88 entry daha
  • 1997 senesiydi. tiyatro aşkıyla yanıp kavruluyordum. ilkokul ve ortaokulda başladığım, sahneye çıkar çıkmaz büyüsüne kapıldığım tiyatronun "t" si konuşulsa kalp atışlarım hızlanıyor, uçurtma görmüş çocuk misali heyecendan ölüyordum.

    hazırlık sınıfındaydım. öğretmenime sene sonu için bir tiyatro oyunu hazırlamak istediğimi söylemiştim. o sene bir demet tiyatro fırtınası esiyordu. her karakterine ayrı ayrı hayranlık duyuyordum. ekranın başından kalkmıyor, 1988 senesinde babamın bir milyon tl ye aldığı teybe her bölümünü kaydediyordum. arkadaşlarımın da katkısıyla bir demet tiyatro skeçlerinden kolaj yapıp oynamıştık. ben hem yazmış hem yönetmiş hem de oynamıştım ve ortaya gerçekten iyi bir iş çıkmıştı. öğretmenlerim beni tebrik ediyorlardı. içimdeki yangın büyüdükçe büyüyor, sahnede ölme hayalleri kuruyordum.

    okul yaz tatiline girmiş adeta bir boşluğa düşmüştüm. okuldayken oyun oynamasam da konferans salonuna iniyor ve kendi kendime tirad çalışıyordum. huzur doluyordum. bir gün karşıyaka'da yürürken bir afiş gördüm; yılmaz erdoğan'ın sen hiç ateşböceği gördün mü oyunu 2 ay sonra izmir fuar açıkhava tiyatrosunda sergilenecekti. bir demet tiyatro karakterlerinin tamamı orada olacaktı. aklımı kaybetmiştim adeta. hemen eve gidip afişin üstündeki numarayı aradığımı hatırlıyorum. telefonun ucundaki ses bana en düşük bilet fiyatının şimdinin takriben 60 lirasına denk gelen bir tutar olduğunu söylüyordu. yıkılmıştım. onca parayı bulmam imkansızdı. annemden babamdan zaten isteyemezdim. 3 günlük yemek parasına denk geliyordu. zaten geçinemiyorduk. babam dışında çalışan kimse yoktu. beş kardeşin üçü okuyordu. nasıl isteyecektim. onu da geçtim olmayan parayı babam bana nasıl verecekti. hayatımda ilk defa bir başka okulun veya üst sınıfların oynadıkları haricinde bir tiyatro oyunu izleyecektim. televizyondan hayranlıkla baktığım o oyuncuların canlı canlı hareket edişini izleyecektim. ama nasıl yapacaktım? nerden bulunacaktı o para.

    annemin sigara paketinden yürüttüğüm cigarayı gece saat 3 sularında balkonun kuytu köşesinde ateşledim. kara kara düşündüm. izleyemezsem kahrolacaktım. bir daha ne zaman gelirdi kim bilir. diyelim ki geldi, yine aynı para olacaktı ve ben yine oyunun afişine kedinin ciğere baktığı gibi bakacaktım. bir mucize lazımdı bana.

    sigaramdan derin derin fırtlar alıp dumanın havaya karışmasını izliyordum. sokak lambasının ışığında dans ediyordu üflediğim her nefes. derken bir ses duydum. hemen sigarayı saklayıp hırsızlama durdum ve mutfağa doğru kulak kabarttım. acaba bir gelen mi vardı? hayır evden gelmiyordu ses. bir kez daha yineledi ve aşağıya baktım. tam karşı binanın en alt dairesinden 24-25 yaşlarında genç bir adam bana bakıyordu.

    - şişt! fazla sigaran var mı?
    + yok ama bulurum.

    içeri gittim. parmak uçlarımda yürüyerek annemin çantasını bulup bir cigara daha tırnakladım. balkona dönüp sigarayı o genç adama salladım. tam isabet!

    - ne oldu hayırdır niye uyumadın?
    + düşünüyorum
    - neyi?
    + bir şey işte...ama olmayacak.
    - neden?
    + para lazım abi
    - ne kadar?
    + ( o günün parasını hatırlayamadığım için bugüne karşılık geleni yazıyorum) 60 tl
    - ne için?
    + tiyatroya gitcem
    - çok pahalıymış!

    evet dedim ve başımı önüme eğdim.

