütünden ayrıldım, tekrar ona döneceğim" düşüncesi, yetkin huzur arayışının bir neticesi. boethius'ta kötü denilen şeyin anlamını yitirmesi bundandır; bu da fazlasıyla marcus aureliusçu geç dönem stoa'sının etkisindedir: "başına kötü bir şey geldiyse, bu zaten evrensel doğa tarafından önceden kararlaştırılmış ve yaşamın içine serpiştirilmiş bir şeydir." (ta eis eauton, 4.26) kötüyü iyiyle düşünmek, evrenin zekâsıyla birleşmenin gerektirdiği bir yaklaşımın sonucudur: "evren her şey ile uyumludur; benimle de uyumludur. her şey doğadan gelir, orada varlığını sürdürür ve oraya geri döner." (4.23); "doğaya uygun olan hiçbir şey kötü değildir." (2.17); "evrenin her yerinde iyi, doğanın ürettiği şeylerdir" (2.3); "evren değişim, yaşam ise logostur" (4.3)

    madem "kötü" de bir'lik kabulünden hareketle en büyük zekânın bir parçasıdır; o halde en büyük zekânın "iyi" kabulünden sıyrılması gerekir. çünkü burada (a=b+c) 0 kullanılmıyorsa ("kötü" çünkü etkin bir değerdir) a'yı iki değerden birine eşitleyemeyiz. bir üst iyi'den ziyade (tanrı bütünüyle "iyi" olmak zorunda değildir; cicero'ya sorarsanız bütünüyle "kötü" ya da "acı çektirmekten hoşlanan - öfkeli" de değildir: cicero, de oficiis iii.102), bütün iyilerin ve kötülerin birleştiği bir üst değerle karşı karşıyayız demektir. iyi ile kötünün ortak niteliği de sanki bu üst değerin kendisiymiş gibi duruyor; oysa ben bunun da ortak nitelik olmadığını düşünüyorum; burada da yukarıya çıkmamız gerekiyor. bir üst kata: tasarımcının bu tasarıma sığındığı kata. bana kalırsa o kat işte iyi ile kötünün ortak niteliğidir. çünkü o katta iyi ile kötünün bir bir'lik oluşturduğu kabulü de tasarlanmış oluyor. bu bir üst kademedir. yine marcus aurelius'un "evrensel doğa tüm varlıkların doğalarını içinde bulundurur. aklı olan varlıkların amacı, en seçkin aklın yasalarına uygun davranmaktır" (2.16) tasarısını oluşturan tasarımcıyı neden es geçelim? kaldı ki burada başlı başına bir hermeneutic yapılıyor da değil, kolayca anlaşılabileceği üzere, sisteme bakılıp onun yazılabilecek ve aktarılabilecek en yetkin noktada sunulması, anlamlandırılması düşünülüyor. filozof "evrenin her yerinde iyi, doğanın ürettiği şeylerdir" diyor; işte bu ile kötünün ortak niteliğinin filozofun bizzat kendisi olduğunu gösterir: çünkü sistemi anlamlandıran o. hatta tasarımcı, kendi üstünde de bir zekâdan bahsettiğinde de, en temel ortak niteliği kendisi oluşturmuş olur. insanın gözünü kapadığı andan itibaren ondan taşan ve bağımsız bir iyi ile kötü savaşı yoktur; bu sadece sistemin dışarıdan tasarlanmasının ürünüdür.

    tasarımın da tasarımı mümkün. ben ortega y gasset'nin söyleminden hareketle, zihinci saptırmanın karşısına konan esinci saptırmanın da kendi "iyi ile kötü savaşı"nı yarattığını düşünebilirim. zaten üstad bunu "insanın varlığı tehlikedir" diyerek son kerteye taşımış; çünkü tasarımlarının nereye varacağının bir garantisi yok. "insan hep uçurumların arasında yürür; istese de istemese de en sahici zorunluluğu dengesini korumasıdır." (insan ve herkes, sf.46, metis yay.) buradaki stoacı iyi ile kötü arasındaki denge unsurundan bahsetmeye bile lüzum yok değil mi? çağın en şuursuz neticelerinden biri de bu; kendi köklerine yabancılaşmak: dengeyi yin yang'da aramak için doğuya giden şuursuzları şuursuz kılan da batıdaki denge arayışının kendisiydi. dengeden kaçıp dengeye gitmeye çalışan, sürekli tehlikeli düşünen, profanlaşmış plazma insanı. o da iyi ile kötünün ortak niteliklerinden sadece biri. ecce defectus defector modernus!
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap