• klasik amerikan titre ve kendine gel temalı belgesellerden biri sanıp izlemeye başladığım ama bütün ön yargılarımı yutup sonuna kadar seyrettiğim belgesel. malum ortamlardan kendisine ulaşmak gayet mümkün, o yüzden herkese tavsiye ederim.

    öncelikle belgeselin verdiği en önemli mesaj şu:

    "yıllarca şişmanlara az ye çok hareket et dediniz ama hepiniz haksızsınız ibneler"

    belgesel çok yemenin ve hareketsiz yaşamanın obezitenin bir nedeni değil bir sonucu olduğunu ve obeziteyle mücadelede bu argümanı kullanmanın çok cahilce olduğunu anlatıyor.

    belgeselden çok hoşuma giden bir kesit: (13-14 yaşlarında yaklaşık 120 kilolik bir ergen azmanı konuşuyor)

    "insanlar obezlerin suçlu olduğunu düşünüyorlar ama obezitenin bir bağımlılık olduğunun farkında değiller. bir alkolik ya da uyuşturucu bağımlısı olduğunuzu ve bütün reklam panolarında içki ve uyuşturucu reklamları döndüğünü hatta ve hatta okul kafeteryasında bile bunların kolaylıkla temin edilebileceğini düşünün. şimdi bağımlılıktan kurtulmak daha zor hale geldi değil mi?"

    başka bir önemli nokta ise üzerinde "yağsız, diyet, kalorisiz vırt, zırt" yazan şeylere tamah edilmemesi gerektiği. şekerine bak kardeşim ne kadar şeker var diyor adamlar. tabi ki haklılar da. bu arada şeker diye bakıp bir şey görememe ihtimaliniz çok yüksek çünkü götverenler şeker yerine yazılabilecek bütün kimyasal isimleri yazmayı tercih ediyorlar.

    belgeselin sonuç kısmı nispeten tahmin edilebilir şekilde: "kahrolsun bağzı lobiler"

    1970'lerden beri hızlı tüketim devlerine karşı ne kadar aksiyon alınmaya çalışıldıysa hepsinin başarısız olduğu görülüyor. coca-cola, pepsi ve kraft gibi her bokun altında etiketi olan devler sayesinde boktan yeme alışkanlıkları bütün dünyayı sarmış durumda. bizde durum bir 10 sene kadar geriden geliyor ama daha bugünden izlerini görmek mümkün. çok uzaklara değil sokakta etrafınıza bakın, patso + kola + mısır şuruplu çıtır çerezle beslenen ergenlerin ne kadar şekilsiz büyüdüğünü göreceksiniz.

    entrymi bitirirken başta gazlı içecekler, hamburger ve pizza gibi sikimsonik şeylerden mümkün mertebe uzak durmanızı ve şeker içerme ihtimali olmayan, işlem görmemiş gıdalarla beslenmenizi tüm türk analarından niyaz eyliyorum.
  • nasıl bir çarkın içinde hapsolduğumuzu pata pata yüzümüze vuran belgeseldir.
    sırf kendi bedenimize,organlarımıza olan saygımızdan dolayı, rafine paketli maketli ürünlerden olabildiğince uzak durmamız gerekiyor. başımıza ne geliyorsa insülin denen zımbırtıdan geliyor. en çok ayvayı yiyen organımız da pankreas. güzel bir belgesel, tüm dünya vatandaşlarına tavsiye ederim.
  • şu an için hayatımın merkezine oturtmaya çalıştığım belgesel.

    siz de aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz eğer kaldırılmazsa.

    https://www.youtube.com/watch?v=uwojmc8kp0s

    belgeseli kimler izlemeli?

    sağlıklı beslenme konusunda bir şey bilmeyen ama merak edenler, meyve suyunu ab-ı hayat gibi görüp her gün bir litre portakal suyu içip sağlıklı olacağını düşünenler, paketli gıdalardaki bilgilere ve kalorilere bakıp hayatına yön verenler, ben spor yapıyorum yeaa istediğim her şeyi yiyebilirim diyenler, ulan bir dünya yürüyüş yapıyoruz niye zayıflayamadık diyenler...

    ama en önemlisi, bence çok önemlisi, "ulan ben ne yaparsam yapayım zayıflayamıyorum ya, iradesizim galiba sürekli abur cubur yiyesim geliyor" diyenler izlesin.

