1 entry daha
  • her ne kadar "godot'yu"nun okunuşu beni gülümsetse de, bu oyun, umut eden, umutlu olduğundan dolayı bağlanan; cesaretsizliğinden istediklerine hareketlenemeyen, yaşamak isteyen, seven ama bunu kendisine itiraf edemediğinden yakınında bulduğu, herhangi bir nesneye/anlama bağlanarak yaşamaya dewam eden insanların absürd trajedisidir çok zaman...

    oyun 5 karakterin etrafında döner: estragon, vladimir, pozzo, lucky ve bir çocuk... estragon ve vladimir zaten -gelip bütün hayatın bir açıklamasını yapması için, tanrı'nın bütün olan biteni açıklaması gibi- godot'yu beklemektedirler, bu bekleme sürecinde pozzo ve lucky ile karşılaşırlar, çocuk ise godot'tan haber verecek olan ulaktır... varlığını hiç bilmediğimiz halde umuttan veya korkudan beklediğimiz tanrı gibi beklenir godot. her umutlu insanın sanrıları gibi, "efendi pozzo"yu godot sanmaları çok da doğaldır aslında... tanrı'nın arada bir bize peygamberlerle, kitaplarla "sabredin, bekleyin" umudu vermesi gibi gelir veya gönderilir çocuk ve "umut etmekten vazgeçmeyin" der... ben bilirim ki umut edilen hiç bir şeye "tastamam" kavuşulmaz, ama umut edilen herşeyden dersler alınabilir, başka kazançlar sağlanabilir; ve bu kazançlar "umut ettiğime kavuştum" maskesi ile algılanırlar "umutlu" tarafından...

    ıssızlıkta, herkesin etrafında bazı anılara nail olmak isteyeceği, "düz bir tepe üzerinde tek bir ağaç" çevresinde geçer... bu ağaç bazen yaşam, dünya, erkler kadar büyür. bekleyenler robinson veya her benzer hikaye kahramanı gibi, bazen bulundukları yeri ve zamanı unutur, keyifli anlar yaşar, bazen hayatlarını sorgular, bazen pes edip gitmek isterler; yine de umuttan, cesaretsizlikten; gidip ne yapacaklarını bilemediklerinden gidemezler, neden beklediklerini kendilerine asla itiraf etmezler.

    estragon umutsuz bir unutkandır, vladimir usturuplu, biraz daha desturlu, düşünen tartan bir kişidir ama ikisi de yoksunluklarla dolu bir hayat yaşamaktadırlar.vladimir gururlu ve daha umutludur...

    vladimir ve estragon'un beklerken karşılaştıkları pozzo, "burası benim mülkiyetim" gibi sözlerle iktidarını kabul ettirme çabasındaki bir çok bireysel veya tüzel varlığı temsil edebilir... estragon pozzo'ya amiyane tabirle "prim" verirken, vladimir ona itibar etmez.

    lucky daha çok bir dalkavuk edasında; zaten "efendi" sahibi olmak biraz da dalkavuk olmayı gerektiriyor fakat lucky bunu sindirmiş; o da ortada kalmamak için, çaresizlikten, pozzo'nun bütün alaylarına, kibirine katlanıyor. lucky eskiden çok şen şakrak, eğlenceli, muhabbeti bol bir kişiyken izlediğimiz zaman diliminde susmuş görünüyor. pozzo buna tawırlı, çünkü, insanlardan, etrafta ne olup bittiğinden haberdar olan ve bunu pozzo'ya anlatan lucky susunca, pozzo'da dış dünyadan kopuyor, onların arasına karışmayı ve seviyelerine inmeyi kendine yediremiyor ama bu şekilde de nabza göre şerbet veremiyor, "acil önlemler paketi" hazırlayamıyor, faydalanamıyor. dalkavukluk lucky'nin canına tak edince kendini birilerine sevdirmek, kanıtlamak için bu defa olanı biteni dışarıdakilere anlatıyor, efensinin ajanlığını yapıyor; bir çok insanın kısılı kaldığı boşboğazlık içinde debelenip duruyor.pozzo kör olunca, ona boşboğazlık şansını tanıyan hiç bir şey kalmıyor; hayatlarını başkalarının "görüşleri" üzerine kurmuş dalkavukların ne kadar kolay hiç olduklarını görüyoruz.

    güldürürken düşündüren, düşündürürken güldüren -absürd- akımından bir oyun olan "godot'yu beklerken", bir çok yazının, yazarın, sergilenen bir çok şeyin yapmak istediği gibi "ben kimim", "ne işim war burda", "yoksa ?" gibi ünlemler yaratmak istemiştir ve bittiğinde hepsine sahiptir... kimi vladimir, kimi estragon, kimi ise kendini neo, floyd, simon yerine koyar, bir kaç gün boyunca sorgularlar, bu bir kaç gün bazen bir hayat boyu sürer; ne yazar bilir godot'un gelip gelmeyeceğini, ne de kahramanları.bu sorgulama hafiften esneyince, yine herkes kendi "godot'yunu" beklemeye başlar... bugün öyle godot'ydun ki, ben umutlu olmasam var olmazdın.
130 entry daha
hesabın var mı? giriş yap