893 entry daha
  • aşağıda sabahattin eyuboğlu'nun 945'de "mektup" biçiminde yazdığı, orhan veli'ye seslenen bir yazısını okuyacaksınız. eyuboğlu, o dönemin yadırgayıcı ortamına, "garip" akımını suçlayan eleştirelere karşı koyarak orhan veli şiirine anlayış ve sevgi dolu bir yaklaşımla bakıyor.

    "senin vazgeçemediğine biz galiba her giin biraz daha fazla bağlanıyoruz. kitabın eşin dostun elinde. ezberlenemez sandığımız şiirlerinden birkaçını nefes alır gibi okuyoruz artık. fazla hayran olmağa gönlümüz varmıyor: bizi hayran gördüğün gün başka iklimlere göçedeceğini biliyoruz.

    roman kahramanı postacı istanbullarda arayıp bulamaz diye mektubumu gazeteye veriyorum. bu vesileyle, tanıdığımız tanımadığımız bazı şiir karakuşlarına da söz atmış oluruz. şiirlerini hiç ciddiye almayan ya da "ne günlere kaldık" diye öfkeyle okuyanları üzmeyelim. bırakalım okusunlar mehmet akif*'lerini; mısır filimlerine gitsinler; şairaneyi şiir sanmakta, cicili bicili benzetmelere, buluşlara dudak ısırmakta devam etsinler. hiçbir devrimi benimsemeden devrimci geçinmenin kolayını da bulmuşlar: ölümlü dünyada keyiflerine baksınlar. zaten fazla üstlerine varmağa gelmez; insana kızılcığı yapıştırıverirler. söz atmak istediğim onlar değil. bereket, devrimi gerçekten benimsemiş,yeni anlayışlara varmış dostlar da var. yeni olmanın hazziyle handan hamamdan geçen, eskisiyle rahatları pahasına savaşan coşkun ruhlar günden güne artıyor. birçok yazılarda yeni insanın öfkesini, sabırsızlığını, sevincini buluyoruz; gelgelelim, şiir konusunda, onlar da her zaman yeni ile eskiyi, sahte ile gerçeği ayırdedemiyorlar; karakuşluğa, softalığa; hattâ bazan,farkına varmadan eskiliğe düşüyorlar.

    orhan veli'nin şiirleri iyiymiş, hoşmuş; ama canım, ciddi değilmiş. şakayı tadında bırakmalıymış. insanlık ecel teri dökerken, seksen çeşit sorun ruhları allak bullak ederken seninki bunca yılın hatimesiyle, şıngır mıngır yaylılara binmiş ya da urumeli hisarı'na oturmuş, oturmuş da bir türkü tutturmuş. herkes şairden yeni zamanların sesini beklerken orhan veli biraderimiz rakı şişesinde balık olmak sevdasında.

    nasıl anlatsak bu dostlara ki, şiirde yeniyi bulmak, yeni zamanların sesini vermek, her şeyde olduğu gibi, bir zanaat,bir erbap işidir? sanıyorlar ki şiire yeni insanın duygularını, düşüncelerini, isteklerini koydun mu, şiir yeni oluverir. görmüyorlar mı birçok yeni duygulu, yeni sorunlu, yeni dilli şiirlerin havadis misali bayatladığını, yeni insanı doyuramadığını, dillere destan olamadığını? niçin geometride, felsefede ya da terzilikte, boyacılıkta yeniyi bulmanın nelere bağlı olduğunu biliyorlar da şiirde lâfla, efkârla peynir gemisi yürütmeğe kalkıyorlar. ciddiliği şairin işindedeğil, sözünde arıyorlar. şiir de bir yapı işi; duymakla,düşünmekle, âşık olmakla, sarhoş olmakla iş bitmiyor ki.

