• jean jacques rousseau'nun en buyuk entellektuel dusmani
  • baudelaire'nin ''ben düşünmeyi bu adamdan öğrendim'' dediği, hayranlık duyduğu kişidir.
  • 1753 – 1821 yılları arasında yaşamış fransız yazar, filozof, diplomat.
  • "kadınların en yanıldıkları nokta, erkeklere benzemek istemeleridir."
  • eserlerinde küçük kentlerdeki kokuşmuş merkez sağ atmosferi'nden tea party'e kadar, insanlık tarihi boyunca oluşmuş her toplumda çoğunluğun görüşüne tekabül eden iğrenç muhafazakarlığın bir özetini geçmiş ve kendinden tiksindirmiş nefret dolu fransız düşünür. hayatını, 18. yüzyıl sonlarında aydınlanma ile yaygınlaşan evrenin ve insanların davranışlarının temelde anlaşılabilir olduğu yönündeki düşüncenin içini boşaltmaya adamıştır. mesela maistre, birinin hayatının küçük bir bölümünde aşık olduğu biriyle tüm hayatını birlikte geçirmek için evlenmek istemesinin son derece saçma bir fikir olduğunu kabul eder. bu hususta nietzsche de, cioran da kendisine katılıyor diyebiliriz. bu önemli beyfendilerden farklı olarak maistre evliliğin olmadığı, isteyenin istediğiyle birlikte olabildiği bir toplumun şu anki duruma göre çok daha korkunç olacağını, bu yüzden insanların özünde saçma ve irrasyonel olsa da, toplum yararına evlenmeleri gerektiğini iddia eder. dolayısıyla maistre'ye göre, aydınlanma düşünürlerinin iddia ettiklerinin aksine, insanlar rasyonel olan şeylerdense irrasyonel olanı yapmayı seçmesi mantıklıdır.

    bundan bir adım geriye gidilirse maistre'nin, nietzsche ve cioran ile aynı resmi görse de, aynı resme çok farklı bir yorum getirdiği söylenebilir. üslup olarak da fazlasıyla birbirine benzeyen bu üç yazar, çok farklı yollara sapmış gibi görünselerde temelde aynı sebeplerden yola çıkıyorlar. vardıkları yerin ve tarihteki önemlerinin farklılığından bağımsız olarak, bu üç adamın kışkırtıcı ve manipülatif dili yaşamın özünde saçma ve anlamsız olduğu gerçeğini gizlemek gibi bir işlev görüyor. bana kalırsa bu üçlünün kabaca muhafazakar olanı da, anarşist olanı da bu gerçekliğin keşfinden dolayı aynı ruhu taşıyorlar. üçününde (maistre'nin bile!) kitaplarını okumaktan keyif alsam da, bunları okurken hep bir eksiklik duygusu hissediyorum. sözlükte emil michel cioran başlığında anadolu'nun entrysini okuyunca, benim için taşların yerine oturduğunu söyleyebilirim: "nerde hayatın sıkıntısından, varoluşun bunalımından bahseden bir varoluşçu görsem, "lan faşizm?" diye düşünmekten kendimi alamıyorum. çünkü bu fikir zibidileri en çok faşizmin yoğunlaştığı, ya iktidarda ya da iktidara gelmek üzere olduğu yerler ve zamanlarda çıkıp, asalak bir küçük burjuva zihniyetiyle asker pabucu yalamaya bayılıyorlar. " bahsedildiği üzere, cioran ve nietzsche'nin hitler'i öncelemesi gibi, maistre de napoleon'u öncelemiştir.

    bu adamlara taban tabana zıt bir ruh ikizliği walter benjamin ve gaston bachelard arasında var. maistre, cioran gibi nefret dolu adamların aksine, benjamin ve bachelard düşündükleri gibi yaşamış, hatta benjamin artık düşlediği dünyada yaşayamacağını düşündüğünden naziler kendisini ele geçiremeden intihar etmiştir. bu güzel adamların aksine, vardıkları sonuçlar bakımından koordinatları çok farklı olan maistre, cioran ve nietzsche ise keşfettikleri gerçeklikten sakınmaya çalışan çapsızlar gibi görünüyor gözüme.
  • "yaşayan her şeyin arasında, açık bir şiddet hüküm sürer; her canlıyı kendiliğinden silahlandıran ve ortak kıyametlerine götüren bir öfke. cansızların krallığını terk eder etmez, yaşamın en uç sınırlarına bile kendini işlemiş şiddetli bir ölümün zorbalığıyla karşılaşırsınız. bitkilerin krallığında bile, en ulu çınarlardan en alçak çimenlere kadar sayısız ölüm varlığını hissettirmeye başlar. ancak hayvanların krallığına girdiğiniz anda, bu değişmez kanun en güçlü kanıtını, henüz biraz önce gizli ve durağan olan sınırsız şiddetini açıkça gösteriverir; bütün türlerde, diğerlerini katletmekle görevli sayısız yırtıcı vardır: etçil böcekler, etçil sürüngenler, avcı kuşlar, köpekbalıkları ve korkunç örümcekler. diğer bir hayvan tarafından rutin olarak katledilmeyen bir hayvan neredeyse yok gibidir.
    bütün bu hayvanların en üstünde, yok edici eli canlı hiçbir şeyi bağışlamayan insan hüküm sürer. insan yemek için öldürür, giyinmek için öldürür, süslenmek için öldürür, kendini savunmak ya da sadece saldırmak için öldürür, kendini eğitmek ya da eğlenmek için öldürür, bazen sadece öldürmüş olmak için öldürür. bu gururlu ve zalim kral, hiçbir şeyin kendisine direnmesini istemez.
    insan, kuzunun bağırsaklarını söküp arpının şarkılar söylemesini sağlar, kurdun ölümcül dişlerinden vücuduna taktığı sanat eserleri yaratır, fildişinden çocuklarına oyuncaklar yapar; masası istisnasız olarak cesetlerle doludur.
    bu sonu gelmeyen karmaşada diğer her şeyi yok edeni yok edecek olan kimdir? yine insanın kendisi. insanın katliyle görevli olan yine insanın kendisidir. böylece dehşetli bir yok oluşun bütün yeryüzünü kaplayan kanunu muhteşem bir sonla tamamlanır.
    yeryüzü, sürekli kanla yıkanan ve üzerindeki bütün canlıların sonsuz, dinlenmesiz ve şartsız olarak bütün kötülüğün ortadan kalkmasına ve ölümün kendisinin ölmesine kadar katledileceği devasa bir sunaktan başka bir şey değildir."
  • katolisizmi aşırı derecede savunduğu ve fransız devrimine karşı çıktığı için sürgüne yollanan muhafazakar adam. ayrıca akıl yerine imanı ve sezgiyi ön planda tutup "ilahi adalet" i savunan kişidir.
hesabın var mı? giriş yap