3 entry daha
  • epiruslu pirus, baş danışmanı cineas'a fetih planlarını anlatmaktaymış: "önce yunanistan'ı sonra afrikayı, ardından anadolu, arabistan ve asyayı alacağım. hindistan'ı da topraklarıma kattıktan sonra dinleneceğim." demiş. bunun üzerine cineas, pirus'a "neden şimdi dinlenmiyorsunuz?" diye sormuş.

    kendini aşmak isteyen insan nereye kadar gidebilir? gittiği yere değecek midir? sınırlarımız belli midir? yohusam bunların hepsi boş mudur? ne de olsa bir gün hepimiz öleceğiz-dir değil mi?

    insanın; öğrenmek, emek vermek, uğraşmak yerine, hali hazırda var olanın üzerine çökmeye çalıştığını söylüyor, simone de beauvoir. başkalarının başarılarını, başarımızmış gibi sahiplenip iş, aynısını yapmaya geldiğinde koşarak uzaklaşıyormuşuz. bir insan, hayatının başlarında pirus kadar mücadeleci ve meraklıyken, yaşlandıkça, her şeyin ne kadar anlamsız olduğunu düşünüp geri çekilebiliyormuş. bu geri çekilme ise, yukarıda yazdığım gibi, başkalarının başarılarını üzerine almakla başlayabiliyormuş.

    insan; amacı ve tasarısı olduğu müddetçe vardır; var olduğu müddetçe de tutarlıdır, diyor. ona göre, kabuğuna çekilmek, soyutlanmak, yabancılaşmak bilgelik değil; bilakis sınırlanmaktır. yine de sormadan edemiyor, simone de beauvoir: "insan, bir yerde durmuyorsa, hep başka yerdeyse, her yerde demek değil midir bu? baştan başa yayılsa yeryüzüne, genişleyip kaplasa her yanı, ne olacak sanki? kendi kabuğuna çekilerek kavuştuğu o durgunlukla karşılaşmayacak mı yine? her yerdeysem ben, her yerde var isem, ne diye başka yere gideyim, yahut nereye gideyim?"

    martin heidegger'in, "kişi, ölmek için vardır; varolmak olgusu gereksizdir. hiç için varolur insan." sözüne karşı çıkıyor. insan, yaşadığı müddetçe ölüm yoktur, diye düşünüyor: "insan, varlığını varlaştırmak zorundadır. varlığımız, tasarılar biçiminde gerçekleşir. kişi, ava çıkar, balık tutar, araçlar yapar, kitaplar yazar. ama eğlenmek için, kaçmak için yapmaz bunları; yaşamak, varolmak için yapar. bunlar, birer eğlence ya da kaçış değildir; varoluşa yönelmiş birer hareket, varolmak için başvurulan birer eylemdir."

    her bir eylem, varolma sürecimize katkı sağlıyor. bu yüzden vay efendim, "dünyaya, ölmeye geldik" vay efendim "yaşamanın anlamı yoktur, koyam götüne gitsin" minvalinde düşünceleri reddediyor kitapta. ucunda ölüm olsa dahi insanın bir gayesinin olması gerektiğini düşünüyor. buna katılıyorum. yukarıda bir yerlerden "bana katılıyor musun? allah razı olsun, desteğine çok ihtiyacım vardı tnetennba'cığım" mı dedin kız? duydum sanki.

    hayatımı, iç huzurumu bulmaya çalışmakla geçirdim, geçirmeye devam ediyorum. uzun yıllar yaptığım abuk subuk hareketleri, iç huzurumu dengeleyebilmek adına yapmışım, meğer. ulan, iç huzur miç huzur deyince de insanın aklına osho moşo geliyor. avuç içlerimi birleştirip ekmek kırıntılı ve bitli sakal bırakmam gerekecek şimdi... bazen, aha diyorum geldi, yok, değilmiş. öyle bir dokundurup gitmiş. sabit bir şey de değil, muhakkak geri gidiyor. iç huzurunu, tanıştığın kişide bulamazsın, yani huzurun kaynağı tek kişi olamaz. zira, her insan gelip geçicidir. hem, kalsalar bile bir gün senin hislerin değişebilir. velhasıl, aşkı meşki, siktiri boktan kalp çarpmalı şeyleri geçiyorum.

    sürekli yer değiştirdim. liseden beri düzenli olarak gidip geliyorum. okul değiştiriyorum, ev değiştiriyorum, birlikte yaşadığım insanları değiştiriyorum. aslında amacım, sabit bir yere götümü koyabilmek. "bu benim işim, bu benim param, bu da benim sikim" diyebilmek. amacımı yıllardır gerçekleştiremediğimden iç huzurumu hala bulabilmiş değilim. tam bulur gibi oluyorum, sonra yerinde yeller esiyor. simone abla'nın bahsettiği tasarı; kendini bir amaca adayabilmek. yoksa, zaman seni öldürür diyor.

    "kendini arayan kimse, yitirir; ama yitirirken de kendini bulur."

    ben de iç huzurumu ararken kendimi buldum galiba.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap