• hayat bir nefestir; aldığın kadar.
    hayat bir kafestir; kaldığın kadar.
    hayat bir hevestir; daldığın kadar.
  • (bkz: muhyiddin shakoor)
    kitabının bir sayfasından bir paragrafı alıntılayıp alt alta yazacağım. hevesle hızlıca okudum, okudum ki hemen araya birkaç ay koyup kelime kelime, cümle cümle sindirerek hemen ikinci kere okumaya başlayayım diye. kitapta her şey var. kitap ismini özellikle yazmadığımı belirteyim.

    -"komşunuzu kendiniz kadar sevin" dedi

    -"ama kendinizi sevmediğiniz müddetçe, kimseyi hakkıyla sevemezsiniz."

    -öyle sanıyordum ki bu sözlerle, insanın ancak artık sevilmeye ihtiyaç duymadığı noktada bir başkasını sevmeye başlayabileceğini ve bir başkasının kendisine olan sevgisini hissedebileceiğini izah etmeye çalışıyordu.

    -keza insan ancak gerçekten sevildiğini hissettiği anda, artık sevilmeye ihtiyaç duymaz oluyordu.

    -"gerçekte kimse bizi kayıtsız şartsız ve olduğumuz gibi sevmiş midir?" diye sordu.

    -.... annelerimizin istisna teşkil ettiğini söyledi. çoğunlukla kimsenin kimseyi olduğu gibi sevmediğini ekledi sözlerine. insanlar birbirlerini olmalarını arzu ettikleri, olmamalarını diledikleri, hayal ve talep ettikleri kişiler olarak seviyorlardı.

    -"işte bu nedenle korku içinde yaşarız" dedi.

    - "henüz çocukken ebeveynimizin istediği mükemmel çocuklar olamamaktan korkarak işe başlarız.

    -ama mürşidimiz bizi kayıtsız şartsız sever. peygamber sav efendimiz bizi kayıtsız şartsız sever. cenab-ı vedud bizi kayıtsız şartsız sever. keza insanoğluna muhabbeti ve necatı talim eden hazreti isa as. 'ın irşadında da, insanın kendini sevmemesine, olduğu gibi kabul etmemesine, suçlamasına, yargılamasına ve nihayet mahkum etmesine yer yoktu. eğer allah varsa, ki vardır, ebedi ve bitip tükenmez aşk olarak vardır.

    -bizi, hatalarımız yoluyla cehenneme mahkum eden yine kendimizden başkası değil aslında."

    -bütün ömrümüzü, kendimizi sevmemek adlı trajedinin başrolünü oynayarak geçirdiğimizden bahsetti.

    -kendimizi sevemiyorduk, zira ebeveynimiz hoşlarına gitmeyen şeyler yaptığımızda bizi sevmekten vazgeçmişti. kendimizi sevmiyorduk zira kendimizi bir an için iyi ve kötüye dair ikici düşüncelere boğmuştuk. kendimizi sevmiyorduk zira ana babamızın, dedemizin, büyükannemizin, arkadaşımızın ya da büyük bir muhabbetle sevdiğimiz "bir başkasının beklentilerini karşılayamamıştık..."

    -zannederler ki, insanın kendisine olan sevgisinin en nefsi ve hodperest tarifi, insanın başkaları yerine kendisini sevmesidir. "oysa nefs, bizi kendimizi sevmekten alıkoyan şeyin ta kendisidir aslında"

    -"zaten kendimizi sevmediğimiz için nefs inatla var olmaya devam eder."

    -"şahadet kafi değildir. dur durak bilmeden dünyaya susuzluğumuzu körükleyen güçlere galip gelmek için daha fazla himmete, daha fazla gayrete ihtiyacımız var. mahbub-u ezeli'ye yaklaşmak için dualar ediyoruz, ama o'nu bilmenin o'nu sevmekten geçtiğini unutuyoruz.

    -o'nu sevmenin ilk şartı ise, küçük aşklarımızı terk etmektir.

    -allah'ın iradesinin tecellilerine mazhar olmak istiyorsak, kendi irademizi bir kenara koymayı bilmeliyiz. "

    -bir erkek ya da kadının eşi için büyük bir aşk olabileceği gibi, pekala büyük aşktan uzaklaştıran küçük bir aşkın olabileceğinden bahsetmişti.

    -"küçük aşklar, büyük aşklara nispeten daha çok zamanımızı alır ve biz, en çok küçük aşklarımızı kaybettiğimizde ıstırap çekeriz. büyük aşklarımızı kaybettiğimizde çoğu zaman o kadar ıstırap çekmeyiz, zira bu aşkların boyutundan bihaberizdir. ama üzerinden biraz zaman geçip de kaybettiğimiz aşkın gerçek boyutunu idrak ettiğimizde derin bir buhranın pençesine düşeriz. artık çok geçtir; büyük aşkımızı bir daha bulamamacasına kaybetmişizdir. "

    -sözünü ettiği türden küçük aşklara misal olarak insanların katıldığı çeşitli sosyal kulüplerden bahsetti." insanlar, bu kulüplere hayatlarına anlam katmak ya da başka insanlarla münasebette bulunarak hayatlarını zenginleştirmel için katılırlar" dedi ve sözlerini sürdürdü:"bunların arasında, örgü, kitap ve aşçılık kulüplerini sayabileceiğimiz givi, kiliselerde düzenlenen sosyalleşme toplantılarını ve sporla alakalı faaliyetleri de bu kapsamda değerlendirebiliriz. bu kulüpler ille de sakıncalı olmak zorunda değiller elbette, fakat biz bunları,
    -huzurumuzu kaçıran varoluşsal boşlukları doldurmada kullanıyor ya da kadir-i mutlak olan rabbimizi anmanın, halıkımıza karşı sorumluluk bilinciyle yaşamanın yerine koyıyorsam, işte o zaman bu kulüpler vakit kaybı olmaktan öteye geçemez.

    -insanın zamanını ve hayatını nasıl sarf edeceğine ilişkin tercihi, son derece şahsi ve kalbi bir meseledir.

    -hangi tercihler bizi tekamüle, sağlığa ve potansiyelimizi layıkıyla açığa çıkarmaya götürüyor?

    -hangileri anbean büyüyen bir gaflete düşürmeden rahatlatır, hatta derdimize deva olur?

    -işte bu tercihleri yapmak, ihlasla hak yolundaki arayışını sürdüren bir insanın önünde duran hayli meşakkatli bir imtihandır. "
hesabın var mı? giriş yap