3 entry daha
  • bir gün geniş bir daire çizdik arabayla -> kılıçkaya, yusufeli, ovit dağı, rize, arhavi, ardeşen, hopa, artvin, yusufeli, kılıçkaya...

    dört kilise’den ovit’e kadar pirinç tarlaları, ova köyleri eşlik etti bize. dağlık bölgelerde, evleriyle tarlaları arasında nehir olan insanlar (aslında bu coğrafyada her şeyle her şey arasında nehir var bir şekilde), küçük teleferikler kurmuşlardı kendilerine, hiç de fena değillerdi hani tekerlekli mekanizmalı falan. evet elle bir takım çabalar gerekiyor karsıya geçmek için ama olsun, epey eğlenceli olmalı (tabi buraya gezmeye gelmiş insanlar için). ovit dağı (sonu –vit’le biten isimler bize ermeni dilinden geçmiş isimlermiş) ve onun yayla köyleri inanılmazdı, ben o kadar koyu renkli ağacı itiş kakış bir arada görmemiştim, iğne atsan iğne kendine yabancılaşıp topluma uyarak çam ağaçlarının iğnelerinden biri haline gelirdi herhalde. ağaçlardan, kayalardan, dağlardan her yerden su fışkırıyordu, sanki doğa sıcaktan patlamış, buram buram terliyordu. evler nerdeyse doksan derece açılı yamaçlara kuruluydu ve çatıları bulutların içindeydi. doğa içinde kaybolmak istermişçesine, onun içinde sırıtmadan çok şirin evler yapmışlar insanlar dağlara. önlerinde çay bahçeleri, tabi aile çay bahçeleri değil. insan düşünmeden edemiyor, bu insanlar doktora ihtiyaç duyduklarında ne yapıyorlar diye, belki de hiç ihtiyaçları olmuyordur doktora. ben bunu düşünürken yanımızdan bir tur otobüsü geçti, önünde “karadeniz turu” yazıyordu.

    ovit dağı boyunca derelerden buz gibi su içtik, yolumuza çıkana selam verdik, borçlu çıkmadık. yol boyunca kocaman okullar vardı, civar köylerin çocukları toplanıp bu okullara gelirlermiş. onların karda, çamurda dağlardan düşe kalka okula inmelerini gözümün önünde canlandırmaya çalıştım. derken önümüze sevimli mi sevimli, yedi yaslarında bir kız çocuğu çıktı ağzı burnu kir içinde, belli ki iyi gezip oynamış; çevirdik yolundan, tuttuk kolundan sorduk: “nerelisin sen?”, kız elimizden kaçarken cevap vermeyi de ihmal etmedi: “istanbulluyum”.

    sahile vardığımızda içimi bir sıcaklık bastı, amanındı, ne zamandır denizi görmemiştim. istanbul gibi değil tabi deniz görüntüsü, uçsuz bucaksız. hava çok nemliydi rize'de, boğuk boğuk insanı ıslatıyordu. başlara ağrılar girdi ama fotoğraflar da çekildi. rize’ye hayal kırıklığı eşliğinde girdik. ovit dağı’nda gördüğümüz, bulunduğu mekanla güzel bir bütün oluşturmuş, kendine özgü, mağrur dağ evlerinden sonra tüm türkiye’de görmeye alışık olduğumuz, ama işte bu coğrafyaya yakıştıramadığım derme-çatma, sıvasız apartmanları görmek beni çok üzdü. oysa ki ne güzel bir dünya parçası rize, bir taraf göz alabildiğince yeşil orman, diğer taraf göz alabildiğince mavi sonsuzluk.
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap