14 entry daha
  • jane campion'ın, the piano'dan sonra yine bir kadını anlatacağı aklıma gelmemişti değil elbette vakti zamanında ama filmin adı ayan beyan "bir kadının portresi" olunca tamam demiştim, peki, sen bize kadınları anlatacaksın bundan sonra, e eyvallah.
    ama campion'ın, güçlü gibi görünen, öte yandan ne istediğini bilmeyen, ne istediğini bilse de (buradaki "ne"den kastım elbette erkekler malumunuz zira başka mevzusu yok) bunu elde edemeyen, elde edince de ezilip büzülen, erkeği* karşısında yerle bir olan ,"e biz ne anladık bu güçten" şeklinde düşüncelere gark eden kadın karakterlerinden ve o karakterin karşısında kötü ama çok çekici, kadınını* bir öpüşüyle titreten, korkutan, hayran bırakan ama yine boktan karakterli erkek tiplemelerinden bıktım usandım şahsen.
    mevzuyu bu açıdan the portrait of a lady'e indirgersek şayet, çekildiği dönem itibarıyla ilgimi çekmişti, evet, çünkü campion'un her defasında bu orijinal(!) kadın tiplemesini izleyiciye yedireceğinden bihaberdim.
    fakat şu durumda film hakkında söyleyebileceğim tek şey, klasik jane campion filmi olduğudur. yönetmenin, karakterleri marifetiyle tutturduğu hikayeleri beğenen elbette beğenir ama ben artık yemiyorum, kabak tadı verdi zira.
18 entry daha
hesabın var mı? giriş yap