• ruhumda beni sıkılgan evlatlıklara, kimsesiz ve de pek güzel olmayan ama zeki ve de olgun mürebbiyelere, iyiliğinin farkında olmayan insanlara çeken güçler yüzünden jane austen'ı sevmem, romanlarındaki baş kadın karakterlerle kendimi özdeşleştirmem allahın emriydi; 1814 yılında, yirmi beş yaşındayken yazdığı üçüncü romanı mansfield park da bir istisna olmadı.
    adı bu aralar bridget jones diary ile pride and prejudice (ki bu romanı sadece yirmi bir yaşında iken yazmıştır, ah) arasındaki paralellikler sebebiyle sıklıkla anılan jane austen benim hoşuma giden tarz bir zekanın, çok sevimli, ironiyle yüklü bir mizah anlayışının sahibi ve ince gözlem yapma sanatının ustasıymış fikrimce.
    mansfield park ise onun altı romanı içinde genelde en az sevileni olmasına rağmen bence hiç de kötü değildir. başkahramanımız fanny price, utangaç, ürkek, sessiz, fiziksel yönden zayıf, güvensiz ve de çok iyi kalpli bir kız çocuğu olarak çıkar karşımıza romanın girişinde, ki yalnızca çok az değişecektir bu özellikleri ilerleyen sayfalar, ilerleyen yıllar boyunca. jane austen ve eserlerine adanmış mail gruplarında bir dizi atışmaya sebep olacaktır fanny'nin bu gereğinden fazla hisli, silik, sıkıcı, ezik hali, ve bir de sürekli haklı çıkması. bu tartışmalarda benim konumum ise elbette -bildiğim başka hiçbir kadın kahramana benzemeyen- fanny'i sevenlerin yanı olacaktır.
    fanny küçük yaşta fakir ailesinin evinden ayrılıp varlıklı teyze ve eniştesinin, bertramlar'ın mansfield park'taki malikanesine gider. orda onu bekleyen iyi niyetli, fakat miskin ve ilgisiz teyzesi lady bertram; müthiş çizilmiş bir karakter olduğunu düşündüğüm, işgüzar, cimri, fırsatçı ve sevimsiz diğer teyze mrs. norris; aile babası tipinin başarılı bir örneği, içten içe sevecen, ama uzaktan korkutucu enişte mr. bertram; ailenin güzel, şımarık ve sosyetik yaşam dışında her şeye karşı ilgisiz kızları maria ile julia; içinde kötülük olmayan, ama sefahat düşkünlüğü, havailiği ile ailesini zor durumlara düşüren tom; ve de fanny'nin en büyük destekçisi, kendisinden en çok şefkat gördüğü, en fazla şey öğrendiği, olgun, iyiler iyisi edmund'dur (ki bilin bakalım fanny içlerinden hangisine aşık olacaktır ilerde).. yılların fanny'nin ve okuyucunun karşısına çıkarttığı womanizer ruhlu ve fanny'i kendine aşık etme oyununa başlarken içine düşeceği tuzaktan bihaber mr. crawford'u ve onun kızkardeşi, güzel, zeki, hoşsohbet, ama inceden kalpsiz, ama inceden maddiyatçı, ama edmund'un gözlerini kör eden mrs. crawford'u da atlamak olmaz.
    baştan sona anlatmak istemem elbet, austen'ın bu içinde barındırdığı temalar yönünden en çeşitli, toplumsal meselelere değinmeye en fazla özen göstermiş olduğu söylenen romanını.
    aşık olduğu insanın bir başkasına olan tutkusu yüzünden çektiği acıları büyük bir arkadaşlık hissiyle gelip kendine anlatmasını dinlemek zorunda kalan bir genç kızın dramından tutun da, çocuk yetiştirmenin önemine; görünüşlerin ne kadar aldatıcı olabileceğinden, köle ticaretine ve sosyal sınıfların hayatın her alanındaki rolüne dek bir dizi nokta var parmak basılan. edebiyatın en büyük manası olarak gördüğüm insanı anlamaya yönelik binbir türlü zarif gözlemin de yeri ayrı.
    kitabı türkçe'ye çeviren nihal yeğinobalı anlaşılan o ki, kendi yazdığı kitaplara başlık bulmaktan öyle bir haz alıyor, öyle bir doyamıyor ki buna; jane austen'ın romanlarının başlıklarını da gönlünce değiştirmeden edemiyor. aşk ve gurur'a dönüşmüş bir pride and prejudice'in, kül ve ateş'e dönüşmüş bir sense and sensibility’nin ardından bir umut parkı geldi. ama çevirisine laf edemem yeğinobalı’nın, hayır.
    on-on bir yaşlarında ve besleme ruhlu genç kızlara okutulursa ağır vaka austen fanatikleri yaratılabilir diye düşünüyorum. seviyorum.
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap