26 entry daha
  • dunya ozgurluk mahkumlari agi ve veganarsi fanzin adiyla ted ile 2003 yilinda yapilan oldukca ilginc bir mektup-roportajini aynen iletiyorum:

    04.10.2003

    sevgili vegan,

    12 ağustos tarihli mektubuna çok geç cevap verdiğim için üzgünüm.
    fakat genelde mektuplara cevap vermekle baya bi meşgulüm ve senin
    mektubun aceleyle cevap verilemeyecek bir mektuptu, çünkü bazı
    soruların uzun, karmaşık ve dikkatlice üzerinde düşünülmesi gereken
    cevapları gerekiyordu.

    bu aynı nedenden dolayı, bütün sorularına cevap vermek bana aşırı
    derecede zamana mal olurdu. yani sorularının bazılarına -en önemli
    görünen ve kolaylıkla ve kısaca cevaplanabilen- cevap vereceğim.

    soru 2- nerede ve ne zaman doğdun?

    cevap 2- şikago-illinois (amerika'da) 22 mayıs 1942'de doğdum.

    soru 3- hangi okullardan mezun oldun?

    cevap 3- illinois'teki evergreen park'ta ilk okulu ve liseyi
    bitirdim. harvard üniversitesinden bir diploma ve michigan
    üniversitesinden matematik bölümünde doktorluk ve mastır diploması
    aldım.

    soru 4- ne işi yapıyordun?

    cevap 4- michigan üniversitesinden doktorluk diplomasını aldıktan
    sonra, kaliforniya üniversitesinde 2 yıllığına bir matematik profesör
    asistanı oldum.

    soru 5- evli miydin, çocuğun falan var mıydı?

    cevap 5- hiç evlenmedim ve çocuğum yok.

    soru 6,7,8,9- sanırım matematikçiydin ve daha önce şimdiki gibi
    düşüncelerin yoktu. düşüncelerinde değişikliğe yol açan ne oldu?
    sorunun kaynağının uygarlık olduğunu ne zaman düşünmeye başladın?
    uygarlığı neden reddettiğini anlatır mısın bize? ormanda yaşamaya ve
    eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar verdin?

    cevap 6,7,8,9- bu sorulara tam ve bütün olarak vereceğim cevaplar
    aşırı derecede uzun ve karmaşık olurdu, ama şunları söyleyeceğim:

    modernliği ve uygarlığı reddetme sürecim 11 yaşımdayken başladı. 11
    yaşımdayken içinde neandertal insanın kalıntılarından yaşamının
    spekülatif bir anlamaya çalışılması bulunan bir kitabı okuduktan
    sonra ilkel yaşam biçimine karşı ilgi duymaya başladım. sonraki
    yıllarda, 16 yaşında harvard üniversitesine girdiğimde, uygarlıktan
    kaçmayı ve bazı vahşi yerlere gitmeyi hayal ederdim. aynı dönem
    esnasında, endüstriyel toplumdaki insanların içinde yaşadıkları
    koşulları kontrol eden, büyük organizasyonların insafına kaldığı ve
    özgürlükten yoksun oldukları, bir makine çarkının sadece bir dişlisi
    konumuna getirildiklerini gittikçe artarak farkına vardıkça modern
    yaşamdan hoşnutsuzluğum büyüdü.

    harvard üniversitesine girdikten sonra, bana ilkel insanlar hakkında
    daha çok bilgi vermiş olan ve onların kırlarda yaşamalarını sağlayan
    bazı bilgileri elde etmeye bir istek veren bazı antropoloji kursları
    aldım. örneğin, ilkel insanların yenebilir bitkiler hakkındaki
    bilgilerine sahip olmayı dilerdim. fakat yenebilir yabanıl bitkiler
    hakkında kitaplar olduğunu keşfettiğimde iki üç yıl sonrasına kadar
    bu bilgileri nereden elde edeceğim hakkında bir fikrim yoktu. aldığım
    ilk kitap euell gibbons'un the wild asparagus (yaban kuşkonmazı) oldu
    ve sonra kolejdeyken okuldan mezun olduğumda yazları her hafta birkaç
    kere şikago yakınlarındaki cook county orman korularına yenebilir
    bitkilere bakmaya giderdim. önceleri bütün yollardan ve patikalardan
    uzak ormanın içine yalnız başıma gitmek korkutucu geliyordu. fakat
    ormanı ve içinde yaşayan hayvanları ve bitkileri tanımaya başladığım
    gibi, yabancılık duygusu yok oldu ve ağaçlık arazide çok çok fazla
    rahatladım. ayrıca bütün yaşamımı uygarlık içinde harcamak
    istemediğimden ve vahşi doğada yaşamak istediğimden kesin olarak emin
    oldum.

    bu arada, matematikte durumum iyiydi. matematik problemlerini çözmek
    eğlenceliydi, ama derin bir anlamda matematik sıkıcı ve boştu çünkü
    bana göre onun amacı yoktu. şayet uygulamalı matematik üzerine
    çalışsaydım, nefret ettiğim teknolojik toplumun gelişimine katkıda
    bulunurdum, böylece sadece saf matematiğe çalıştım. fakat saf
    matematik sadece bir oyundu. matematikçilerin neden önemsiz bir
    oyunda bütün yaşamlarını boşa harcamaktan mutlu olduklarını anlamadım
    ve hala da anlamıyorum. ben şahsen tamamen böyle bir yaşamdan memnun
    değildim.

    ne istediğimi biliyordum: vahşi doğaya gitmek ve orada yaşamak. ama
    bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. o günlerde hiçbir ilkelci hareket,
    hiçbir survivalist yoktu ve matematikte geleceği parlak bir kariyeri
    bırakıp orman veya dağlarda yaşamaya giden her hangi birine ahmak
    veya deli gözüyle bakılırdı. böyle bir şeyi neden istediğimi
    anlayabilecek hiçbir kişiyi tanımıyordum. bu yüzden, kalbimin
    derinliklerinde, uygarlıktan asla kaçamayacağım konusunda kendimi
    suçlu hissediyordum.

    çünkü modern yaşamı tamamen kabul edilemez buluyordum, ve 24 yaşımda
    bir çeşit bunalıma girene kadar gittikçe artarak umutsuz
    hissediyordum: öyle berbat hissediyordum ki yaşayıp yaşamadığımı
    umursamıyordum. fakat bu noktaya ulaştığımda, ani bir değişim
    gerçekleşti: yaşayıp yaşamadığımı umursamıyorsam öyleyse yapabildiğim
    her hangi bir şeyin sonuçlarından korkmamam gerektiğinin farkına
    vardım. o yüzden ne istersem yapabilirdim. özgürdüm! bu benim
    yaşamımdaki en büyük dönüm noktamdı çünkü bu şimdiye dek elde ettiğim
    cesaretin ta kendisiydi. bu nokta kırlara sonuçlarının neler
    olabileceğine takmadan yakında gideceğim konusunda netleştiğim
    zamandı. biraz para kazanmak için kaliforniya üniversitesi'nde 2
    yılımı öğretmenlik yaparak harcadım, sonra pozisyonumdan istifa ettim
    ve ormanda yaşayacak bir yer aramaya gittim.

    soru 9- ormanda yaşamaya ve eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar
    verdin?

    cevap 9- bu sorunun son kısmına tam bir cevap vermek çok zaman
    alacağından, 14 ağustos 1983'te yazdığım günlükten bir alıntı yaparak
    kısmi bir cevap vereceğim:

    "6 ağustos'ta doğuya uzun ve çetin bir yürüyüşe başladım. köşegen
    kanyon adı verdiğim bir kanyondaki gizli kampıma gittim. bir sonraki
    gün boyunca orada kaldım. orada ormanın huzurunu hissettim. fakat
    orada birkaç kara üzüm vardı ve bununla birlikte geyikler vardı, çok
    küçük bir oyun vardı. bundan başka, alabalık deresinin çeşitli
    kollarının çıktığı çok güzel ve izole bir plato göreli uzun zaman
    oldu. bu yüzden 7 ağustos'ta o bölgeye yola çıkmaya karar verdim.
    krater dağının civarındaki yollardan biraz geçtikten sonra, zincir
    testerelerini duymaya başladım; sesin rooster bill deresinden geldiği
    anlaşılıyordu. ağaçların kesildiğini zannettim; durumdan hiç
    hoşlanmadım fakat platoya vardığımda böyle şeylerden kaçınabileceğimi
    düşündüm. oraya yolculuğumda yamaçlardan geçerken, aşağıda önceden
    orada olmayan yeni bir yol gördüm ve stemple deresinden karşıdan
    karşıya geçmek için yapıldı gözükmekteydi. bu beni birazcık rahatsız
    etti. yine de, platoya devam ettim. orada bulduğum şey kalbimi kırdı.
    plato geniş, çok iyi yapılmış yeni yollarla çaprazlama çizilmişti.
    plato ebediyen mahvedilmişti. onu kurtarabilecek tek şey şimdi
    teknolojik toplumun yıkılması olacaktı. buna tahammül edemezdim. bu
    plato bölgedeki en güzel ve en izole yerdi ve burada çok iyi anılarım
    vardı.

    " yollardan biri, birkaç yıl önce uzun bir süre kamp yaptığım ve bir
    çok mutlu zaman geçirdiğim güzel bir yerin 60 metre içinden
    geçiyordu. acı ve öfke dolu bir biçimde geri döndüm ve güney humbug
    deresinin yakınlarında kamp yaptım…"

    sonraki gün kulübemi yapmaya başladım. rotam beni geçmişe güzel bir
    yere götürdü, benim en gözde tuttuğum kaynatmayı gerektirmeden
    güvenle su içilebilecek bir saf su pınarı olan bir yer. durdum ve
    pınarın ruhuna bir çeşit dua okudum. bu dua ormana yapılanlar için
    intikam alma yeminini içeriyordu. günlüğüm şöyle devam ediyor:

    "…ve sonra olabildiğince hızlı bir şekilde eve geri döndüm- bir
    şeyler yapmam gerekiyordu!"

    neden gitmem gerektiğinin ne olduğunu tahmin edebilirsiniz.

    soru 10,17- teknolojik bölgelere karşı eylem yapma fikrine ne neden
    oldu? uygarlığın yıkılması için sence ne yapılması gerekiyor?

    cevap 10,17- bu sorulara tam bir cevap vermek çok uzun zaman alırdı.
    ama şunları söylemek yerinde olur:

    uygarlık problemi teknoloji problemiyle özdeştir. teknolojiden
    bahsettiğimde sadece araçlar ve makineler gibi fiziksel aygıtlardan
    söz etmiş olmadığımı öncelikle açıklamama izin verin. kimya, sivil
    mühendislik veya biyo-teknoloji teknikleri gibi teknikleri de dahil
    ediyorum. ayrıca iş yönetimi benzeri organizasyonel teknikler kadar
    eğitimsel psikoloji veya propaganda gibi insan tekniklerini de dahil
    ediyorum. elbette ki, bu teknikler, bütün teknolojik sistemin bağlı
    olduğu fiziksel aygıtlar – araçlar, makineler ve yapılar - olmadan
    ileri düzeyde var olamazlar.

    bununla birlikte, kelimenin en geniş manasıyla sadece modern
    teknolojiyi değil toplumun en eski evrelerinde var olmuş olan
    teknikleri ve fiziksel aygıtları da kapsamaktadır. örneğin, sabanlar,
    hayvanlar için koşun takımları, demircilik araçları, bitki ve
    havyaların evcilleştirilip yetiştirilmesi ve tarım teknikleri, hayvan
    çiftçiliği ve metal işçiliği gibi. eski uygarlıklar, insanın üzerinde
    ve organizasyonel tekniklerin büyük sayılarda insanı yönetmek için
    kullanıldığı gibi bu teknolojilere bağlıydılar. uygarlıklar üzerinde
    temellendikleri teknoloji olmadan var olamazlar. aksine, teknoloji
    nerede varsa, uygarlık da muhtemelen yakında veya daha sonra
    gelişmektedir.

    bu yüzden, uygarlık sorunu teknoloji sorunuyla eşit sayılabilir.
    teknolojiyi daha geriye itebilirsek, uygarlığı da daha geriye
    itebiliriz. eğer teknolojiyi taş devrine tamamen döndürebilirsek,
    ortada uygarlık kalmayacaktır.

    soru 11- şiddetin zorbalık olduğunu düşünmüyor musun?

    cevap 11- iddia edilen eylemlerime gönderme yaparak, "şiddetin
    zorbalık olduğunu düşünmüyor musun? diye sormuşsun. elbette ki şiddet
    zorbalıktır. ve ayrıca şiddet doğanın kaçınılmaz bir parçasıdır da.
    eğer yırtıcı hayvanlar av türlerinin üyelerini öldürmezlerse, av
    türleri yenebilen her şeyi tüketerek kendi çevrelerini talan
    edecekleri kadar çoğalırlar. çoğu türde hayvan kendi türünün
    üyelerine karşı bile şiddet kullanır. örneğin, şu çok iyi biliniyor
    ki, vahşi şempanzeler çoğu kez diğer şempanzeleri öldürür (time
    dergisinin 19 ağustos 2002 sayısındaki 56. sayfayı incele!). ayılar
    ve diğer baş yırtıcılar dergisi (cilt 1., sayı 2, sayfa 28-29,
    ayıların dövüştüğünü ve bir ayının yaralandığını gösteren bir resim
    sergiliyor ve bu gibi yaralanmaların ölümcül olabileceğinden
    bahsediyor. deniz kuşları arasında, her yuvada iki yumurta bulunur.
    yumurtadan yavru çıktıktan sonra, yavru kuşlardan biri diğerine
    saldırır ve onu yuvadan atar, sonunda diğeri ölür. (science news cilt
    163,15 şubat 2003'teki "sibling desperado" adlı makaleyi oku!).

    vahşi doğadaki insanlar en saldırgan türlerden birini teşkil ediyor.
    avcı-toplayıcı insanların kültürlerinin iyi bir genel incelenmesi
    little, brown and company, (boston ve toronto, 1971) tarafından
    yayınlanancarleton s. coon'un yazdığı avcı insanlar kitabıdır ve bu
    kitapta insanlar tarafından diğer insanlara karşı şiddet uygulayan
    avcı-toplayıcı toplumlardaki sayısız örnekleri bulacaksınız. profesör
    coon şunu açığa çıkarıyor ki (sayfa xix. 3,4,9,10), avcı toplayıcı
    insanları takdir ediyor ve uygar olanlardan daha şanslı saymaktadır.
    fakat o dürüst bir insan ve modern insanın hoşuna gitmeyen şiddet
    gibi ilkel yaşamın bu yönlerini sansürlemiyor.

    bu yüzden, şu açık ki, şiddetin önemli bir miktarı insan yaşamının
    doğal bir parçasıdır. şiddette kendi başında bir yanlışlık yok.
    belirli her hangi bir durumda, şiddetin iyi veya kötü olup olmadığı
    onu nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına bağlıdır.

    modern insanlar neden şiddete tek başına bir kötülük olarak
    bakıyorlar ki o zaman? bunu sadece tek bir nedenden yapıyorlar:
    propaganda tarafından beyinleri yıkanıyor. modern toplum insanları
    şiddet tarafından korkmayı öğretmek için propagandanın çeşitli
    biçimlerini kullanmaktadır çünkü tekno-endüstriyel sistemin ürkek,
    uysal ve kendi otoritesini kabul ettirdiği popülasyonlara ihtiyacı
    vardır, sorun çıkarmayacak veya sistemin düzenli işleyişini
    aksatmayacak bir popülasyon. güç esas olarak fiziksel kuvvete
    dayanmaktadır. insanlara şiddetin yanlış olduğunu öğreterek (tabii
    sistem kendisi şiddeti polis veya ordu yoluyla kullandığından hariç
    olarak), sistem fiziksel güç üzerindeki kendi tekelini devam
    ettirmektedir ve bu yüzden bütün gücü kendi ellerinde tutar.

    insanların şiddetin yanlış olduğu inançlarını açıklamak için
    uyduracakları her hangi bir felsefi veya ahlaki rasyonalizasyon,
    insanların bu inaçların gerçek nedeninin sistemin propagandasını
    habersiz bir biçimde yuttuklarını gösterir.

