288 entry daha
  • geçmişte genellikle güzel geçen gündü.
    gelin acemi kaptanınız bendeniz eşliğinde bi 20 yıl önceye gidelim canlar.
    (affınıza mağruren, eğrisi-doğrusu, acısı-tatlısı, acemiliği ile hatırladığım kadarı ile pazar )

    "cumartesi gecesi izlenen amerikan filmi sırasında iyice doldurulmuş, filmin heyecanıyla masada soğumuş çay suyunun tekrar ısınması için konulmuş ve orada unutulmuş çaydanlığın yere indirilmesinden sonra kalan külü boşaltmak için çıkarılan kovanın sobaya çarpmasından ötürü çıkan seslere irkilmiş, sabah ayazında kafana kadar çektiğin, anne, teyze, nine tarafından el emeğiyle yapılmış yorganın nefes almak için kaldırılan kısmından, ağzından çıkan buharın izin verdiğince anneni izliyorsun. odayı boğan soğuğu kıran o ilk odunların ısısından sonra rahat bir nefes alarak yorganı boğazına kadar indiriyorsun. o sıra tekrar tatlı bi uykuya geçiyorsun. çok geçmeden kahvaltı sofrası kurulacağı için odadaki tüm yataklar, döşekler toplanacak diye uyandırılıyorsun, yüzünü yıkayıp ekmek almaya gitmen gerekiyor. yüzünü yıkamadan evden çıkıyorsun, tam alt kattan geçerken alt kat komşunuz “oğlum bize de iki ekmek alıver, mehmet amcana söyle yazsın” diyor. ayağına büyük gelen terliği bakkal yoluna sürterek yürürken, bu sabah bakkala gitme mükafatı olarak ne alsam diye düşünüyorsun. bakkala girip yerde duran ekmek kasasından 2 tane komşu için, 6 tane de sizin için ekmek alıp annenin evden çıkmadan buna koyarsın diyerek cebine sıkıştırdığı poşete yerleştiriyorsun, malum öğlen en eğlenceli saatte parktan çağrılıp tekrar ekmeğe gönderilemediğin için artık annen öğlen ekmeğini de sabahtan aldırıyor. mehmet amca alt kata aldığını söylediğin diğer iki ekmeği geçmiş gazetenin yaprağına sarıp koltuğuna yerleştiriyor. “başka bir şey var mı oğlum” diye soruyor. masanın üzerinde duran sporcu kartları kutusundan “bu sefer sergen çıkar inşalla” ümidiyle bir tane alıyorsun. mehmet amcayla girdiğin ve annenin ekmek, yumurta, salça, vs… dışında bir şey alınmayacağın tembih ettiği kısa süreli ve tek taraflı münakaşada galip gelip kolay gelsin diyip çıkıyorsun bakkaldan. daha köşeyi dönmeden ekmek poşetini yere bırakıp koltuğundaki ekmekleri indirmeden sporcu kartını düzgünce yırtıyorsun. heyecanla beklediğin sergen çıkartması yine yok tabii. çünkü aşaa mahallenin bakkalında sergen çıkıyormuş. neyse kutuyu oluşturan 6 sporcu kartını yine aynı özenle ayırıp arka cebine koyuyorsun. tam bu sırada koltuğunun altındaki ekmeklerden biri yere düşüyor. hemen kaldırıp üç kez öpüp alnına koyup, üzerindeki tozu üfledikten sonra poşetin içindeki ekmeklerden biriyle değiştiriyorsun. çünkü “emanete hıyanet” olmaz. ekmeğin ucunu kemirerek apartmana varıyorsun. alt katın ekmeklerini, ödülün olan saç okşanması ve ‘sağol’dan sonra bırakıp eve çıkıyorsun. kapıdan girer girmez sana yağıya yapılmış, komşu kümesinden satın alınmış taze yumurtanın kokusuyla mest oluyorsun. sen gelene kadar üzerine konulmuş çaydanlığın tatlı tatlı fokurdadığı sobaya atılmış kömürle iyice ısınmış odada, yere seilmiş kahvaltı sofrasına ekmekleri bırakıp küçük bir sızlanmayla yüzünü yıkamaya koşuyorsun. fax veyahut hacışakir sabunu eline alıp musluğu açıyorsun. buz gibi suyla hızlıca elindeki sabunu dansettirerek köpürtüp kenara bıraktıktan sonra avuçlarınla yüzünü bi kaç kez ovuşturuyorsun. biraz yerleri ıslatarak yüzüne çarptığın suyla iyice duruluyorsun o köpüğü. sonra elin ve yüzünden damlayan sular eşliğinde odaya koşuyorsun. soba borusuna takılmış çamaşır telinde senden öncekilerin bıraktığı ıslaklıktan eser kalmamış sıcacık havluyla yüzünü kurutup sofraya oturuyorsun. miss gibi kokan peynir, yumurta, köyden memleket ve muhtemelen can, öz gibi ön adlarla süslenmiş otobüs firmasının bagajında gönderilmiş bal, tereyağı , pekmez, pazardan her seferinde aynı zeytinciden alınmış ve şeffaf poşetten eski sarellenin kabına konmuş zeytinle kahvaltı bir harika. o sırada trt1de lesi başlıyor. ailede herkesin sevdiği dost köpek. değmesinler keyfinize.
    sofra toplandıktan sonra ablalar tarafından temizlik yapılacağı ve ayak altında dolaşmaman gerektiği tembihiye sokağa kovuluyorsun. evdeki zuladan sezonun favori oyunlarının gereçlerini alıp, öğlen yapacağınız maçı da hesaba katarak geçen haftalardan birinde pazardan alınmış ama daha şimdiden pis burun vurduğun veya vurmaya çalıştığında yanlışlıkla yere sürttüğün için ucu hafif açılmış ama “biraz daha açılırsa baliyle yapıştırırım” dediğin lescon halısaha ayakkabınızı giyip fırlıyorsun. kısa bi süre içinde mahalledeki evlerin hemen hemen hepsinin kapılarından aynı seramoniyle yollanmış arkadaşlarınla parkın yanındaki, top oynamaktan verimliliğini kaybetmiş, artık üzerinde çim çıkmayan kıraç toprak arsada buluşuyorsun.
    öğlene kadar türlü çeşit oyun oynanıyor. tam 12 de dün sözleştiğiniz gibi komşu mahalleyle mahalle maçınız var. mahallenin en çok sektirenlerinden biri takımda kimin olacağına karar veriyor. siz yoksunuz. ama “merak etmeyin, herkes oynayacak” diyor. ikinci devre, dışarda kalanlarla, kötü oynayanların değişeceğini söyleyerek hem takımı motive ediyor hem de gönül kırmıyor. tamam diyip kenara geçiyorsun. maç başlıyor. kural basit 5te devre 10da biter. ortak kararla 1 yada 2 uzatmaya gidebilir. kıran kırana geçen maçın sonucu sizin lehinize bitiyor. ikinci devre defansa geçen senin de payın büyük bu galibiyette. diğer mahalle takımını centilmence uğurluyorsunuz.(ya da karşı takım yeniyor. küçük bir kavga oluyor. mesele uzamadan bikaç tehtidle kaçışıyor oteki mahallenin çocukları.)
    ev sahaya yakın olsa da mahallenin çeşmesine 1. kanım, 2. kanım nidaları eşliğinde koşuyorsunuz. çeşme başında kana kana içilen sudan sonra maçın veya kavganın küçük bi kritiğini yapıp öğlen yemeği için eve dağılıyorsunuz. ace kokan ve tertemiz olmuş evinize geldiğinde dün akşamdan kalan yemek ve pilav ısınıyor. yemekten sonra pazara gidilecek anneyle. malum ay sonu olduğu için çok şey alınmayacak. o yüzden pazar arabası götürülmeyecek pazara. ama yine de çok sayıda poşeti taşımada yardımcı lazım. he belki hesaba uygun bir şeyler bulunursa sana diye, denemen için orda olman gerekiyor. yorucu ve pazarcı-anne arasında geçen bi ton muhabbetli , babaya selamlı sohbetten sonra eve dönüyorsun. akşamüzeri olmuş. akşam için pazardan alınanlarla ablalara yemek hazırlatılıyor. o sırada pazar banyo günü olduğundan annen banyo sobasını yakıyor. küçükten büyüğe sırayla girilen, anne tarafından yaptırılan veya en azından sırt keselenilen, her çıkan bir öncekinin sıcak suyun hepsini kullandığı şikayetiyle çıkıp odadaki sobanın arkasına koştuğu ve en son annenin çocuklara; ”ben banyodayken sofra hazır olsun” telkinleriyle girdiği banyo seramonisi bitince sofraya oturuyorsun. yemek keyifle yenip sofra toplanıyor. telde kuruyan önlükler, yakalıklar ütüleniyor. sen de o sırada cumadan pazartesiye verilen matematik ödevini bitiriyorsun. sobanın üzerine koyduğu suyun kaynaması ile bizimkiler’in başlaması aynı ana denk geliyor. biri kalkıp hemen çayı demliyor. demlik, kaynayan suyun püskürmemesi için altındakini tam kapatmayacak şekilde konuluyor. ve o güzelim dizi bitene kadar bir kez daha altına su ekleniyor. bu arada dizi ortasında kardeşlerden kurayı kaybedenin büyük fedakarlıkla sıcacık odadan, buz gibi mutfağa ışık hızıyla gidip getirdiği ve tek seferde soymak için uğraşılan ama soyulamayan portakal kabukları da soba üzerinde iyice kurumuş. sen onları soba deliğinden atıp yanmalarını izlerken annenler yatak, döşeği seriyor. yan odada buz gibi olmuş yorgan biraz ısınsın diye bekleyip, ısındıktan sonra annenin paha biçilmez öpücüğünü alıp, ışıkların kapanmasından hemen önce atlıyorsun içerisine.
    ışıklar kapanıyor…
    yorganı burnuna kadar çekiyorsun…
    güzel yarınların hayalini kurarken dalıveriyorsun uykuna."
151 entry daha
hesabın var mı? giriş yap