aynı isimde "blindness (metric şarkısı)" başlığı da var
66 entry daha
  • ekşi sözlük'e bakıyorum yorumlara inanamıyorum gerçekten.

    film muhteşem bir sistem eleştirisi. eleştiriyi de bizzat sistemi resmederek yapıyor. bundan daha iyisini görmemiştim. burada da* bahsi geçen lord of the flies, das experiment gibi filmlerden daha ötede ve daha başarılı. ötede, çünkü diğerleri gibi güç, iktidar ve toplum üzerine bir film olmakla beraber bunu sadece erkekler arasında incelemiyor. tartışmayı sistemin en büyük bileşenlerinin, anaerkillik-ataerkillik eksenine oturtuyor. bu anlamda children of men'e daha yakın, ama ondan da iyi bir film. "neden böyleyiz? neden daha insancıl, dayanışmanın, eşitliğin olduğu, petrol için, şunun için bunun için savaşların, kıtlığın olmadığı daha adil bir dünyada yaşamıyoruz?" sorusuna en muazzam cevabı veriyor. bu yüzden filmde kimsenin adı yok, çünkü "rabırt" dersen o rabırt olur, ama oradaki herkes bir insan, yani sen, ben, bizim oğlan...

    (spoiler var elbette.)

    öncelikle film, herşeyin tepetaklak olması durumunda, körlüğün bile karanlıktan -siyahtan- değil, ışıktan -bembeyaz- olacağı kadar tepetaklak bir dünyada, insan aynen bu insanken, yani kör olsa da yapısı buyken başımıza neler geleceğini anlatıyor.

    her şey tersine dönerken bir değil, iki kişi olduğu gibi kalıyor. biri kör bir adam, biri de gören bir kadın. varolan sistem, sakat, hastalıklı bu insanları karantinaya alıyor. tüm o refahın içerisinde "hastalıklı" olana ayrılan yeri de karantinanın berbatlığıyla film çok güzel betimliyor. sistem, kendi bekasını tehdit edecek olana işte aynen böyle davranıyor.

    karantina yeni bir dünya. aslında filmdeki tüm dünyanın bir minyatürü ama bunu karantinadakiler bilmiyor. gücü, yani görebilme yetisini elinde bulunduranın bir kadın olması tesadüf değil elbette. bu kadın, gördüğünü kimseye söylemiyor, bunu bir iktidar aracına dönüştürmüyor. hatta özellikle görebildiğini saklamakta ısrar ediyor, çünkü bunun ister istemez insanlar üzerinde iktidar yaratacağının, nefreti de tapınma derecesinde bağlılığı da getireceğinin bilincinde. tersine, bu gücünü paylaşmayı tercih ediyor. onun önderliğinde dayanışma içinde, varolan koşulların en iyi şekilde paylaşıldığı ve gücün yok etmek için, birinin diğeri üzerinde baskı kurması için değil ortak yaşantıyı en iyi şekilde devam ettirebilmek için kullanıldığı bir hayat kuruluyor.

    burada kadının kocasıyla olan ilişkisinin dönüşümü de çok kilit bir nokta. with great power, comes great responsibility fikri ekseninde kadın sorumluluklarından dolayı kocasından uzaklaşıyor. kocası, onu bir kadın değil bir hemşire gibi görmeye başladığını söylüyor. nitekim adam gidip başka bir kadınla sevişiyor. burada kadının tepkisi çok önemli. kocasını kendi malı gibi görmediği için, ve tabii bir de artık "onun karısı" olmadığı için, diğer kadının saçını başını yolmak yerine ona sarılıyor. cinselliğe bakış da, kadının önderliğindeki bu sistemde böyle şekilleniyor. cinsellik sahip olunacak birşey değil, iki insanın istedikleri takdirde yaşayacakları doğal bir hak oluyor.

    ta ki ortaya yeni ve görebilme gibi yapıcı değil, yıkıcı bir güç simgesi olan bir silah ve bu gücü iktidar için, payına düşenin daha fazlasını almak için kullanacak bir adam çıkana kadar. tamamı erkeklerden oluşan, yani herkesi 'dövebilecek' bir koğuş, böyle bir adama rastgelince her şeyi istemeye başlıyorlar. ellerine bir de silah geçince şahken şahbaz oluyorlar. geldikleri dünyada varolan sistemi devam ettiriyorlar. öncelikle iktidarla birlikte para giriyor devreye. o ana kadar karantinada bulunmayan parayı, icat ediyorlar! insanlar kendilerine gönderilen yemeği "değerli eşyaları" karşılığında satın almak zorundalar. dünya yıkılmış, altın derdinde saat derdindeler. "ne işine yarayacak ki adamın? orda ne yapacak ki?" diye soruyoruz. ama artık bizim dünyamızın aynısı süregidiyor orada, o zaman kendimize de sorduruyor film: "bizim ne işimize yarıyor ki? burda niye var ki?" diye.

    ve tüm alınacak altın mücevher bittiğinde para yerine "erkeğin ihtiyacı" olan kadın ve kuku geçmeye başlıyor. kadın cinselliği bir "değer" oluyor, para ediyor, para yerine geçiyor. tıpkı şimdi bu dünyada olduğu gibi. varolan gibi. iki insanın istediğinde sevişmeleri prensibi de böylece kayboluyor. cinsellik de iktidarın bileşenleri arasında yerini alıyor. burada en önemli karakterlerden biri de, eskiden de kör olan adam. kadında sıradan olanın gücü elde ettiğinde seçebileceği güzel yolu görürken, bu adamda acizken sıradan olan bir adamın seçeneğini görüyoruz. sonradan zengin olanın, sonradan güce sahip olanın hunharlığı gibi.

    ve evet, azıcık uçları sivriltildiğinde herkesin, sanki çok yabancı olduğumuz bir sistemle karşılaşmış gibi 'nasıl boyun eğerler?' dediği noktaya geliyor film. valla nasıl boyun eğiyorsak, öyle. yani böyle... 'kadın görebildiği halde neden gördüğünü söylemiyor, salak mı?' soruları başlıyor. evet, biz bunu salaklık olarak öğreniyoruz. öyle öğretiyorlar. insanları gücünü kullanarak, iktidarını kullanarak savaşa sürüklemek istemediğini göremiyoruz. oysa en sonunda kendileri mücadele etmeye karar veriyorlar. bir iktidarın zoruyla değil, haklarını almak için kendi özgür iradeleriyle karar verdiklerinde, yani belki bizim de bir kurtarıcı beklemek yerine yapmamız gerekeni yaptıklarında, ancak o zaman 'salak' kadın da gücünün verdiği sorumluluğunu yerine getirerek elebaşını öldürüyor.

    sonrasında kurtulup, kadının eski evine gidiyorlar ve o hoyrat günlerin ardından yeniden işbölümü, kimsenin adının olmadığı, insanların kumral olup olmadığını, boyunu posunu bilmeden, merak etmeden aşık olabildiği, maddesel dünyanın parasıyla, güzellik anlayışıyla ortadan kalktığı bir yaşam kuruyorlar. herkes gücü ölçüsünde ortak yaşama katkı sağlıyor. gören kadın marketten yiyecek getiriyor, kocası ona yardım ediyor, diğerleri temizlik gibi işleri paylaşıyorlar. sorumluluğu azaldığında kadın da tekrar kocasının karısı oluyor.

    insanlar tekrar görmeye başladığında kadın kör olacak mı diye epey düşündüm. filmin karamsar bir kapanış yapmamak için tercihi bize bıraktığına, tam olarak bu soruyla bittiğine karar verdim. bu ahlaki soruyla:

    (spoiler burada bitiyor sanırım.)

    önünü görmeden, "bir sütün içinde yürür gibi" yaşayan siz insanlar, gözleriniz açıldığında hangisi olacak? ya da hangisi olmalı? bu kadını ve simgelediği herşeyi ne tarafa koyuyorsunuz? hangi dünyayı seçiyorsunuz? güce bu kadının sahip olduğu, onun simgelediği/varettiği dünyayı mı... ötekini mi?

    edit: kitabını okumak isterim ama okumadım. kitap daha farklıdır belki, ya da bu yazdıklarım çok daha aşikardır, onu bilmiyorum. sadece filmle ilgili bu yazdıklarım, bunları da sadece bu kadar 'hiçbir şey anlamadım, berbattı' diyen var diye yazdım.
92 entry daha
hesabın var mı? giriş yap