1 entry daha
  • --- spoiler ---

    evet, doğanın da mantıksal bir iskeleti var. ve o mantıksal iskelet kavramsal bir iskelet ve kavramsal bir bağıntı, dizge yapısı. iskelet yerine dizge diyeceğiz. yani doğanın ussal olması aynı zamanda doğanın bilgisinin olanağı. çünkü iki tane logos vardır diye bir düşünce yok klasik felsefede. bir yanda insanda bir logos, diğer yanda doğada bir logos. yani logosun nesnel olarak var olduğunu söylerken kullandığımız logos sözcüğü aynı zamanda insanın kendi logosu. anaksagoras’a dönersek nous evrenin temelidir, derken kullandığı sözcük insan nousuyla aynı şeyi anlatıyor. o şunu demiyor: insanın öznel usu evreni yaratır, ya da evreni biçimlendirir, demiyor. materyalistler böyle anlamak istiyorlar, ya da başka türlü düşünemiyorlar. bu biraz önyargılı bir yaklaşım ve geçersiz. ama anaksagoras’ın terimlerine dönersek, genel olarak anlık, zihin ya da us olarak çevrilebilen öznel nousun, öznelliğinin yanında nesnelliği var. yani evrenin özü/temeli noustur demek, evren yasaldır demek, evrende doğa yasaları egemendir, ya da bulunur demek.

    [bir katılımcı:logos orda kendini doğa yasası olarak, ya da tinsel alanda tin yasası olarak kendini ortaya koyuyor ama burda karışmaması gereken şey, orda doğa yasası olarak kendini ortaya koyan şey de sonluda değil aslında. o her zaman ve her yerde. ama orda ona tabi olan fenomen zamanda. bu başka bir şey.]

    bunların hiçbiri bi çırpıda yanıtlanıp geçilecek konular değil. mesela logosun doğayla ilişkisi nedir, tinle ilişkisi nedir? hatırlarsanız benim geçen hafta ortaya atıp yanıtlamaya çalıştığım soru da buydu: mantık biliminin doğa ve tin alanıyla, ya da felsefeleriyle ilişkisi konusu… bu önemli bir soru, burda bir yineleme falan yok, bunlar her zaman gündeme gelebilecek sorular. ama her gündeme geldiğinde değişik açılardan yaklaşabiliriz. yani bu konular kolay çözülmüyor. yani doğal bilincin — felsefi olmayan bilincin yani — daha önce kurduğu o biyokimyasal bağlantılar, kimyasal bağlantılar, sinapslar vs., bunlar nedense bi çırpıda çözülüp yerine yenileri gelmiyor. neden bu iş yavaş oluyor? çünkü o yapılar bir sistematik bütün oluşturuyorlar kendilerinde. yani bizim kişiliklerimiz aslında, entelektüel kişiliklerimiz diyelim buna, ya da duygusal kişiliklerimiz, birer sistem. az çok tutarlı. bütünüyle tutarlı diyemeyiz ama genel olarak tutarlı demek zorundayız. aşağı yukarı bir sistem diyebiliriz. (neden sistem diyebiliyoruz bu doğal bilinç yapılarına) çünkü bir ögeyi çürüten bir başka ögenin olması olanaklı değil. çünkü mesela bir insan hem faşist bir ideolojiyi benimseyip hem de özgürlüğü benimseyemez. veya hem ahlak yoktur deyip hem de moral olarak davranamaz. ya da aynı zamanda da (ahlak) vardır diyemez. ya da (doğal bilinç) bunları yine de yapıyorsa o zaman bunları biraz önce bahsettiğimiz yanlış bağlantı pahasına yapıyor demektir. mesela marx "ahlak yoktur” diyor, “metafiziktir" diyor. ama görünüşte insan için en ahlaksal önermeyi de kendisi getiriyor, ve diyor ki: “insanlık sınıfsız topluma ulaşmalıdır, sömürü olmamalıdır, insanlar eşit ve özgür olmalıdır vs.”. bu en yüksek moral ilke. bütün bunlar insana tam varoluş hakkı verilmelidir anlamına gelen sözler bunlar. ama bu kişi aynı zamanda da ahlak metafiziktir diyor. burjuva önyargıdır vs. diyor. bu bağlantısızlık (tutarsızlık) onun entelektüel zayıflığını ya da yetersizliğini gösteren bir şey. ve bu, onun kafasında yine de bir sistem olmadığı anlamına gelmiyor ama doğal bilinç bu sistem konusunda çok yetersiz, çok zayıf olabiliyor. ve postmodernler bu işin doğal olarak böyle olduğunu söylüyorlar ve tutarsızlığın kural olduğunu söylüyorlar. çünkü logos zaten yok onlar açısından. o yüzden örneğin salman rüşdi'ydi (galiba) dimi. onun bir sözü var, ve “ben” diyor, “pekala bilincimde birbirleriyle çelişen ögeleri bir arada tutabiliyorum” diyor. orda içerik konusunda — yani hangi iki çelişik önermeyi/ögeyi kasdettiği konusunda — örnek vermiyor tabii ama o tutarsızlığın insanın normal durumu olduğunu söyleyebiliyor. postmodernizme bu yüzden şizofreni deniyor. çünkü orda artık ussal iletişim ya da ussal diyalog ya da uslamlama, bildiğimiz anlamda yürümez. çünkü uslamlama yapabilmek için usu hiç olmazsa doğal olarak bırakmak gerekiyor. işletmek gerekiyor. ama bunlar bilinçli olarak usu bloke ediyorlar. ve o yüzden şizofrenik diyorlar kendilerine, çünkü şizofreni us bozulmasından başka hiçbir şey değil. paranoya, şizofreni değil.

    [bir katılımcı: ama bunu fark etmeleri de aslında ussal olduklarını göstermez mi?]

    güzel bir soru. ama onu da kabul etmiyorlar. etmemeleri de gerekir, çünkü ussal olmamak onların amaçları. mesela yukarda verdiğimiz örnekte salman rüşdi — zihninde bir arada tutabileceği iki çelişik önermeyle — bence “ben hem hint kast sistemini hem de ingiliz demokrasisini savunabilirim”i kasdediyor. ben ikisini de pekala savunabilirim, diyor. bunu neden yapıyor? bunu yaptığı zaman bir rahatlama ve gevşeklik içine girebiliyor, çünkü kendi ülkesi kast sistemi altında varlığını sürdürüyor. öte taraftan, bir demokrasi içinde yaşıyor, bir kastın ne kadar irrasyonal ve insana yakışmayan bir şey olduğunu biliyor. ki bu söylemiyle — ben pekala bilincimde birbirleriyle çelişen ögeleri bir arada tutabiliyorum sözleriyle — hem bir hindu olarak inekleri koruyan ama gene de ülkesini de gerilikten kurtarmak isteyen gandi’yi aklamış oluyor, hem de içinde yaşadığı ingiliz demokrasisini aklamış oluyor.
    --- spoiler ---

    16 0cak 2009 mantık bilimi dersleri / aziz yardımlı.

    not: parantez ve tire içi olan kısımlar benden. köşeli parantez içinde olanlarsa katılımcıların araya girişleri.
hesabın var mı? giriş yap