    soru 12,13,14,15- anarşistler, yeşil anarşistler, anarko-
    ilkelciler,vejetaryenlik/veganlık ve hayvan ürünlerinin kullanımı ve
    hayvan yenmesi hakkında ne düşünüyorsun? onlara katılıyor musun?
    hayvan/dünya özgürlüğü konusundaki fikrin ne? earh first!,
    earth/animal liberation front gibi örgütlere nasıl bakıyorsun?

    cevap 12,13,14,15- burada sözünü ettiğin bütün gruplar tek bir
    hareketin parçalarıdırlar. (buna ga "yeşil anarşist" hareket
    diyelim). elbette ki, bu insanların uygarlık ve teknolojiye karşı
    oldukları boyutu doğrudur. fakat, bu hareketin gelişimindeki
    biçiminden dolayı aslında tekno-endüstriyel sistemi korumaya yardımcı
    olabilir ve devrime bir engel olarak hizmet ederler. bunu
    açıklayacağım:

    isyanı doğrudan yok etmek veya bastırmak zordur. isyan güç tarafından
    bastırıldığında, sık sık otoritelerin kontrol etmek için zor
    buldukları bazı yeni biçimlerde sonradan yeniden patlak verirler.
    örneğin, 1878'de alman reichstag hareketin ezilmesinin ve hareketin
    katılımcılarını dağıtmasının, şaşırtmasının ve cesaretlerini
    kırmasının bir sonucu olarak sosyal demokratik harekete karşı sert ve
    baskıcı kanunları yasalaştırdı. ama sadece kısa bir süreliğine.
    hareket kendisini sonunda yeniden bir araya getirdi, daha enerjik
    hale geldi ve kendi fikirlerini yaymanın yeni yollarını buldu,
    böylelikle 1884'te daha öncesinden daha da güçlü hale geldi. g.a.
    zimmermann, das neunzehnte jahrhundert : geschichtlicher und
    kulturhistorischer rückblick, druck und verlag von geo. brumder,
    milwaukee, 1902, sayfa 23.

    bu yüzden, insan meselelerinin kurnaz izlemcileri bir toplumun güçlü
    sınıflarının kendilerini isyana karşı sadece sınırlı bir boyuta kadar
    doğrudan baskı ve güç kullanarak ve isyanın yönünü değiştirmek için
    temel olarak manipulasyona bel bağlayarak daha etkili
    savunabileceklerini bilmektedirler. kullanılan en etkili yöntemlerden
    biri, isyankar itici güçlerin sisteme zarar verdiği yollarda ifade
    edildiği kanalları sağlamaktır. örneğin, sovyetler birliği'nde
    hicivsel bir dergi olan krokodil'in şikayetler için bir yol açmak ve
    sovyet sistemine her hangi ciddi bir biçimde isyan etmemek veya
    kimsenin sistemin meşruluğunu sorgulamamasına öncülük edecek bir
    yolda otoritelerin içselleştirilmesi için tasarlanmıştı.

    fakat batı'nın "demokratik" sistemi, sovyetler birliğinde bulunmuş
    olandan daha etkili ve sofistike olan isyanın yönünü değiştirmek
    için mekanizmaları yavaş yavaş geliştirmektedir. şu hakikaten
    olağanüstü bir gerçektir ki, modern batı toplumlarındaki insanlar
    isyan ettiklerini tasarladıklarına karşı sistemin değerlerinin lehine
    ayaklanmaktadırlar. irksal ve dinsel eşitlik, kadınlar ve
    homoseksüeller için eşitlik, hayvanlara insancıl muamele lehine
    sol "isyanlar" falan filan. fakat bunlar amerikan kitle medyasının
    bize her gün sürekli öğrettiği değerlerdir. solcuların tamamıyla
    medya propagandasıyla öyle beyinleri yıkanmış ki, tekno-endüstriyel
    sistemin kendi değerleri olan bu değerler açısından sadece "isyan
    edebilirler". bu bakımdan sistem, kendisine zararlı olan kanallarında
    solun isyankar itici güçlerinin yönlerini başarılı bir şekilde
    değiştirmiştir.

    teknolojiye ve uygarlığa karşı isyan gerçek bir isyandır, varolan
    sistemin değerleri üzerine gerçek bir saldırıdır. fakat yeşil
    anarşistler, anarko-primitivistler, falan filan (ga hareketi)
    uygarlığa karşı isyanlarının büyük boyutlarda etkisiz hale
    getirilmesine neden olan soldan aşırı derecede etkilenmiş olmalarının
    altında kalmıştırlar. uygarlığın değerlerine karşı isyan edecek
    yerde, kendilerine bir çok uygarlaşmış değer edindiler ve bu
    uygarlaşmış değerleri kapsayan ilkel toplumların imgesel bir resmini
    inşa ettiler. onlar avcı-toplayıcıların günde sadece iki veya üç saat
    (haftada 14-21 saate tekabül eder) çalışmış olduklarını, cinsiyet
    eşitliği olduğunu, hayvan haklarına saygı gösterdiklerini ve kendi
    çevrelerine zarar vermemeye özen gösterdiklerini falan filan iddia
    etmektedirler. ama bunların hepsi bir efsanedir. bunların uygarlıktan
    nispeten etkilenmekten kurtulmuş oldukları zamandaki avcı-toplayıcı
    toplumları kişisel olarak gözlemleyen insanlar tarafından yazılmış
    bir çok raporu okursanız, göreceksiniz ki:

    (i) bütün bu toplumlar hayvan ve hayvan yiyeceklerini yemektedirler;
    hiçbiri vegan değildi.
    (ii) bu toplumların çoğu, hayvanlara karşı acımasızdılar.
    (iii) bu toplumların çoğunluğu cinsiyet eşitliğine sahip değildi.
    (iv) günde iki veya üç saat veya hafta da 14-21 saat çalışma
    tahmini "çalışmanın" yanıltıcı bir tanımlanmasına dayanmaktadır.
    tamamen göçebe avcı-toplayıcılar için en gerçekçi minimum tahmini,
    galiba haftada yaklaşık kırk saattir ve bazıları bundan daha fazla
    çalışmaktaydı.
    (v) bu toplumların çoğu barışçıl değillerdi.
    (vi) rekabet çoğunda veya belki de bu toplumların tamamında vardı.
    bazılarında rekabet sert biçimler alabiliyordu.
    (vii) bu toplumlar kendi çevrelerine zarar vermemeye özen göstermek
    boyutunda fazlasıyla değişmektedirler. bazıları mükemmel doğal
    kaynakları koruma yanlıları olabilirler, ama diğerleri aşırı avlanma,
    ateşin pervasızca kullanımı veya başka biçimler yoluyla kendi
    çevrelerine zarar vermişlerdir.

    bir önceki ifadelerin desteklenmesinde sayısız sağlam bilgi
    kaynağından bahsedebilirdim, fakat eğer öyle yapsaydım, bu mektup
    manasız bir biçimde uzun olurdu. daha uygun durumlar için tam
    belgelemeyi erteleyeceğim. burada birkaç örnekten bahsedeceğim.

    hayvanlara yapılan zulüm. mbuti pigmeleri: "çocuk hayvanın midesinin
    et kısmında hayvanı yerde kıpırdamaz hale getirerek onu mızrakla tek
    vuruşla avladı. fakat hayvan hala yeterince canlıydı ve kurtulmak
    için mücadele ediyordu… maipe hayvanın boynuna başka bir mızrak
    vuruşu yaptı, ama hayvan hala kıvranıyor ve mücadele ediyordu.
    hayvanın kalbini deşecek olan üçüncü mızrak vuruşu gelmeden hayvan
    direnmeyi bıraktı.

    "…pigmeler ölen hayvanı işaret eden ve gülen heyecanlı bir grupta yer
    almaktadırlar…."

    "diğer zamanlarda ölüm ne kadar yavaş gelirse etin daha yumuşak
    olacağıyla açıklayan ve hala canlı olan kuşların tüylerini yakan
    pigmeler görmüştüm. ve kendileri gibi değerli olan av köpekleri,
    doğumlarından ölümlerine kadar acımasız bir biçimde
    tekmelenmekteydiler." colin turnbull, orman insanları, simon and
    schuster, 1962, sayfa 101.
    eskimolar: gontran de poncins'le birlikte yaşamış olan eskimolar
    köpeklerini vahşi bir biçimde dövüyorlar ve tekmeliyorlardı. gontran
    de poncins, kablona, tüme-life boks, alexandria, virginia, 1980,
    sayfa 29,30,49,189,196,198,199,212,216.

    siriono: siriono bazen hayvanları canlı olarak tutsak ederdi ve
    onları kampa geri götürürlerdi, ama onlara yiyecek hiçbir şey
    vermezlerdi, ve çocuklar hayvanlara yakında ölecek bir biçimde çok
    kabaca davranırlardı. allan r. holmberg, nomads of the long bow: the
    siriono of eastern bolivia, the natural history pres, garden city,
    new york, 1969, sayfa 69-70,208. (siriono, yılın belirli zamanlarında
    kısıtlı bir boyutta mahsül ektiklerinden bu yana, saf avcı-toplayıcı
    değillerdir, fakat çoğunlukla avcılık ve toplayıcılıkla yaşarlardı.
    holmberg, sayfa 51, 63, 67, 76-77, 82-83, 265.)

    cinsiyet eşitliğinin yokluğu. mbuti pigmeleri. turnbull mbuti'lerin
    arasında, "bir kadın bir erkekten sosyal olarak aşağı değildi" (colin
    turnbull, wayward servants, the natural history pres, garden city,
    new york, 1965, sayfa 270), ve bu yüzden "kadına karşı ayrımcılık
    yapılmamakta" (turnbull, forest people, sayfa 154) diyor. fakat aynı
    kitaplarından turnbull, mbuti'nin bugünkü cinsiyet eşitliği kavramına
    sahip olmadığını gösteren bir takım gerçekleri de belirtmektedir. "
    belirli bir orandaki erkeklerin karılarını dövmelerine iyi olarak
    bakılmakta ve karıların kocalarına karşı saldırıya geçmesi
    beklenmektedir." wayward servants, sayfa 287. "o karısından çok
    memnun olduğunu ve karısını dövemenin gerekli olduğunu düşünmediğini
    söylemektedir." orman insanları, sayfa 205. erkek dişisini yere atar
    ve sille tokat döver wayward servants, sayfa 211. koca karısını döver
    wayward servants, sayfa 192. mbutiler amerikalıların "tarihe tecavüz"
    olarak adlandırdıklarını uygulamaktadırlar wayward servants, sayfa
    137. turnbull kendi karılarına emirler veren erkeklerin iki
    durumundan bahsetmektedir wayward servants, sayfa 288-289; orman
    insanları sayfa 265. turnbull'un karılarına emir veren erkeklerden
    bahseden kitabında hiçbir durum göremedim.

