20 entry daha
  • korku filmi değildir. stüdyo bu filmi korku filmi olarak pazarlıyor. ama guillermo del toro röportajlarında defalarca kez belirtti. bu filmin korku değil, gotik romans/aşk filmi olduğunu dillendirdi. içinde hayaletler geçen, korkunç sahneleri de barındıran ama korku filmi olmayan bir film bu film. öte yandan sürprizsiz bir filmdir de. o yüzden muhtemelen aylar boyunca "sürprizi daha ilk dakikadan çözdüm," şeklinde entriler girilecek. onlara şimdiden söyleyeyim: filmde sürpriz yok zaten. yönetmen eline geçen bütün fırsatlarda öyküsünün sürpriz olabilecek taraflarını izleyiciye açık ediyor. dolayısıyla korku filmi olarak gidenleri içindeki az sayıdaki korkunç sahneleriyle, sürpriz bekleyenleri de sürprizsizliğiyle hayal kırıklığına uğratabilir. ben sevdim filmi. mekân kullanımı şahane. öyle enfes bir şekilde kullanılıyor ki mekân oradaki soğuğu hissetmek mümkün hâle gelebiliyor. dağın başında geçen everest'in yapamadığını yapıyor. öte yandan görüntü yönetmenliği de, renk paleti de, mia-tom-jessica üçlüsünün performansları da, müzikler de şahane. müziklerin filmin önüne geçmemesi de yerinde olmuş. teknik açıdan sıkıntısız bir film. guillermo'nun en iyi filmlerinden değil ama. izle, belki bir kez daha izle ve sonra unut. pan's labyrinth gibi ileride hep hatırlayacağım filmlerden değil ne yazık ki. belki de bunun nedeni sürprizsiz, düz bir öykü anlatıyor oluşu ve öykünün (yüzeyselliği yüzünden) film bitince izleyicinin üstünde bir etki yaratamıyor oluşu.

    spoiler

    yönetmen sürprizlerini hiçbir şekilde saklamak istemiyor. bu yüzden filmini bir kavgadan çıkmış gibi görünen, yüzü yaralı, elleri kanlı edith (mia) ile açıyor. dolayısıyla filmin sonundan alındığını tahmin ettiğimiz bu sahneden sonra kıza bir şey olmayacağını biliyoruz. nitekim de olmuyor. bir süre sonra jessica'nın çok az mimikle canlandırdığı lucille'ini görüyoruz. lucille cadı olduğunu adeta haykırıyor (yüzüyle). yani biz de edith'in rahmetli babası gibi bu iki karakterin (lucille ve tom'ın karakteri thomas) kötü olduklarını hissediyoruz. gerçi babanınki bir his, bizimki ise yönetmen sayesinde "bilme". yönetmen, jessica'yı az mimikle oynatarak, filmini mia ile açarak, daha sonra zehirli çayı gözümüze gözümüze sokarak sürprizsiz bir film yapmak istediğini ve yaptığını kanıtlıyor. yoksa istese jessica'yı hiperaktif bir şekilde oynatır, sonra bir bakarız ki meğersem cadıymış, caniymiş ve şaşırırız.

    belki de filmin tek şaşırtıcı tarafı enseste kayması. lucille ile thomas arasındaki sevgi bir sahnede aşka evriliyor. evet, sürprizsizliği yüzünden kısa bir süre sonra bu iki kardeşin birbirlerine fazla bağlı olduklarını fark ediyoruz ama ortada bir aşkın olması ensesti düşünmediğimizden şaşırtıyor. gene de kimileri bunun aşk değil sadece sevgi olduğunu da söyleyebilirler. bilemiyorum. thomas'ın lucille'in omuzlarına yüzünü gömdüğü o sahne ortada sevgiden daha fazlasının olduğunu düşündürtüyor. sürpriz deyip durdum. aslında sürprizli olmaması da yerinde bir karar olmuş. yoksa gene şaşırtmayabilirdi. zira bu zamanlarda artık çok az sürpriz şaşırtabiliyor. dolayısıyla bu kararı sevdim. sevdiğim diğer tarafsa fazla gözükmeyen charlie hunnam'ı kahramanlığa taşımaması. çoğunluk hunnam'ın tıpkı süper kahraman gibi gelip edith'i kurtarmasını bekleyecek. nitekim geliyor ama bir bok yapamıyor. iki yerinden şişlenip etkisiz hale geliyor. edith'i kurtaran onu öldürmeye yeltenen thomas oluyor. gerçi edith'in de mücadelesini azımsamamak gerek. film erkeği kahramanlığa taşımıyor, ki bu tarafını sevdim.

    öykünün sevmediğim tarafı arka pencere'nin bu haftaki sayısında güzelce dillendirilmiş: "film açık açık 'eski kıtanın hayaletlerine kanmayın' diyor; 'güzel ve sofistike bu hayaletler çürüyor ve giderayak ekmeğini pratik aklıyla kazanan onurlu amerikalıların kanını emmeye çalışıyor". yazıda filmin sevilmeyecek tarafı bu şekilde ifade ediliyor, ki katılmamak zor.

    bu arada emma stone'un rolü reddetmesine sevindim. zira mia bu karaktere daha çok yakışmış. zaten benzer gerilimli atmosferi barındıran jane eyre'de de benzer bir karakteri oynamış, altından da rahatlıkla kalkmıştı. burada da karakterin hakkını veriyor. her geçen gün de güzelleşiyor maşallah. bu rolü kabul etmesi iyi oldu da carol'ı reddetmesi kötü. carol'daki therese rolüne de belki de rooney mara'dan daha fazla yakışırdı. neyse, benedict cumberbatch'in yerine seçilen tom da doğru bir karar olmuş. jessica zaten her role uygun birisi.

    son not... dikkatli izleyiciler fark edecektir. filmin çoğu sahnesi ekranı daire şeklinde karartma suretiyle sona erdiriliyor. en azından ilk bölümdeki sahnelerde bu teknik daha fazla kullanılıyor. bu teknik günümüzde pek kullanılmıyor. del toro da hem öyküsüyle, hem mekânlarıyla, hem de efektsizliği ve bu tekniğiyle eski gotik korku filmlerine öykünüyor. o filmlerde de ekran daire şeklinde sıkça karartılırdı. bir not daha. bu hayaletli filmin merkezindeki edith'in hayaletli bir roman yazıyor oluşu da güzel bir ayrıntıydı. keza crimson peak'ini hayaletleri içinde barındıran bir aşk filmi olarak kurgulayan del toro'nun filmdeki editöre "şuna aşk ekle" dedirtip edith'in romanını reddettirmesi de, bir süre sonra sherlock holmes'luğu soyunan göz doktorunun (hunnam) muayenehanesindeki kitaplıkta holmes kitabının durması da güzel ayrıntılardı.

    spoiler
76 entry daha
hesabın var mı? giriş yap