    böyle dedin mi, kızıyorlar; "söylediği nedir ? sevdiği nedir ? istediği nedir? bize bunlar gerek" diyorlar. elbette gerek bunlar; ama şair bunları bize yapısiyte (yapı da deyince vezin, kafiye gibi şeyler anlaşılıyor; nasıl demeli bilmiyorum), kendi zanaatının diliyle,kelimeleri seçmekte, dizmekte, yeni bir söyleyiş bütününe varmaktaki ustalığıyla söylüyor. nutuk söyler gibi, konferans verir gibi, makale yazar gibi konuşmaz elbet. ondan isteyeceğimiz yeni düşünceleri söylemek değil, kendi işçiliğinde bu düşüncelerin düzeyine gelmektir.insanlık sanatçıdan çok şeyler bekliyor ruhları değiştirerek, dünyayı başka dünyaya iletecek belki onlardır. ama bunu yeni düşünceleri birer birer söyleyerek yapmayacaklar; öyle çok uzun sürer. sanatlariyle düşüncemizin eski alışkanlıklarını değiştirecekler ; kafamızı, yeni düşünceleri kendiliğinden bulacak hale getirecekler. bir oyun seyrediyoruz sanarken belki bir ölüm kalım sorununun ilk düğümünü, farkına varmadan, çözmüş, dünyaya başka türlü bakmak hevesini, gücünü kazanmış olacağız. insanlar, öğüt verme yolunu tutan sanatçıyı niçin insafsızca terkediyorlar ? onu öğüt vermeye lâyık görmediklerinden değil her halde; öğüt sanatın kendisinden daha az doyurucu, daha az yükseltici de ondan belki. bir şiire söylediği düşünce kadar değer vermek, bir dostu işimize yaradığı ölçüde sevmekten daha az çiğlik değil. elbette her şiirde az çok değerli bir düşünce vardır; ama bütün değeri söylediği düşüncede kalan şiire acınır doğrusu. hangi güzel şiir kendi anlamının üstünde, daha geniş, daha zengin anlamlar yüklenmemiş, her okudukça bizi umulmadık yeni düşüncelere götürmemiştir?

    şairden olgun bir dünya görüşü istemek hakkımızdır elbet; hattâ bu görüşün kendimizinkine uymasını da isteyebiliriz; ama şair onu söylediğinden çok söyleyişiyle anlatıyor; düşündüklerini söylemiyor, bizi o düşüncelere götürecek yola sokuyor. söylediği ne olursa olsun söyleyişine öyle bir tat veriyor k i, bu tadı ancak belli bir düşünüş çevresindeki insan verebilir. nasıl ki resim, müzik,mimarlık eserlerinde de hiçbir düşünce söylenmediği halde bir düşünce seviyesi, bir dünya görüşü vardır. karakuşlar sanıyor ki orhan veli'nin düşündükleri, şiirlerinde söylediklerinden ibaret. bilmezler şiir söylemenin düşünce söylemekten ne kadar daha zor olduğunu, iş "dır dır." lı cümlelerle dünya ve insanlar üstüne yargılar vermeye kalsın; orhan veli de değirmende ağartmadı ya bu sakalı. korkarım karakuşlar yaya kalır. ama şair işinin başka iş olduğunu bilir ; düşündüklerini söylemektense, ya hayatında, ya şiirinde, duymak veya yapmak sevinciyle yaşamayı tercih eder. karakuştuk başka şairlik başka.

    şair durup dururken söylememiş şu sözü:

    ey hâce lisan —ı suara başka lisandır

    şair, bu dilden yalnız şairler anlar demek istemiyor; şair insanlara "hâce"ninkinden başka bir dille söyler diyor. bu her insanın, isterse, dinlerse, dinlemesini bilirse kavrayacağı bir dildir; ama biz yalnız "hâce" nin dilinden zevk almağa karar vermişsek, şair ağzıyle kuş tutsa boşunadır. zaten sanatın bize bildiklerimizi tekrarlamasını, bizim istediğimiz gibi olmasını istedik mi sanatı gerçekten bir ihtiyaç saymıyoruz demektir...

    deli eder insanı bu dünya bu gece,
    bu yıldızlar, bu koku
    bu tepeden tırnağa
    çiçek açmış ağaç.