    çocuğu olanlar kesin izlesin. onlar üç defa izlesin.

    "abi ben yiyorum ama hiç kilo almıyorum ki" diyenler varsa onlar 7 kere izlesin.

    izleyin yani işte kısaca.
  • geçen hafta izlediğim, bünyedeki paranoya güdüsüne tavan yaptırmış belgesel.

    bu hafta içerisinde 2 kere market alışverişine çıktım ve normalde ortalama 10-15 dakika süren alışverişlerim şu son iki seferdir 45 dakikayı aştı.

    reduced fat, low-calorie, no-calorie falan hikayeymiş ya lan. aynı ürünün diyet olarak satılan versiyonlarındaki şeker oranları resmen iki kat daha fazla.

    belgesel şeker konusunda epey uyarılarda bulunuyordu zaten de, insan gözüyle görmeden pek tatmin olamıyor işte.
  • filmin en can alıcı noktası "amerika olarak en iyi ekonomiye ve şartlara sahibiz ama sağlığımızı koruyamıyoruz, eğer başka bir ülke bize bunu yapsaydı ona savaş açardık" idi bence ki durumlarını çok güzel özetliyor imkanları çok iyi ama önümüzdeki 10 yıl içinde bu imkanların devam etmesini sağlayacak insanlar kalmayacak. film 2004 yılında çekilmiş o yılda amerikadaki obezite yüzdesi 51 iken bugün %63 lere zorlayan bir ülke haline geldi. bilinçlenelim, bilinçlendirelim, biz onlar gibi olmayalım...
  • şeker vücudun dışardan ekstra alması gereken bir şey olmamasına rağmen yediğimiz her şeyde. üstelik hücre yapısını bozarak kansere sebep olan, kanser hücrelerini besleyen yegane şey iken adım attığımız her yerde gözümüze sokuluyor.
    süslü paketler, yerken alınan keyif derken bir bağımlılık gibi düşünülmese de tam anlamıyla öyle.
    sigara şirketleri de yıllarca sigaranın zararlı olmadığı konusunda diretmiş; yeri gelmiş bilimsel verileri yalanlamış ancak zamanla gerçek kabullenilmiş. muhtemelen bir gün şekerde bu kaderi yaşayacak. yani umarım.

    --- spoiler ---

    -deneyde kullanılan farelere önce kokainli su verilmiş, sonra ise şekerli su. daha sonra kokain kesildiğinde buna zamanla alışmışlar ancak şekerli su sonrası yoksunluk çekmişler. ikisi de sunulduğunda ise şekerli suyu tercih etmişler.

    -şekerin beyindeki etki alanı aynı kokainle aynı hatta ve hatta şekerin etkisi daha fazla.

    -endüstri her zaman sorunun fazla gıdadan değil de hareketsizlikten olduğuna vurgu yaparak artan obezitenin kişilerin hatası olduğu vurgusu yapmış. içerikte de görülecek olan obez çocuklar daha az yemelerine rağmen kilolarının azalmadığında şikayetçi. çünkü asıl sebep şekerli ve işlenmiş gıdalar tüketiyor olmaları.

    - endüstri daha sonra gelen baskılar ile "az yağlı" "az şekerli" ürünler çıkarmaya başlıyor. az yağlı süt ürünlerinin teşviki sonrası elde kalan yağ ise peynire dönüştürülüyor ve bu sefer de devlet eliyle peynirli ürünler teşvik ediliyor. pizzalar, cheddar peynirli çubuklar vs.

    -yapılan bir deneyde reklamların yeme dürtüsünü %45 daha arttırmış.

    - çocukların sağlığı için kantinlerde sağlık ürünler satılması için kamuoyu oluşturulduğunda ise bazı senatörler devlet buna karışamaz diyor ve devleti gıda zabıtası diye yaftalayarak bireysel özgürlüklerden dem vuruyor. "devlet mi karar verecek aileler mi"

    - sigorta şirketleri de müşteri devamlılığı için işlenmiş şeker endüstrisindeki bazı firmaları satın alıyor.