    siriono: siriono karılarını dövmezdi. holmberg, sayfa128. fakat: "bir
    kadın erkeğinin hizmetindeydi." holmberg sayfa 125. "dağınık aile
    genelde en yaşlı aktif erkek tarafından yönetilirdi". sayfa
    129. "kadınlar…erkekler tarafından yönetilirlerdi." sayfa
    147. "cinsel teklifler genelde erkekler tarafından yapılırdı…eğer bir
    erkek ormanda bir kadınla yalnız kalırsa…onu yere kaba bir şekilde
    yatırır ve her hangi bir söz söylemeden kadından ödülünü alırdı."
    sayfa 163. aileler kesinlikle erkek çocuklara sahip olmayı tercih
    ederlerdi. sayfa 202. ayrıca sayfa 148.156.168-169,210,224'e de
    bakın.

    avustralyalı aborjinler: " avustralya'da en kuzeyde ve batıda…fark
    edilebilir bir güç 30-50 arası yaş gruplarının olgun, tamamıyla
    üyeliğe adapte olmuş ve genellikle çok karılı erkeklerin ellerinde
    bulunmaktadır ve kadınlar ve daha genç erkekler üzerindeki kontrol
    onlar arasında paylaşılmaktadıydı." carleton s. coon, avlanan
    insanlar (önceden bahsetmiştim), sayfa 255. bazı avustralyalı
    kabileler arasında, genç kadınlar temel olarak erkekler için
    çalışmaları gerektiği için yaşlı erkeklerle evlenmeye
    zorlanmaktaydılar. reddeden kadınlar razı olana dek dövülürdü. aldo
    massola, the aborigines of south-eastern australia: as they were, the
    griffin pres, adelaide, avustralya, 1971. tam sayfa numarasını
    bilmiyorum ama 70. ve 80. sayfalar arasında bulabilirsin.

    çalışmak için harcanan zaman. bunun iyi bir genel tartışması
    elizabeth cashdan tarafından yapılmıştır. "avcı ve toplayıcılar:
    gruplarda ekonomik davranış", stuart plattner'da (editör) economic
    anthropology, stanford university pres, 1989, sayfa 21-48. cashdan,
    belirli bir grup kung bushmen'in haftada 40 saatten biraz fazla
    çalıştıklarını keşfeden richard lee'nin bir çalışmasını
    tartışmaktadır. ve cashdan, lee'nin çalışmasının kung'ların en az
    derecede çalıştıklarında ve yılın diğer zamanlarında daha çok
    çalışmış olabileceğini anladığı kanıtının bulunduğunu 24-25.
    sayfalada işaret etmektedir. cashdan yine lee'nin çalışmasının
    çocukların bakımında harcanan zamanı belirtmediğini 26. sayfada
    işaret eder. ve 24-25. sayfalarda cashdan lee ile birlikte çalışmış
    olan bushmen'lerden daha fazla saat çalışmış olan diğer avcı-
    toplayıcılardan bahseder. haftada kırk saat tamamıyla göçebe avcı-
    toplayıcıların belki de tahminen minimum çalışma süreleridir. gontran
    de poncins, kablona (önceden bahsedildi), sayfa 111, onun birlikte
    yaşadığı eskimolar günde 15 saat çalışıyorlardı. o belki de onların
    her gün 15 saat çalıştığını söylemek istemiyordu, fakat kitabından şu
    açık ki, onun eskimoları ağır çalışmaktaydı. av yapmak için tuzaklar
    kullanan mbuti pigmeleri arasında, "hem erkeklerin hem de kadınların
    içinde zaman ve kazandıklarında yerine getirdikleri tuzak kurma
    neredeyse tüm gün süren bir uğraşıydı…" turnbull, orman insanları,
    sayfa 131. siriono arasında erkekler ortalama olarak her diğer günde
    avlanmaktaydı. holmberg, sayfa 75-76. çalışmaya tan vaktinde
    başlarlar ve genellikle kampa öğlen 4 ve 6 arasında dönerlerdi.
    holmberg, sayfa 100-101. bu avlanmayı ortalama en az 11 saat yapar,
    ve haftada üç ve bir yarım günde, bu ortalama olarak haftada en az 38
    saatlik avlanma süresine denk gelir. erkekler avlanmadıkları günlerde
    önemli bir oranda bir çalışma da yaptıklarından beri (sayfa 76, 100),
    haftalık çalışmaları, yıl üzerinden ortalaması alındığında, 40
    saatten çok daha fazladır. aslında, holmberg siriono'nun yalnız bu
    aktivitelerde bir hafta yaklaşık 56 saat anlamına gelen avda veya
    toplamada (sayfa 222) uyanıklık zamanlarının yaklaşık yarısını
    harcadıklarını tahmin etmiştir. diğer çalışmalarda katıldığında,
    çalışma haftası 60 saatin üzerinde olmuş olurdu. siriono
    kadını "eşinden daha az dinlenmekten hoşlanmakta" ve "çocuklarını
    olgunluğa getirme yükümlülüğü dinlenmek için biraz zaman
    bırakıyordu." holmberg, sayfa 224. siriono'nun ne kadar ağır çalışmak
    zorunda olduğunu gösteren diğer bilgiler için,
    87,107,157,213,220,223,246,248-249,254,268. sayfalara bakın.

