• “the east is a career” cümlesi ingiltere’nin yılları arasında başbakanlığını yapmış olan benjamin disraeli’nin 1847 yılında yayınlanan tancred ya da diğer adıyla the new crusade adlı romanında geçer. tancred, öncesinde yayınlanan coningsby (1844) ve sybill (1845) ile birlikte bir üçlemenin sonuncu ayağıdır. disraeli'nin ailesinin kökenleri ispanya yahudilerine uzanır. ilk önce romanlarında daha sonra da aktif siyasi hayatında üstesinden gelmeye çalıştığı sorun, hristiyanlık ile yahudilik’i uzlaştırmak ve kiliseyi ilerici bir güç olarak toplum nezdinde yeniden tesis ederek, tipik bir konservatif kimliğiyle yozlaştığına inandığı ingiltere'nin ihtiyacı olan taze kanı bulmak olmuştur.

    --- spoiler ---
    romanın idealist genç kahramanı tancred, yani lord mantacute, üyesi olduğu ingiliz aristokrasi sınıfının gelenek ve kalıplarının hakim olduğu, londra çevresinde geçen hayatından hoşnut değildir. ailesini bırakıp atalarının izini sürerek haçlı seferleri’nin geçtiği yollardan kutsal topraklar’a uzanır. umudu, bu topraklarda “asya’nın o büyük gizemine nüfuz edebilmek” ve hristiyanlık’ın kökenleni anlamaya çalışmaktır. yahudi bir bankerin güzel kızı eva ile tanışır ve kendini eva’nın akrabası olan lübnanlı emir fahrettin’in politik oyunlarının içinde bulur. fahrettin’in ön ayak olmasıyla, tancred kaçırılır ancak tutsak olduğu halde sina dağı’nı ziyaret etmesine izin verilir. burada tancred’e görünen bir melek ona kaderinde “dini eşitlik öğretisinin ulvi ve sulh dolu” peygamberi olacağının yazıldığını söyler. disraeli bu kavramı romanda biraz müphem bırakır. tancred bir süre sonra hastalanır ve ancak yeniden görüştüğü eva’nın bakımı ve ilgisi sayesinde ayağa kalkabilir. eva ona akdeniz medeniyetinin ihtişamından ve hristiyanlık’ın yahudilik’e olan minnet borcundan söz eder. aşık olduğu eva’nın söylediklerinin doğruluğundan şüphe etmeyen tancred, ona evlenme teklif eder. fakat tam o sırada tancred’in anne ve babası oğullarını ingiltere’ye geri götürmek üzere çıkagelirler.
    --- spoiler ---

    şimdi bu “the east is a career” sözüne bu romandaki bağlamdan bir bakalım. işte o sözün geçtiği pasaj:

    --- spoiler ---
    'i have been talking with montacute,' whispered lord henry to coningsby, who was seated next to him. 'wonderful fellow! you can conceive nothing richer! very wild, but all the right ideas; exaggerated of course. you must get hold of him after dinner.'
    'but they say he is going to jerusalem.'
    'but he will return.'
    'i do not know that; even napoleon regretted that he had ever re-crossed the mediterranean. the east is a career.'

    türkçe meali:

    lord henry yanında oturan coningsby’e fısıldadı: “montacute ile konuşuyorum. harika biri! daha zengin bir hayal dünyası tasavvur edemezsin! çok uçuk kaçık, fakat bütün fikirleri doğru; tabii ki hepsi abartılı. yemekten sonra onunla bir konuş.”
    “ama kudüs’e gideceğini söylüyor.”
    “fakat geri dönecek.”
    “işin o kısmını bilmiyorum; napolyon bile akdeniz’i bir kez daha geçtiğine pişman oldu. doğu bir kariyerdir.”
    --- spoiler ---

    işte böyle. said, orientalism’in önsözüne alıntıladığı bu cümleyi kitabının ilerleyen sayfalarında biraz daha açar: “disraeli, doğu’ya ilgi duymanın genç parlak bir batılı için bütün hayatını verebileceği bir tutku anlamına geldiğini kastediyor.” bunun ötesinde, böyle bir kariyer sayesinde “insan sadece doğu’yu değil kendini de yeniden yaratabilir ve dönüştürebilir.” said kitabında disraeli’nin sadece bir romancı olarak değil ayrıca bir siyasetçi olarak da doğu sayesinde kendi kariyerini nasıl yeniden oluşturduğunu ve yeniden ihya ettiğine değiniyor. said’e göre disraeli sadece bir oryantalist değil, aynı zamanda kendinden menkul bir doğuludur, oryantaldir; yani sadece doğu’ya bir nesne gibi bakmakla kalmaz, üstüne bir de doğu’nun öznesi haline gelir. roman üçlemesinde disraeli ortadoğu’daki osmanlı yönetiminin yerine bir ingiliz yönetiminin gelmesinin hayalini kurmaktaydı. ancak bundan daha önemli bir husus, disraeli’nin kendi benliğini de bir doğulu olarak kurgulamasıydı: aristokrat kanı taşıyan, herhangi bir osmanlı ve tabii ki bir ingiliz hükümdarına eşit bir sami ırkı temsilcisi! disraeli, yaşadığı dönemin hakim görüşü olan asya’yı kolonileştirmek ve belki batılılaştırmak hususunda ellerindeki çekiçle bütün dünyayı çakılacak bir çivi olarak gören batılı çağdaşlarıyla aynı şeyi söylüyordu. fakat çağdaşlarına ek olarak, kendine biçtiği misyon doğululaşmak, oryantal olmaktı.

    doğu, disraeli’nin ilk hikaye denemelerinden olgun eserlerine kadar bütün edebi kimliğinin önemli bir parçası olageldi. daha sonra siyasete atıldığında ise bu zengin hayal dünyasını başbakanlık koltuğuna beraberinde taşıdı; tancred romanında ortadoğu coğrafyasını “şuralara buralara bir şeyler yapmak lazım” diskuruyla, yani bir yönetici edasıyla turlarken aslında gelecekteki siyasi iradesinin tahayyül sathını oluşturuyordu. ingiliz imparatorluğu’nun en viktoryen, en muzaffer, en şaşaalı döneminde, asya’nın o büyük gizemini çözmek için artık elinin altındaki somut güç vardı: böylece ingiltere’nin peşi sıra başka pek çok ülkenin kaderini aynen hayallerindeki gibi derinden etkileyebildi. alın işte size mükemmel bir “fact follows fiction” örneği.
hesabın var mı? giriş yap