• ahh... küba...
    emekçileri ve ezilenleri hayatına dert eden nazım hikmet’n küba’sı... nasıl da coşkuluymuş şöyle yazarken:
    ‘’sen, mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?
    işin kolayına kaçmadan ama
    1961 yaz ortasındaki küba'nın resmini yapabilir misin?
    çok şükür, çok şükür
    bugünleri de gördüm
    ölsem gam yemem gayrinin
    resmini yapabilir misin üstad?’’

    o günlerden bu günlere çok değişti küba'da.
    amerikan ablukasına, ambargosuna, baskılarına karşı direniyor.
    kendine yetmeye çalışan, daha adil, daha yaşanacak bir ülke... örnek bir ülke yaratma çabası sürüyor...

    doğayı mahvetmek zorunda değiliz.
    insanı mahvetmek zorunda değiliz.
    böyle olmak zorunda değil.

    ... küba, belki de bunun yolunun henüz küçük, basit fakat cesur ve kararlı bir örneği olarak duruyor karşımızda.

    oyuncu berna laçin, gazeteci fatih altaylı’nın ‘kübada patates yok!’ yazısına yanıt vermiş. sadece bazı başlıklarını görelim:

    küba’da
    ‘çocuğum ne olacak?’ korkusu yok.
    sağlığın için endişelenmek yok.
    açlık yok.
    işsizlik yok.
    sokakta yatan evsiz yok.
    kadına şiddet yok.
    eğlencesiz gün yok.
    tarlalarında organik olmayan gıda yok.
    kazık yemek korkusu yok.
    reklam tabelası yok...

    reklam... hımm... işte bunu açalım biraz... olur mu?

    içinde yaşadığımız sistemde bir algı bombardumanı altındayız.
    gazeteler, kanallar, dergiler, magazin ekleri, internet, sosyal medya hep bunu söyler, gizli – açık:
    sen ne giyindiğinsin. kullandığınsın. eşyalarınsın. telefonunsun. dinlediğin müziksin, işinsin, yaşadığın semtsin. paran kadarsın. budur statün. değerin. insanlığın değil!
    harca. borçlan. tüket. dünyayı mahvet.
    şirketlerin, firmaların karı için doğal kaynakları yok et.
    zehirle. kirlet. yık. boz. öldür. tüket... ama...

    ...ama böyle olmak zorunda değil.
    küba... ahhh... daha yolun başında.
    ama direniyor... deniyor...
    bize de hiç olmazsa, önünü – arkasını görebilmek düşüyor...

    küba tarihine hızlıca bir bakalım... neler olmuş:

    15. yüzyılda ispanyolların küba adasını keşfinden (yani işgalinden) sonra, ilk yüz yıl içinde köleleştirilen ada yerlisi tamamen (tamamen) yok edildi.
    yok edilen adanın yerli kölelerin yerine afrika’dan gemilerle yeni köleler getirtildi...
    yine aynı insanlık dışı koşullar, isyanlar, ormanlara kaçmalar, kıyımlar, işkenceler, katliamlar... masal gibi... acı...
    kölelerin isyanı, direnişi, mücadelesi, özgürlük inancı hiç bitmemiş...

    nihayet 1868 yılında artık kölelik yasaklandı...
    tam da eşit haklı vatandaşlık mücadelesi sürerken...

    bu kez...

    1902 yılında
    komşuları abd, küba’yı işgal etti, kanlı diktatör batista’yı destekledi...
    yıkılmaz sanıyorlardı... taa ki...

    küba’da fidel castro ve che neden bu kadar çok seviliyor?
    çünkü (şahitleri, çocukları, torunları hayatta daha) çok değil daha 70 yıl önce köleydiler.
    çünkü artık değiller...
    çünkü fidel, kardeşi raul, che ve arkadaşları 1959 yılında abd’nin desteklediği kanlı diktatör batista’yı, köleci toprak ve çiflik sahiplerini, acımasız tüccarları, mafia ordusunu devirip, adada devrim yaptı. iktidarı ele geçirdi...

    o tarihten beri abd her yolla yıkmaya, özgürlük ve demokrasi götürüyoruz deyip savaşa, yeniden köle yapmaya kararlı...
    küba özgürlüğe, dünyaya örnek olmaya...
    iki taraf da direniyor... inatçı... vazgeçmiyor...

    ahh... küba... bir labaratuvar.
    adil ve insanca yaşamanın yolunu deneyimleyen.

    zeytin, üzüm gibi bitkiler, bizdeki sebze ve meyvelerin çoğu küba’da yetişmiyor.
    hem doğayla hem de abd ablukası ve ambargosuyla sürekli mücadele içindeler.

    tarihi yapıları koruması,
    ormanlık alanların devrim sonu artması,
    ve çocuk ölümlerinin azlığı, avrupa ile yarışıyor...

    unesco verilerine göre dünyada yüzmilyonlarca insan okuma yazma bilmiyor. türkiye’de 7 milyon, çok gelişmiş sayılan almanya’da 2 milyondan çok...

    böyle olmak zorunda değil.

    küba’da bugün, tüm dünyaya örnek bir şekilde, okuma yazma bilmeyenler sadece çok yaşlılar veya zihinsel engelliler.
    devrimden sonra küba dünyanın en yüksek eğitim oranına sahip ülkelerden birisi haline geldi.
    tıpta ve eğitimde o kadar ileriler ki güney amerika’ya, afrika’ya doktor ve öğretmen yolluyorlar, aşı buluyorlar, kansere çare arıyorlar...

    dünyanın neye ihtiyacı var?
    temiz suya, barınmaya, eğitim ve sağlık hakkına, sosyal güvenceye, hukukun üstünlüğüne, inanç ve ifade özgürlüğüne, barışa, dayanışmaya, ekmek, gül ve özgürlüğe muhtaç, dünyanın büyük çoğunluğu.
    az sayıdaki zenginler çok zengin.
    çok sayıdaki yoksullar çok yoksul.
    ama böyle olmak zorunda değil...
    ahh... küba...
    bir labaratuvar... adil ve insanca yaşamanın yolunu deneyimleyen.

    çevreyi kirletmiyorlar.
    herşey organik.
    ne savaş çıkarıyorlar,
    ne silah satıyorlar,
    ne kimseyi sömürüyorlar.
    üstelik köle değiller. bağımlı değiller.
    alınacak yol uzun...
    onlar...
    umutlular... gurulular... korkmuyorlar...
    ahh... küba!
  • (bkz: cuba and the cameraman)
    cuba and the cameraman (2017)

    yönetmen: jon alpert

    jon alpert'in yönetmenliğini yaptığı belgesel
    1974-2016 yılları arasında kuba'ya defalarca giden kameraman jon alpert'in fidel castro ve son 40 yılda castro'nun politikalarından etkilenen 3 ailenin hayatını,bu süreçte küba'da gördüğü olumlu ve olumsuz tüm gelişmeleri bize samimiyetle aktardığı muhteşem bir çalışma olmuş. küba ile ilgili birazda olsa bilgi ve fikir sahibi olmak isteyenlere mutlaka izlemelerini tavsiye ederim.
  • komünizm devriminden önce kübalıların %90'nı köleydi, it gibi çalışıyorlardı, boş zamanları yoktu ve emek güçlerinin değersizliği karşısında sermaye biriktirmeleri de söz konusu değildi. kısacası şu anki refah düzeyinin %10'una bile sahip değillerdi. che guevara'nın ve fidel castro'nun başarmasının 2 büyük nedeni vardır:
    1. kübalıları iknâ edebilmesidir
    2. küba'nın ada olmasıdır, ada değil de güney amerika anakarasına bağlı olsaydı, abd'nin karadan çok rahat bastıracağını düşünüyorum.