    şiddet. daha önce de bahsettiğim gibi, şiddetin sayısız örneği
    coon'un avcı insanlar kitabında bulunabilir. gontran de poncins'e
    göre, kablona, sayfa 116-120,125,162-165,237-238,244, cinayetler –
    geçmişte genelde bıçakla yapılırdı- onun eskimoları arasında oldukça
    yaygındı. mbuti pigmeleri, turnbull onlar arasında hiçbir cinayet
    olyından bahsetmediğine göre, belki de bildiğim en az şiddet kullanan
    ilkel topluluklardı (çocuk öldürmelerinden ayrı olarak; wayward
    servant, sayfa 130). bununla birlikte, the forest people and wayward
    servants kitabı boyunca turnbull, yumruk ve sopalarla yapılan bir çok
    dövme ve kavga olayından söz etmektedir. paul schebesta, die bambuti-
    pygmaen vom ituri, cilt i, institut royal colonial belge, brüksel,
    1938, sayfa 81-84'te 19. yüzyılın ilk yarısında mbuti'lerin ormanda
    yaşamış olan köylü afrikalılara karşı ölümcül bir savaş açtıklarının
    kanıtını göstermiştir. (çocuk öldürmeleri için, schebesta, sayfa
    138'e bakın.)

    rekabet. avcı ve toplayıcı toplumlarda rekabetin varlığı bazılarında
    meydana gelen kavgalar ile gösterilmektedir. mesela coon'un, avcı
    insanlar kitabının 238,252,257-258. sayfalarına bakın. eğer fiziksel
    bir dövüş bir çeşit rekabet değilse, hiçbir şeydir.

    dövüşler eşler için rekabetten meydana gelmiş olabilir. örneğin,
    turnbull, wayward servants, sayfa 206'da, bir erkek için kavga eden
    iki kadından birinin üç dişini kaybetmesinden bahseder. coon, sayfa
    260'da, avustralya aborjin erkeklerinin kadınlar için
    dövüştüklerinden söz eder. yemek için rekabet de kavgaya neden
    olurdu. "bu (et) paylaşımının herhangi bir tartışma veya keskinlik
    olmadan yapıldığı anlamına gelmez. tam tersine kavgalar sık sık av
    sonrası kampa dönerken uzun ve gürültülü bir şekilde yapılırdı…"
    turnbull wayward servants, sayfa 158. coon, bazı eskimolar arasında
    balina eti paylaşı için "çok gürültülü tartışmalardan" söz eder. avcı
    insanlar, sayfa 125.

    * *
    *

    ilkel insanların rekabetçi olmadığı, vejetaryen doğal kaynakları
    koruma yanlıları oldukları, cinsiyet eşitliğine sahip oldukları,
    hayvan haklarına saygı gösterdikleri ve yaşamak için çalışmak zorunda
    olmadıklarının ne kadar saçma bir imge olduğunu gösteren somut
    gerçeklerden bahsetmeye devam edebilirdim. ama bu mektup çok fazla
    uzadı, verdiğim bütün örnekler yeterli olacaktır.

    avcı-toplayıcı yaşam biçiminin modern yaşamdan daha iyi olmadığını
    ima etmeye çalışmıyorum. tam tersine, mukayese edilemeyeceğine
    inanıyorum. avcı-toplayıcılar üzerinde çalışmış olan birçok belki de
    çoğu gözlemci onlara saygılarını, takdirlerini ifade etmiştir veya
    onlara gıpta ile bakmıştır. mesela, cashdan, sayfa 21'de, avcı-
    toplayıcı yaşam tarzını "yüksek derecede başarılı" bulduğundan söz
    etmektedir. coon sayfa xix.'da avcı-toplayıcıların "tam ve memnun
    edici yaşamlarından" bahsetmiştir. turnbull, orman insanları, sayfa
    26'da şöyle der: (mbutiler) yaşamlarını berbat eden o kadar zorluk,
    problem ve trajedilere rağmen sevinç ve mutluluk dolu ve dertten
    yoksun insanlardır." schebesta, sayfa 73'te şöyle yazar: "ne çok
    tehlike var, ama tarih öncesi çağlara ait ormanlardaki sayısız
    yolculukları ve av gezileri ne eğlenceli deneyimler! bizim şiirsel
    olmayan mekanik çağımızın, orman insanlarının mistik-sihirli düşünme
    biçimlerine derin bir şekilde dokunabilecek ve onların davranışlarına
    şekil verebilecek bir işareti yoktur." ve sayfa 205'te: " pigmeler,
    bizden önce fiziksel organizmalarının bozulmadan ve doğaya uygun
    olarak kendilerine özel yaşayan insanlar gibi insan ırkının en doğal
    insanlarından biri olarak durmaktadırlar. ilkesel özellikleri
    arasında görülmedik bir şekilde sağlam doğallık ve canlılık, ve
    emsalsiz bir neşelilik ve dertten uzaklık vardır. onlar, doğanın
    kanunlarına uygun olarak yaşamlarını geçiren insanlardırlar".

    ama açıktır ki, ilkel yaşamın uygar yaşamdan neden daha iyi olduğunun
    nedeni ne cinsiyet eşitliğidir, ne hayvanlara gösterilen merhamettir,
    ne rekabetin olmayışıdır veya şiddetsizliktir. bu değerler modern
    uygarlığın saf değerleridirler. bu değerleri avcı-toplayıcı toplumlar
    üzerinde tasarlayarak, ga hareketi gerçeklikte asla var olmamış olan
    ilkel bir ütopya mitini yaratmıştır.

    o yüzden, ga hareketi uygarlık ve modernliği reddettiğini iddia
    ettiği halde, modern toplumun en önemli değerlerinin bazılarına esir
    kalmıştır. bu nedenden dolayı, ga hareketi etkili bir devrimci
    hareket olamaz.

    ilk olarak, ga hareketinin enerjisinin bir parçası, ırkçılık,
    cinsiyetçilik, hayvan hakları, homoseksüel hakları falan filanlar
    gibi sahte devrimci sorunlar lehine gerçek devrimci hedeflerden –
    genel olarak modern teknolojiyi ve uygarlığı yok etmek için-
    sapmaktadır.

    ikinci olarak, bu sahte devrimci sorunlara teslim olduğundan dolayı,
    ga hareketi çok fazla solcuyu – modern uygarlıktan kurtulmakla
    ilgilenmeyen, daha çok ırkçılık, cinsiyetçilik gibi solcu sorunlarla
    uğraşan- cezp etmektedir. bu da hareketin enerjisini teknoloji ve
    uygarlık sorunundan uzaklaşmasına neden olmaktadır.