    sen böyle söylüyorsun. onlar şöyle söylemeni istiyorlar: dünya tanrıların değil artık; dünya insanların, bizim.ulu doğa tapınağımız sensin artık. .yeniden kardeş olacağız sende: yeniden doğacağız sende: yeniden fethedeceğiz seni, göklerini,gecelerini, kokularını, baharlarım. düşüncemizi soyacağız köhne elbiselerinden, cılız sevgilerinden. senin sofranda, seninle sarhoş olacağız. nur topu arzularımız, pırıl pırıl sevinçlerimiz olacak.kendimiz kuracağız kendi cennetimizi... çevir çevir söyle. evet, yeni insanın dünya sevgisi bu ağızla da anlatılabilir; ama bu şiir olmaz ki. olsa olsa senin şiirinin bir çeşit yorumu olur. buna düşünce süslemeciliği de diyebiliriz"bir roman kahramanı", " giderayak", "eskiler alayım" şiirlerin bu dile dökülecek olsa her biri istenilen uzunlukta birer destan olabilir; içlerine girmedik düşünce kalmaz. bu da faydasız bir iş olmaz; ama hevesliler yapadursun bunu. usta şairin işi süslemek değil, süsleri atıp öze, yalın söyleyişe varmaktır.

    .. inanmayan sana sorsun rahat söylemenin güçlüğünü; neleri atıp şu sözlere vardığını:

    "istanbul'da boğaziçînde/bir fakir orhan veli'yim ..."
    "bir tren sesi duymaya göreyim/iki gözüm iki çeşme."
    " karnım tok, sırtım pek/ ver elini edirne şehri." .
    " çadırımın üstüne yağmur yağıyor/saros körfezinden rüzgar esiyordu. . . "

    bu söyleyiş rahatlığına varmak için türk şiirinin tanzimattan beri çektiğini liselerde edebiyat öğretenlerle öğrenenlere sorsunlar. zavallılar, yeni edebiyatın kurucuları saydığımız hâmit,namık kemal, tevfik fikret, ahmet haşim gibi daha dün göçmüş şairlerde birkaç batılı düşünce bulup göstermek için ne garip, ne yapmacık, ne insafsızca keyif bir dili çala lügat söktürmek zorunda kalıyorlar. yeni düşünceyi, yeni duyguyu herkesin bildiği dille söylemeğe güçleri yetmemiş, her yeni kavram için yeni bir söz uydurmuşlar.. sadece güçleri yetmediği için değil, çok kere de yeni şiir anlayışına yaramadıkları için böyle yapmışlar.

    ne gariptir ki şiirde üstad'ın, nâzım hikmet*'in, necip fazıl*'ın, ahmet hamdi*ahmet hamdi tanpınar'nin, senin, melih*'in, oktay*'ın, cahit sıtkı:cahit sıtkı tarancı'nın, dağlarca:fazıl hüsnü dağlarca`'nın çoktan vardığımız söyleyiş rahatlığına nesirde nurullah ataç'la daha yeni varıyoruz. yazı cümlemizin kördüğümünü çözen o oldu. özellikle son yazılariyle, bizim için asıllarından da değerli olan çevirileri türk nesrinin bir dönüm noktasıdır. cümlenin bünyesini değiştirmek, edebiyata yeni düşünceler getirmekten daha güç, daha geç oluyor. bize bu rahat, yalın, kaçamaksız cümleyi, yeni düşüncenin ince kıvrımlarına girebilen bu yatkın söyleyişi getirinceye kadar o da ne sıkıntılar çekti kimbilir. artık hep onun gibi yazmağa çalışacağız ve tabii bu devrimi de kendilerine mâletmek isteyenler, biz bunu çoktan yapmıştık diyenler olacak.

    sözü uzattık. mektubumu senin hiç de hoşlanmadığın speculation'lara boğdum. karakuşlara söz atayım derken, kendim de bir hayli karakuşluk ettim. ankara'ya ne zaman geleceksin? asfalt kızmağa başladı. eski dostlar düşman oldu, ama ağaçlar gene çiçek açıyor. söylenecek türkülerimiz, beklenecek mehtaplarımız var.

    "sabahattin eyuboğlu
712 entry daha
hesabın var mı? giriş yap