• canozan adlı insanın tam tabiriyle bok ettiği güzelim ezgi'nin günlüğü şarkısı.
  • istanbul'un en güzel ilçesi ve ayrıca 4 yıl yaşadığı güzel bir yer.

    kadıköy gerçekten güzeldi fakat ben kalabalığı sevmediğim için istanbul'dan ayrılmak zorunda kaldım. maalesef istanbul artık taşıyabileceği nüfus miktarının üzerine çıktı. böyle bir yerde kalabalık içinde nefes almaya çalışmak insanı gerçekten çok yoruyor. bunun yerine daha sakin bir anadolu şehrine taşındım. gerçekten bulunduğum şehirde rahatım. çünkü belirli bir nüfusu var ve bu nüfus çerçevesinde yaşıyorsun.
  • kadıköy ile ilgili ne zaman bir şeyler yazsam mutlaka o mesaj yeşilini görürüm orda.
    gel bir çay, kahve ısmarlayayım
    ben de çok severim, nerde oturuyorsun
    hadi kadıköyde bir şeyler yapalım bla bla bla minvalinde...
    tatlı su minnoşları sizi. tinder mı lan burası?

    tatlı su minnoşlarını bir yana bırakırsam kadıköy’ü ayrı severim. kadıköy’de en çok nereyi özledin deseler, net olarak moda çay bahçesi derim. evet ne dediğinizi duyar gibiyim ahhahah nabim ruhum fakir.

    en son yakın arkadaşım ve çok sevdiğim bir ablam ile gitmiştik. hatun tabi elit mekanların kadını olunca pek sevdiremedik kendine ortamı, oysa ki aşağı inip çimlere kendimizi atmak vardı. beyninden şu düşünce geçiyor bir yandan, bakışlarından anlıyorum; “varoş musun kızımmm” sesli de söylemiş olabilir hahhahah

    o mekanda 6 saat net oturmuşluğum var denize karşı. daha fazlası da olabilir :) vallaha aylak değilim ama o gün öyle gerekmişti. bizi arkadaşımla yerimize mıhlayan o gün bir çocuk geldi oturdu tam karşı masama göz hizama. o gün gördüm ilk kez karakterini bu kadar güzel taşıyan bir adam. elinde kitabı okudu, çayını içti, arada kitabı bırakıp okuduğu satırları düşündü. tek bir kez telefonu eline aldı sanırım o da saate bakmak için bir anlıktı. ne çevrede fıldır fıldır döndü gözleri, nede okuduğunu kanıtlamak için kitabın denize karşı fotoğrafını çekti. masumca takıldı kaldı gözlerim. arkadaşım çok sağolsun diğer arkadaşıma bizimki aşık oldu diye gruptan boy boy fotoğraflarımı bastı. aşk değildi belki ama özlem deyin hadi, ben de bilmiyorum ne. öyle işte..

    ayrıca en çok o çay bahçesinde oturup, ayaklarımı demirlere rahatça yerleştirip, tek başıma kitabımı okumayı, ara ara da kitabı kapatıp insanları izlemeyi gözlemlemeyi özledim.
  • yoğurtçu parkını ve modanın ara sokaklarında elimde birayla yürümeyi çok özledim
  • sanırım hayatımda ilk kez üç ay uzak kaldığım güzel yer, bugün itibariyle bu özlemi sonlandırdık. sokağı, denizi dinliyorum; ulan çok özlemişim be.
  • seviyor muyum sevmiyor muyum bi türlü çözemediğim yer. değişik bir havası var. biraz melankolik, biraz ürkütücü... içinde konserleri, etkinlikleriyle v.s. gibi bir çok eğlence aktiviteleri olsada hepsinin bitiminde yalnızlık hissettiren değişik bir havası...
  • sarıyer ve yeşilköy sakin adamız vesselam.
  • aslinda bu ilcenin donusumu (ve bana gore batisi) toplum hakkinda cok kesin bir sonuca varmayi kacinilmaz kiliyor. bunu entry'nin sonunda soyleyecegim. ama once cok da eski olmayan bir gecmiste kadikoy genelde nasildi, genel nufus yapisi ve yasayanlarin demografisi nasildi ondan bahsedeyim ki donusum ne kadar keskin oldu anlasilsin.

    oncelikle eskiden kadikoy'de memur kesim cogunluktaydi. asker ve ogretmen yogunluklu sakinleri yuzunden de kalitesi cok yuksek ilcelerden biriydi. ozellikle bu insanlarin yasadigi semtlerde her sey daha temiz, daha duzenli, daha tertipliydi. buna bagli olarak da insan kalitesi ister istemez yuksek oluyordu. yine sayica az da olsa rum/ermeni vatandaslar da semtlerin onemli bir degeri, guzellestiren bir rengi oluyordu.

    tabi insan kalitesinin yuksek olmasina bagli olarak bir sorun vardi ki o da kadikoy'un sonunu getirdi. insanlar daha az cocuk yapiyor ama daha uzun yasiyordu. bunun sonucunda da,evlerin sahipleri olan insanlar yaslanip olene kadar sadece cocuklari degil, torunlari, hatta torunlarinin cocuklari bile mirasci statusune girmeye basliyordu. malumunuz bu kadar cok hak sahibi mirasci olan yerde bir malin elde tutulmasi imkansizdir. haliyle o evlerin/arazilerin sahipleri el degistirip kadikoy'le alakasiz kisilerin eline gecer. bunun sonuclarini daha sonra anlatacagim.

    zamaninda asker/ogretmen yogunluklu nufus yuzunden cevre duyarliligi cok daha yuksekti ki bu da istanbul'un diger ilcelerine gore cok daha fazla agac/yesillik/cicek demekti. kadikoy'un merkezi olan altiyol'dan baslayip ister minibus caddesi diye bilinen cadde tarafindan, ister bagdat caddesi tarafindan erenkoy'e kadar giderken o kadar cok cesit meyve agaci, o kadar cok cesit cicekli bahce ile karsilasilirdi ki, mevye agaclarindan bazilari; seftali, kayisi, yesil erik, kirmizi erik, malta erigi(yenidunya), elma, amasya elmasi, dut, incir, kiraz, visne, cagla, limon, ceviz vesaire ilk aklima gelenler. bunlar oyle numunelik degil cogu apartmanin bahcesinde ucer beser bulunan, hatta meyveleri kaldirimlara kadar sacilan, hormonsuz, organik, her cocugun gidip dalindan bedava yiyebildigi agaclardi. simdi boyle bir sey hayal dahi edilemese de bir zamanlar cocuklar meyve turuna cikar ve aksama kadar ucer beser kilo meyve yemeden donmezlerdi.

    ayni sekilde apartmanlarin daha bahce giris kapilarindan itibaren binbir cesit cicegin mis gibi kokulari ve goz alici renkleri karsilardi insani. aksam sefasi, hanimeller, gramafon cicegi, ortanca, menekse basta olmak uzere bahceler agzina kadar cicek dolu olurdu.

    yine cogu apartmanin bahcesinde cardak olur, komsular yaz aksamlari burada birlikte aksam yemegi yer, eglenceler duzenler, gunduzleri cay partileri yapilirdi.

    apartmanlar az katli, cok genis balkonlu, genis odali evlerden olusurdu cogunlukla. hatta oyle ki goztepe, erenkoy, saskinbakkal , suadiye, fenerbahce, kalamis gibi semtler adeta yazlik belde havasi tasirdi.

    ayrica bu semtlerde cocuklar icin cok sayida yesil park ve oyun oynayacak alan olurdu ki simdi izi bile kalmamistir.

    insan kalitesinin yuksekliginden, kapi komsunuzun emekli general, karsi komsunuzun profesor olmasi kimseyi sasirtmazdi.

    sonra yavas yavas eski kusaklarin olmesiyle bir donusum basladi. daha sonra deprem bahane edilerek kentsel donusum denen garabet sey de ustune tuz biber ekti. "depreme onlem alinmasin mi?" diyecekler icin cevap vereyim, kentsel donusumde yikilan apartmanlar tehlikeli olan daracik eski apartmanlar degil, az katli, genis bahceli, yani mutaahitler icin en karli apartmanlar ve semtlerdi.

    simdi burada "memleketi mahvettiler" martavali okuyacagimi bekliyorsaniz bosuna beklemeyin. cunku bu entry'yi yazma sebebim bunun tam aksi. gece gunduz "memleketi mahvettiler" diye dolasan o kadikoy'luler is kendi karlarina gelince en ac gozluleri bile mumla arattilar. kac yillik agaclarin kesilip, o guzelim genis bahceli apartmanlarinin yerine devasa sut kutusu gibi igrenc apartmanlar dikilmesi teklif edildiginde birakin karsi cikmayi, "bak diger mutaahit x marka eyve takiyor, x marka aspiritor veriyor, sen vermiyeceksen onun teklifini kabul edelim" diye mutaahit yaristirdilar. heyecanla sevkle sozlesme imzalarken aslinda kendi gecmislerini, kendi aidiyetlerini sikindirik bir evye, kodumunun bir asansoru ile takas ettiklerini fark bile etmediler.

    yeni yapilacak apartmanlardaki dairelerin ne kadar daha yuksek degerli olacagini gozleri parlayarak hesaplarken, kendi cocukluklarini, o agaclari elleriyle diken, o cicekleri cocuklari gibi seven eski nesilleri, o sen sakrak kahkalarin yankilandigi anilari sattilar aslinda, ve bunu umursamadilar bile.

    ustelik bu tayfanin nereydese tamami hala gece gunduz "memleketi mahvettiler" diye kafa sikiyor, kendileri disinda herkes sucluyken, hep digerleri hatali ve acgozluyken kendileri sutten cikmis ak kasik gibi dolasiyor. hicbiri de "ulan biz ne yaptik, niye boyle bir bok yedik" diye kendilerine elestiri yapmiyor, toz kondurmuyor.

    zaten o yuzden hep diyorum bu toplumun sorunu bir sahis/bir siyasetci/bir parti falan degil. bu toplum kendi isine gelince acgozlu ve hep daha fazlasini isterken, kendilerinde hic hata gormezken baskalarini herseyin suclusu ilan etmekten vazgecmedikce hic bir zaman duzelmez. tabi tabi "memleketi mahvettiler", sen mahvetmedin, halbuki sana da x marka evye teklif etselerdi hic sorun kalmazdi degil mi? hep digerleri suclu moruk, sen evin temiz olsun diye mutaahite verdin biliyorum, rahat ol sen.

    ayrica isin en cok ciger parcalayan yani, bu yukarida anlattigim zamanlari yasayanlarin bile bu kadikoy'deki bu donusumu umursamasi, hatta cok kolayca benimsemesidir.

    zaten ben bu sayede sunu ogrendim ki, bu toplumun bir topraga aidiyet duygusu, koklenme duygusu falan yok kardesim. dogup buyudugu sokaklar, semtler, sehirler bambaska bir seye donusurken huzursuz hissetmek soyle dursun eger bir cikari varsa en basta kosuyor. ve bu "digerleri"ne has birsey degil. her kesimin ortak davranisi bu.

    mesela kadikoy'de dogup buyuyup kadikoy'deki daha yakin zamana kadar duran dev kutahya porselen vazosunu hatirlamayan, bir ara altiyola yapilan katli havuzlari hatirlamayan, rihtimdaki ust gecitleri hatirlamayan, rus pazarini, kus pazarini vesaire seyleri ulan en goz onundeki onlarca seyi bile uc gunde unutan insanlardan olusan bir toplum var. bastan asagi balik hafizali bir toplumun, sirf siyasi konularda papagan gibi ezberledikleri seyleri tekrarlarken kendi cocukluklarina dair anilari bile umursamamasina ne diyeyim bilmiyorum.

    ben mi? dogup buyudugum ilcenin tamamen yok olup gitmesi ve kimsenin bunu umursamamasi benim acimdan bu toplumun bir parcasi olma hissini tamamen bitirmisti zaten. o sokaklarin, caddelerin hem isimlerinin degismesi, hem sekillerinin semallerinin, yonlerinin, apartmanlarinin, bahcelerinin, kisacasi herseylerinin degismesi korkunc bir bosluk duygusu olusturuyor. tanidik bildik hicbirseyin kalmadigi bir semtte nasil bir aidiyet duygusu gelisir ki?

    "ben hakikaten oralarda mi buyumustum?" diyecek kadar yabancilasirken "o sokak gercekten orasi mi?" diye kendinden supheye dusurecek kadar cigirindan cikmis bir donusum acikcasi buyuk bir suc olmaliydi. ama bu suc baskalarina degil bu donusume elinde tuzlukla en onde kosup evye markasi celik kapi markasi derdine dusenlere ve buna ragmen hala utanmadan baskalarina "memleketi mahvettiler" diye zirvalayanlara aittir.
  • rıhtım caddesine ve trafiğin yoğun olduğu caddelere üstgeçidin şart olduğu kalabalık ilçe.

    son 1 yıl içinde ölümlü kaza sayısı çok arttı.

    en son dün bir vatandaş daha vefat etti.

    istanbul'da yaşarken çalıştığım işyeri buradaydı ve o zamanlar da trafik güvenliği sorunu vardı.

    şimdilerde haber bültenlerinden takip ettiğim kadarı ile iyice çığrından çıkmış durumda.
  • bugün gene bir yayaya arabanın çarptığı ilçe. neyse ki hafif sıyrıklar ile atlattı. bölgede yakın bir akrabam oturuyor ve gelişmeleri ondan öğreniyorum eski bir kadıköylü olarak.

    burada trafiğin ve ağır vahısta akımının yoğun olduğu yerlere neden üst geçit yapılmaz, anlamış değilim.

    daha geçen hafta bir adam otobüsün altında kalıp feci şekilde can verdi.

    daha kaç kişi bu şekilde vefat etmeli?

    arabaların altında kalıp parçalanan kedi, köpek gibi evcil hayvanları ise saymıyorum bile.
hesabın var mı? giriş yap