    üçüncü olarak, kadınların, hayvanların, homoseksüellerin haklarını
    koruma amacı uygarlığı yok etme amacıyla birbirlerine zıttır, çünkü
    ilkel toplumlarda kadınların ve homoseksüellerin çoğu zaman eşitliği
    olmamıştır, ve böyle toplumlar genelde hayvanlara zalimce
    davranırlardı. eğer birinin hedefi bu grupların haklarını savunmaksa,
    o zaman en iyi politikası modern uygarlıkla uzlaşmaktır.

    dördüncü olarak, ga hareketinin modern uygarlığın saf değerlerinin
    çoğunu saf bir ilkel ütopya miti olarak benimsemesi, tekno-
    endüstriyel sistemden kurtulmak için etkili, gerçekçi eylem yapmak
    yerine ütopyacı fantezilerine çekilmeye daha eğimli pratik olmayan,
    saf, hayalci ve uyuşuk insanları çok fazla cezp etmektedir.

    aslında, ga hareketinin hıristiyanlıkla aynı rotaya kayabileceği gibi
    bir mezar tehlikesi de vardır. başlangıçta, isa'nın liderliği
    altında, hıristiyanlık sadece dinsel bir hareket değildi ayrıca
    sosyal bir devrim hareketiydi. tamamıyla dinsel bir hareket olarak
    hıristiyanlık başarılı oldu, fakat devrimci bir hareket olarak
    tamamıyla başarısızlığa uğradı. kendi zamanının sosyal
    eşitsizliklerini düzeltmek için hiçbir şey yapmadı, ve hıristiyanlar
    imparator konstantin'le anlaşma fırsatı bulur bulmaz, roma
    imparatorluğunun güç-yapısının bir parçası olup bütün değerlerini
    sattılar.

    ga hareketi ve eski hıristiyanlığın psikolojisi arasında rahatsızlık
    veren bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. iki hareket arasındaki
    paralellikler göze çarpmaktadır: ilkel ütopya= eden'in bahçesi;
    uygarlığın gelişimi= ilk günah, bilgi ağacından elmanın yenmesi;
    devrim= cezalandırma günü; ilkel ütopyaya geri dönüş=tanrının
    krallığına varış. veganizm belki de hıristiyanlığın (paskalya
    sırasında oruç tutmak) ve diğer dinlerin beslenme kısıtlamaları gibi
    aynı psikolojik rolü oynamaktadır. ağaç kesme makinelerinin falan
    bloke edilmesinde kendi vücutlarını kullanan eylemciler tarafından
    alınan riskler, kendi inançları için ölen eski hıristiyanların
    şehitliğiyle karşılaştırılabilir (hıristiyanların şehitliği bugünkü
    eylemcilerin taktiklerinden daha fazla cesaretlilik istiyor o ayrı).
    ga hareketi hıristiyanlıkla aynı yolda gitmeye devam ederse, devrimci
    bir hareket olarak tamamen bir başarısızlık olacaktır.

    ga hareketi belki sadece işe yaramaz olmayacaktır, aynı zamanda da
    işe yaramaz olandan daha kötü olacaktır, çünkü bu hareket etkili bir
    devrimci hareketin gelişiminde bir engel olabilecektir. teknolojiye
    ve uygarlığa karşı muhalefet ga hareketinin programlarının önemli bir
    parçası olduğundan beri, teknolojik uygarlığın dünyaya neler yaptığı
    hakkında endişeli olan genç insan bu hareketin içine
    sürüklenmektedirler. elbette ki sadece bu genç insanlar solcu, saf,
    hayalci, beceriksiz tipler değildirler; bazılarının gerçek
    devrimciler olmaya potansiyelleri vardır. ama ga hareketi içinde
    solcular ve diğer işe yaramaz insanlar içinde boğulmaktadırlar,
    böylece etkisiz hale getirilmekte ve yozlaşmakta ve onların devrimci
    potansiyelleri boşa harcanmaktadır. bu anlamda, ga hareketi
    potansiyel devrimcilerin yok edicisi olarak tanımlanabilir.

    kendisini ga hareketinden ve onun saf uygar değerlerinden katı bir
    şekilde ayıracak yeni bir devrimci hareket gereklidir. cinsiyet
    eşitliğinin, hayvanlara merhamet göstermenin, homoseksüellere
    tolerans göstermenin yanlış olduğunu ima etmiyorum. fakat bu
    değerlerin teknolojik uygarlığı yok etme çabasıyla hiçbir ilgisi
    yoktur. bunlar devrimci değerler değildirler. etkili bir devrimci
    hareket, bunların yerine beceri, kendi kendine disiplin, dürüstlük,
    fiziksel ve zihinsel dayanma gücü, dışsal etkenlere ve sınırlamalara
    tolerans göstermeme, fiziksel acıya tahammül etme kapasitesi ve
    hepsinin üstünde yüreklilik gibi ilkel toplumların katı değerlerini
    benimsemelidir.

    saygılarımla,
    ted kaczynski
197 entry daha
hesabın var mı? giriş yap