    -obama döneminde konuya güzel bir giriş yapılmış lakin daha sonra sektörü kötü göstermek değil amacımız diyerek konu sadece hareketli yaşama getirilmiş. etkiyi siz düşünün artık.

    en can alıcı kısım ise; yabancı ülkeler bunu yapsa savaş açardık ama devlet yapınca ses çıkarmıyoruz idi.
    --- spoiler ---
  • ing. bıkmak usanmak manasına gelen kelime, "with" article ı alır.
  • gıda endüstrisi üzerine bir belgesel, tam canan karatay'lık:

    http://www.imdb.com/title/tt2381335/?ref_=nv_sr_1
  • korku filmi gibi belgesel. buradaki hikayelerin çoğunu az çok duymuştuk ama bu kadar derin analiz ve ispatlarla yüzümüze vurulması ''ulan nasıl bir oyunun içindeyiz'' dedirtti tüm belgesel boyunca. ölmeden izlenmesi gereken (hatta kaliteli bir ölüm için kesinlikle izlenmesi gereken) muhteşem bir eser.
  • 2014 amerika yapımı, obezite temelli bir belgesel. izlerken su gibi aktı.
    obezitenin tarihsel süreçteki görece kısa yerinden ve birden patlamasından, gıda endüstrisinin ve şeker lobisinin politik yaptırımlardan ustaca bir şekilde nasıl kaçtığı gayet açıklayıcı ve görsel bir şekilde sunulmuştu.
    --- spoiler ---
    benim için birçok vurucu noktası oldu.
    öncelikle obez çocukların gerçek hikayelerinin yer alması durumun vehametini anlatır nitelikteydi. özellikle brady ve ailesini, annesinin çikolata ve brady ayırımını yapma konusunda ağlayışı ne kadar çaresiz olduklarını hissettirdi. yoksa bir insan çocuğuna karşı çikolatayı seçmeyi düşünebilir mi? işte bağımlılık böyle bir şey. şeker bağımlılığının azaltılmasında ve giderilmesinde hafif
    iradeli bir insansanız 21 days without sugar gibi ufak diyetler gerçekten işe yarar sonuçlar doğuruyor. diyet yaparken bir ömür bunu yememeliyim düşünce yapısı insana çok zor geliyor ancak bu tarz kısa süreli programlarla hedefe daha rahat ulaşabiliyorsunuz.
    ikinci vurucu nokta ise daha az yemek ve egzersiz ile obeziteden kurtulunabileceği düşüncesiydi (bkz: doğru bilinen yanlışlar). egzersizin ve hastalığın bağlantısızlığı gözler önüne serilmişti. obez olmamanın sağlıklı olmama anlamına gelmediğini, dıştan ince-içten şişman insanların amerika'da büyük bir çoğunluk olduğunu gördük.
    üçüncü vurucu nokta içerisinde şeker yok diye düşündüğümüz yiyeceklerde aslında tonla şeker olmasıydı. şekeri türlü türlü hale getirmişler: mısır şurubu, fruktoz, laktoz... ve bu az şekerli-az yağlı ibarelerinin hepsi kandırmacaymış. insan yine de inanmak istiyordu işte.
    okul kantinlerinin yaklaşık %80'inin pizza hut, mc donalds gibi markalara ait olması ve çocukların gerçek yiyecek bulamaması çok büyük bir sorun. her yer bu markalarla çevriliyken çocuklar nasıl vazgeçebilir?
    en çok aklımda kalan şey ise "hayat sigortası şirketlerinin hazır gıda şirketlerinden hisse almasını şirketlerin yatırımlarını koruması anlamına geldiği" minvalindeki sözlerdi. insanların hayatların bu şekilde görülmesi inanılmayacak türden bir durum.
    en sonda verilen görüşme yapmak istemeyen şirketler listesi güzel bir ifşa olmuş. ayrıca bunun bir kamu spotu/sosyal sorumluluk projesi tadında olması çok hoşuma gitti.
    --- spoiler ---
    kısaca izleyelim ve izlettirelim.
hesabın var mı? giriş yap