aynı isimde "normal people (roman)" başlığı da var
  • şiirsel bir anlatım üslubuna sahip olması, depresif ve melankolik atmosferi, izleyicisini karakterlerin meselesinin bir parçası yapan yüzlere odaklı yakın plan çekim teknikleri, gerçekçi yapısı, oyuncuların karakterlerin ruh haline büründükleri müthiş performansları, farklı tarzdaki sahne geçişleri ve özellikle bölüm sonlarında devreye giren hüzünlü müzikleriyle etkileyici ve sıra dışı bir mini dizi.

    dizinin çetrefilli bir hikayesi yokmuş gibi gözükmesi basit bir yapım gibi algılanmasına yol açabilecekken saydığımız bu özellikler iki gencin inişli çıkışlı aşk hikayesinden ibaret olan diziyi derinlikli bir yapım haline getiriyor. piyasa işi dizilere aşina olan izleyiciyi sıkabilecek arthouse bir iş olan dizi, iki gencin birbirlerine duydukları aşkı geniş bir zaman dilimine yayarak, gençlerin yaptıkları tercihlerin hayatlarına etkisini, değişen psikolojilerini ve hayatın içinde geçirdikleri dönüşüm ve gelişimi işliyor.

    -spoiler-

    hikaye üst sınıf bir aileden gelen marianne ile annesi marianne'lerde temizlik işi yapan connell'in lise sıralarında yakınlaşmaları ile başlıyor. marianne varlıklı ama sorunlu bir ailede, sosyopat bir anne ve düşmanca davranan bir ağabeyin yanında yaşaması nedeniyle insanlardan kopuk, içine kapalı bir ruh haline sahip. çok zeki, başarılı bir öğrenci ama öğretmenlerle olduğu gibi akranlarıyla da iğnelemeye dayalı bir ilişkisi var. sosyalleşememesi, yalnızlığı tercih etmesi de diğer öğrenciler tarafından ucube gibi görülmesine ve aşağılanmasına yol açıyor.
    bu özellikleriyle tanıdığımız marianne, annesini almak için evlerine gelen connel'in kendisine sıcak davranması ve sohbete açık tavrı nedeniyle connel'e ısınıyor ve ilk cinsel deneyimini bu süreçte onunla yaşıyor. ve on iki bölüme sığan marazlı aşk ilişkisi bu şekilde başlıyor.

    marianne gibi içine kapalı insanların aşkları da genelde normalin ötesinde bir tutkuya sahip oluyor. marianne, connel'i kısa sürede benimsemesine rağmen, çocuğun okul futbol takımının yıldızı olmasından kaynaklı popülerliği ve ait olduğu arkadaş grubunun marianne'e karşı aşağılayıcı bir tutum içinde olması beraberinde connel'in bu ilişkiyi gizli tutmak istemesini getiriyor. bu da connel'in aslında özgüven problemi yaşadığını, arkadaş grubundan dışlanmak istemediğini, kızı geçici bir ilişki olarak gördüğünü ortaya koyuyor. yani en az marianne kadar connel de sıkıntılı bir karakter. marianne'in, alaycı ekip tarafından hakarete uğradığı ve dolu gözlerle connel'in onu korumasını beklediği anlarda connel sadece kızarmak ve önüne bakmakla iktifa ediyor. hatta birkaç sekans sonra marianne resmen fiziksel ve sözlü olarak yanı başında tacize uğrarken bile başını öte tarafa çevirme onursuzluğunu göstermekte beis görmüyor. ilginç bir şekilde marianne de sanki çocuğun bu davranışları normalmiş gibi onu tolore ediyor ve onunla cinsel boyutu ateşli yaşanan ilişkisine devam ediyor. ta ki okul balosuna kendisini değil de daha önce ilişki yaşadığı bir başka kızı götürene kadar. orada ip kopuyor, nesneleştirildiğini gören marianne tavrını koyuyor ve ilk ayrılıklarını yaşıyorlar.