    buna benzer bir olay roma imparatorluğu'nda köle olan spartaküs ile yamıştır. spartaküs dağa kaçtığında arkasından binlerce köle kaçtı ve roma imparatorluğu'na inim inim inletti. öyle bir tahribat verdi ki romalıların hafızalarına bile kazındı, dillerine "uslu dur yoksa spartaküsü çağırırım." sözü girdi. ancak başarılı olamadı çünkü aynı coğrafyada yaşamak zorundaydı.

    bilip bilmeden "yeah küba'da halk berbat" geyiğini yaparken kapitalizmin babası abd'de ortaya çıkan ve yükselişte olan "mal mülkten uzak yaşamayı tercih edenler" (ing. homeless) bir nevi küba'daki yaşayışı talep ediyorlar. rayban, apple, starbucks ile belli bir sınıfa girmeye çalıştığınızı bir evsize anlat bakayım, sana ne deyecek?
  • hayatları müzik, dans ve içkiden ibaret, aşırı mutlu ve samimi insanları barındıran tropik ülke. sanılanın aksine fakir değiller. sadece lüks içinde yaşamıyorlar.
  • bir adanmışlık destanı che'nın yurdu..kübaları çoğaltmak için gittiği bolivya^da katledildi..
  • fidel tarafından küba’dan kovulduktan sonra bolivya’da vurulup öldürülen che’nin ikinci vatanı.

    sonu, fidel tarafından öldürülen bir diğer yoldaşı cienfuegos’a benzer.
  • evsizlerin olmadığı ülkedir. çünkü her evlenen çifte devlet tarafından bir ev verilir ve ev satışı yasaktır.
    evler ancak başka birinin eviyle takas edilebilir. üstüne para alınır veya verilir. bunun için havana'da açık bir pazar dahi mevcuttur. burada insanlar evin özelliklerinin ve bazen de görselinin de olduğu bir kartonu tutarlar ve evleriyle ilgilenenlerle konuşarak anlaşmaya çalışırlar.

    küba'da avm de mevcuttur. çok büyük ve gelişmiş olmasa da en azından serinletir.
  • küba ile ilgili toplumda sürekli bilinmezlik vardır, giden kişiler anlatır herkes merakla dinler, faşistler hep kötüler, komünistler hep över falan bir şekilde herkes bir şeyler söyler ama kimse emin konuşmaz.

    futbolcular küba'dan kaçtı diye başlıklar açılır, insanlar fakir falan derler, ben başka bir şey söylemek istiyorum,

    son 10 yılda, resmi kayıtlara geçen kadına şiddet olayı yaşanmamış küba'da,

    bakın iyi okuyun, son 10 senede resmi kayıtlara geçen kadına şiddet olayı yok diyorum, hani biz diyoruz ya, kadın özgür olmadan toplum özgür olamaz, heh işte, küba'da tam olarak bu yaşanıyor.

    kadın özgür olduğu için küba özgür, itin biri yemeği geç hazırlandı diye babasının bağırmaya kıyamadığı kızını dövmüyor, ayrılmak isteyen kadın öldürülmüyor, kadın özgür, ondandır-ki toplum da özgür.

    siz yine kötüleyin tabii, futbolcular kaçtı deyin, fakirler deyin, akıllı telefonları yok deyin, kapitalizm giremedi oraya diye üzülün,

    bakın kanser ilacı buldular, leptop üretiyorlar diye de söylenmiyorum, eğitim, ulaşım ücretsiz falan hiç girmiyorum bile, onlar zaten komünizmde var, söylediğim çok farklı ve muazzam bir olay.

    evet, küba'da son 10 yılda resmi kayıtlara düşen kadına şiddet olayı yok.
  • taksi şoförünün doktordan daha fazla kazandığı ülke.

    iddiaya göre bu doktorlar kansere aşı buluyormus
hesabın var mı? giriş yap