    - ben atölye açtım. daha yeni. demir atölyesi. çırak arıyorum, benimle çalışır mısın?

    o an ufak bir şoktan sonra mutluluktan havalara uçtum ve teklifini kabul ettim. kara kuru bir şeydim. demir atölyesi belki ağır gelecekti bana ama ucunda tiyatro izlemek vardı. ertesi sabah uyanıp anneme söyledim. her ne kadar hayır dediyse de dinlemedim ve eski püskü bir pantolon alıp yola koyuldum. o genç demir ustası beni bekliyordu. beraber işe koyulduk. ilk başlarda bana kaynak yapmayı öğretti. hemencecik kaptım işi. sırma gibi kaynak çekiyordum 2 milimlik profillere. ustam gözlerine inanamıyordu. çok çalışmam lazım usta para lazım dedim. gelen her ufak kaynak işini ben yapıyordum. sonra almancı birinden büyük bir iş aldık. çeşme'deki yazlığına ferforje korkuluklar yapacaktık. ustam bana geldi ve senin ayağın uğurlu geldi dedi. bugün başka bir iş daha aldım dedi. gecemizi gündüzümüze kattık. korkulukların kaynak ve kelepçelerini ben vurdum. antipasını ben attım. boyasını ustam yaptı. gece yarılarına kadar durmadan çalıştık. kir pas içnde yorgunluktan bitik bir halde eve geliyor yıkanıp uyuyordum. rüyamda kendimi fuar açıkhava tiyatrosunun önünde buluyordum.

    ustam bana o parayı hatta daha fazlasını vereceğini söylüyordu. senin o oyuna gitmen için her şeyi yapacağız merak etme diyordu. işlerimizi teslim ettik ve paramızı aldık. ustam bana aylığımı verdi. oyuna hala bir ay vardı. o yüzden o paraya dokunmadan anneme verdim. evin ihtiyaçları tiyatrodan da önemliydi. yeni işimiz bir bahçe kapısıydı. yedi metre uzunluğunda sürgülü bir kapı. üstü malzeme dolu bir kapı. menteşesinin teki 15 cm olan bir kapı. gece gündüz didindik ve kapıyı tamamlayıp montajını yaptık. ustam bana bilet bitmesin diye aylığımı önceden verdi. beraber aldık biletimi fuar gişesinden. sevinçten deliriyordum. ustama sarılıp ağladım.

    ve nihayet büyük gün gelip çatmıştı. annem bana en güzel kıyafetlerimi giydirdi. kolonya sürdü boynuma. yola koyuldum. 2 saat öncesinden gidip kapıya dikildim. yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladı ortalık. orada demir bir kapı vardı duvarın yanında. yorulmuştum sırtımı dayadım. derken kapı açıldı ve dengemi kaybederek içeri düştüm. tam da demet akbağ'ın ayaklarının dibine...

    beni kaldırdı ve diz çöküp saçlarımı okşadı. sevinçten ve şaşkınlıktan dilimi yutmuştum. tek başına mısın dedi. evet dedim. meğer o kapı kulisin arka kapısıymış. beni içeri davet etti. işte en küçük en sevimli izleyicimiz dedi. herkesle tanıştım bir demet tiyatro kadrosundan. hala inanamıyordum olanlara.

    oyunun başlamasına az bir süre kala çıktım. bulutların üstünde yürüyordum. o sırada yeşil bir bmw hızla üstüme geldi ve son anda manevra yaparak durdu. oha be önüne baksana! dedim. arabadan cem yılmaz indi. iyi misin genç? dedi...ama ama ama cem abi ben...

    bana sarıldı ve beraber yürümeye başladık. flaşlar patlıyor, ben gözlerimi kırpıştırarak şaşkın şaşkın bir cem yılmaz'a bir gazetecilere bakıyordum. onun eli benim omuzumda tiyatroya girdik. tribünlere yürüyüp herkese selam verdi. ama beni hiç bırakmadı...

    ben tüm bu olanların bir rüya olabileceğini düşünüp kendimi çimdikleyerek yerime geçtim. ve oyunu izlemeye koyuldum. hem güldüm hem ağladım. oyun bitiminde herkes oyuncuları ayakta alkışladı ve evlere dağıldık. otobüsle eve dönerken huzurluydum, muyluydum...kalbim tiyatro aşkıyla dolup taşmıştı. cesaretlenmiştim. sanki bana bir el değmişti. demir atölyesinde kaynak parçalarıyla delinen ayaklarım, sıcak demiri yanlışlıkla tutarak yaktığım avuçlarım, demir döverken dermanı kalmamış kollarım, kaynak ışığıyla hastalanmış gözlerim mutluydu.

    eve gelip huzur dolu bir uyku çektim annemlere olanları deli gibi heyecanlanarak anlattıktan sonra. o yüzden bu oyunun yeri bende ayrıdır. değeri çok çok fazladır.

    evet ben bir kere ateşböceği gördüm...
848 entry daha
hesabın var mı? giriş yap