    sonraki süreç üniversitede devam ediyor ve marianne istediği için tercihini onun gideceği üniversiteye yapan connel'in cephesinden üniversite hayatını izlemeye başlıyoruz. connel'in ilk etapta taşradan gelen bir alt sınıf olarak yaşadığı yabancılaşma ve yalnızlık çok gerçekçi yansıtılmış.
    üniversite sürecinde de gitgeller içinde devam eden ilişkileri bu kez connel'in parasız kaldığı bir süreçte, kızdan onun evinde kalmayı talep etmeyi gururuna yedirememesi ve yanında ağlama krizleri geçirmesine rağmen ona bir türlü açılamaması yüzünden ayrılıkla noktalanıyor.

    aslında birbirlerine derin bir aşkla bağlı olan ikili bu şekilde ayrılıp bir müddet sonra bir araya gelirken aralarda yaşadıkları başka ilişkilerde son derece mutsuz yaşıyorlar. ne zaman ki bir araya geliyorlar yaşamları bir anlam ve içerik kazanıyor. birbirlerinden beslendiklerinin ve birbirlerine ruhen bağlı olduklarının farkındalar ancak hep bir nedenle başka yönlere dağılmak zorunda kalıyorlar. ayrı kaldıkları dönemde connel panik atak nöbetleri geçirirken marianne de yalnızlığını ve mutsuzluğunu mazoşist eğilimlerle gidermeye, sevilmediği düşüncesiyle kendini cezalandırma yoluna gidiyor. o sıralarda birlikte oldukları kişilerin de mutsuz olmalarına neden oluyorlar. özellikle birbirlerini görmeden, kendilerini hayatın dışındaymış gibi hissederek, farklı ülkelerde geçirdikleri bir yıl ikisi için de son derece yıkıcı ve yıpratıcı geçiyor. fakat bu yıpratıcı süreç ikisinin de olgunlaşmasına ve kişiliklerinde birtakım dönüşümler yaşamalarına neden oluyor. o kadar ki vaktiyle gözünün önünde taciz edilirken dönüp bakmayan connel, marianne'e zarar veren ağabeyini ölümle tehdit edecek kadar korumacı bir hale gelebiliyor.

    ne var ki bu dönüşüm ve gelişim, ikilinin hayatlarını birbirine vakfedip, birbirlerinin kıymetini anladıkları masalsı bir finalle sonuçlanmıyor. ayrı kaldıklarında nefes alamamalarına rağmen yollarına bireysel devam etme kararını alırken işin açığı çok da zorlanmıyorlar. kendilerince en rasyonel kararı alıp yollarına devam edebiliyorlar. doğu ve batı toplumlarının farkı bu tip durumlarda daha bir belirginleşiyor sanırım. "ya benimsin ya toprağın" anlayışındaki doğulu aşk kültüründe duygular en net ve sarih şekilde ortaya dökülür, tüm imkansızlıklar aşılarak aşıklar bir araya gelir veya bu uğurda kendilerini feda ederler. ama batıda en yoğun duygularla derinlikli yaşanan aşklar bile birey merkezli bakışla "herkes kendi hayatını yaşasın" rasyonalitesine boyun bükebiliyor. gerçi doğu toplumlarında da artık ilişkiler günübirlik ve haz merkezli anlayışa evrildi ancak genel karakteristik özellik olarak duyguların hayatın gidişatına yön vermesi hala yaygın bir davranış biçimidir..

    hasılı kelam, hikayesi özü itibariyle bundan ibaret olan dizi işlediği ilişkideki iki tarafın da psikolojisini çok iyi yansıtmayı başarıyor. marianne ile connel arasındaki diyaloglar o kadar gerçekçi ve çarpıcı çekilmiş ki bir araya geldiklerinde dikkat kesiliyorsunuz. (dozu ve süresi abartılmış erotik sahnelerin dizinin ağırlığından götürdüğünü eklemeden geçmeyeyim.)
    yaşanan ilişkide izleyici olarak zaman zaman biz de taraflar arasında gitgeller yaşasak da; ailesel kökenlere dayalı psikolojik sorunlar yaşayan marianne'e kıyasla sınıfsal nedenlere dayalı bir eziklik ve aşağılık kompleksi içinde olan connel'e daha çok kızıyorsunuz. ikisinin aşkı da doğal ve sahici olmasına rağmen ilişkilerinde yaşadığı yalnızlıktan muzdarip olan marianne'in sahiplenilme ve ait olma ihtiyacıyla yüklü aşkı daha çok çarpıyor.

    dizinin özellikle 9 ve 10. bölümleri en etkileyici bölümlerdi. mesela; yeşim ustaoğlu'nun tereddüt'ündeki müthiş psikiyatrist sahnesini aratmayan, connel'in ağlama nöbeti geçirerek kendini anlatmaya çalıştığı psikiyatri seansını içeren kısım,
    connel'in depresyonda olduğu süreçte başka diyarlarda olmalarına rağmen marianne'in onun yanında olmak için connel uyurken skype üzerinden kamerayla sabaha kadar başında beklediği sahneler,
    ve final bölümünde karşılıklı ağlayarak karar aldıkları sekans, dizide kalıcı iz bırakan sahnelerdi.
  • bu başlığı son 10 gündür takip ediyorum. ilk 3 bölümü geçtiğimiz pazar gecesi, diğer 9 bölümü de pazartesi akşamı bitirdim. üzerinden 6 gün geçti, etkisi hala üzerimde. diziyle ilgili yazılar okudum, podcast'ler dinledim, vidyolar izledim, yazmak istiyordum ancak doğru kelimeleri bulamayacağım diye korkuyorum ancak belki yazarsam sistemimden de atacağım. belki yakın arkadaşlarım yazımı okuyunca* beni tanıyacak ama anonimliğimi kaybetmek uğruna yazıyorum artık.

    sally rooney'nin 2. romanından uyarlanan hulu/bbc birlikteliği ile çekilmiş dizi. hikayeyi sevmemin sebebi kendimden, yaşadıklarımdan ve hissettiklerimden parça bulabilmem oldu. duyguları ekranın dışarısına taşımayı oyuncular, çekimler ve müzik o kadar iyi başarmış ki, belki de karantina sürecinde olduğumuz için ancak beni oldukça etkiledi.

    --- spoiler ---

    diziyle ilgili düşündükten sonra vardığım nokta, marianne'in karakterinin oldukça güçlü oluşu. ilk bölümden son bölüme kadar ne istediğini bilen, nerede ne soracağını bilen duygusal olarak oldukça gelişmiş bir karakter. belki kitapta connell'ı daha iyi anlıyoruz ancak genellikle kafasından geçenler için her zaman "obviously" derken marianne bir bölümde "who is it obvious to?" diye soruyor haklı olarak. connell genellikle dış etkenlere bağlı olarak kendini yönlendiren biri. okulun popüler çocuğu olduğu için marianne'le vakit geçirdiği öğrenilirse okuldaki konumunu etkileyeceğini düşünüyor. marianne'de ailesindeki sorunların kendi psikolojisini de etkilediği için buna razı geliyor. marianne'in connell için yaptığı ilk iyi yönlendirme, üniversite tercihlerine hukuk yazan connell'ı okumaya ilgisi olduğunu fark edip, ingilizce okumayı önermesiydi.

    aslnda iletişimlerinin büyük bir parçası seks. dinlediğim podcastte * bir yorum var, ilk sevişmeleri için şöyle diyor; "best virginity loss ever" (en iyi bekaret kaybetme sahnesi), karşılıklı rıza ve isteklerin açık açık söylendiği, ilk sevişme için iyi bir örnek oluşturuyor. çocuğun, istediğin zaman durabiliriz demesi, kızın korunmak istiyorum demesi çok önemliydi.

    marianne'in güçlü olduğunu düşünmemin sebepleri şöyle; gizli gizli görüştükleri dönemde connell onu debs'e davet etmedikten sonra, çok net bir duruş sergiledi, tamamen çıkarttı hayatından. 4. bölümde trinity'e gidince de kendine tamamen yeni bir çevre edindiğini görüyoruz. lisede döneminin yıldızı olan connell, yine kendi döneminin garibi olarak tanımlanan marianne'ken şimdi devran dönüyor. marianne'in yeni arkadaşları var, kendine ait yaşadığı devasa bir ev var, arkadaşlarını davet edip, bohem bohem vakit geçiriyor, connell ise genelde loner/yalnız takılıyor, odasını başkası ile paylaşıyor. hayat şartlarının arasındaki fark bu noktada açılmaya başlıyor. ama marianne, connell'in yaptığı hatayı yapmayıp (debse çağırmaması, debs'e çağırılması marianne'in aslında ikili olarak görünmeleri için bir araçtı), onu affedip çevre oluşturması için arkadaşlarıyla tanıştırıyor, iş bulmasına aracı oluyor. aradaki engelleri kaldırıp, yine birlikte vakit geçirmeye başladıktan sonra, işini kaybeden connell o çok basit soruyu soramıyor. bu nasıl bir iletişimsizlik akıl alır gibi değil. connell gururuna yediremiyor sanırım sormayı, marianne de "heralde başkalarıyla görüşmek istersin" diye soran connell'ın aslında kendini istemediğini sanıyor. o kadar saçma ki, 2 cümle fazla kursanız ölürsünüz. ama çok gençler ve geçmişte zaten o kadar açık olmayan bir iletişimleri var. ama sinir olmamak elde değil.

    marianne'in, babasının geçmişte annesine kötü davrandığını biliyoruz, bunu gören abisi alan da kardeşi marianne'e kötü davranıyor ve kız öyle büyüdüğü için de bunu hak ettiğini düşünüyor. bunun, isveç'teki lukas'la yaşadığı ilişkinin bdsm'e dönmesinde etkisi büyük bana kalırsa. ama ne olursa olsun ne istediğini biliyor. fakat artık istemediği noktada, kendini oradan çekip çıkarmasını da biliyor, o gücü var.

    en sinir olduğum kısım ise, her ayrıldıklarında ikisinin de sevgili yapması. marianne ilgiye aç olduğu için belki de, connell ise hayatına devam etmek istediği için ama connell'ın depresyonda olduğu marianne'in gurbette olduğu dönemde yine şifayı birbirlerine buluyorlar.

    artık final bölümünde, iletişimlerinin ve karakterlerinin de geliştiğini görüyoruz. buraya not ekleyeceğim, bir yerlerde okuyunca fark ettim, iletişimlerinin hatrı sayılır bir kısmı seks olduğu için, ilk ilişkilerine başladıkları zamandaki gibi saf ve tek düze değil artık, daha yırtıcı ve zengin, yerde sevişiyorlar poziyonları hızlı ve rahat değiştiriyorlar. final sahnsinde ise marianne ne istediğini yine biliyor. connell ny'a gitmeyi istese de belki, küçük bir yerden geldiği için kendini orada hayal edemiyor ve tek başına olmak istemiyor yanında marianne'i istiyor. ve sonunda artık bunu sorarken onu görüyoruz. izlerken gerçekten nolur sor diye bekledim. sormuş olması artık onun da iletişimde ve kendini ifade etmekte bir miktar da olsa geliştirdiğini gösterdi. marianne yine onu cesaretlendirdi. artık kesin olarak connell'in onu sevdiğinden emin ama çocuğun hayatındaki en iyi fırsatı kaçırmasına sebep olmak istemeyecek kadar da sorumluluk sahibi. artık sevgiliden de öteler aileler, ne olursa olsun hayatta birbirlerine destek olacaklar.

    çok karışık yazdım sanırım ama diziyi çok sevdim, yaşadığım benzer anları yansıtması, o duyguları tekrar hatırlatması hoşuma gitti ama genellikle buruk hissettirdi. ama gerçek hayatta da oluyor buradaki çevre, ekonomik şartlar gibi ilişkiler/iletişimsizlikler/ayrılıklar, o yüzden belki de hoşuma gitti. kitabının da siparişini verdim, umarım okuyabileceğim.

    --- spoiler ---
  • dizinin ikili ilişkilerdeki cinsellik ve iletişime sunduğu bakış açısı hayranlık verici. böylesine etiketlere kalıplara sıkıştırılmamış, yaşayan, kırılan ve dağılan karakterler izleyebilmek çok keyifliydi. karakterlerin hem kendi içerisindeki gelişimi, ne oldukları neden bu oldukları çok akışkan bir biçimde hikayede ifade edildiği gibi birbirleri ile bağlarının parça parça güçlenişini de görme şansı buluyorsunuz. sinemada izlemekten yorulduğunuz toksik maskülenlik idealizmi, sömürüye dayalı romantik ilişkiler, gücü ve bağımsızlığı göz ardı edilen kadın karakterlerin yerine marienne var connel var. gerçekler ve yaşıyorlar. ''it's not like this with other people'' repliğine indirgenemeyecek fakat bu replikle yer yer yüzümüze vurulacak ilişkileri, dokunuşları, bakış açıları, öznellikleri ve bu öznellikleri ifade ve paylaşım şekilleri derinden bağlıyor diziye. connel'ın annesi gibi yan karakterler de oldukça iyi yazılmış. iki insanın doğasının, dünyasının arasında gidip geliyorsunuz dizide. zaman zaman kopuyor zincir, yer yer bağlanıyor tekrar. doğru yok, gerçek var. marienne var, connel var. ve onların gerçeklikleri.
  • --- spoiler 1x08 ---

    bu bölümdeki harika villa güney italya'da bulunuyor, 150 yıldır aynı aileye aitmiş. airbnb linkini de şuraya bırakıyorum.

    --- spoiler 1x08 ---
  • kalbimi sıkıştırdı bu dizi benim tanıdık hislerden

    --- spoiler ---

    toksik bir ilişki. bir tarafta duygusal acı çekmekten yakınan ama aslında o acısız yaşayamayan, itaat etme isteğiyle karşısındakine bağımlı bir kadın. duygusal acının yetersizliği sonucunda fiziksel acıya da başvurma ihtiyacı. kendini beğenmeme, insanların ona davranış şekillerini hak ettiğini düşünme ''ihtiyacı''.

    bir tarafta kendini bulunduğu her ortamda uyumsuz hisseden, bundan kendini başka biriymiş gibi gösterip lise hayatında bir süre de olsa kaçabilen ama üniversitede yüzüne her yerde çarpan bir adam.

    ikisinin de en önemli ortak noktası birbirlerinden kopamamaktan ziyade, benim gözüme çarpan, birbirleriyle dertlerini paylaşmayı öğrenmelerinin çok geç olması. beraber veya ayrı bütün o görüştükleri dönemde ikisinin de belli belirsiz farklı problemleri vardı. ama ikisi de bu konuları birbiriyle paylaşmaktan kaçtı hep. sonra üstlerine yıkıldı tavanlar, alakasızca, belirsizce.

    toksik ilişkiler. hayatlarındaki insanların eski sevgililerinin yanında, onları görünce istemsiz kompleksleşmeleri. sanki bilerek ve özenerek yanlış insan tercihleri. sonunda birbirlerine dönmeleri. ama birbirlerine de yanlış olmaları.

    toksik bir ilişki. ama bundan sonrası güzel olur belki. duyguları paylaşabilince, karşındakinin şımarık biri değil onun da kendince acıları olduğunu görünce, bu zamana kadar yapılan her şeyi affedercesine, bu yüzdenmiş dercesine, tanıdığını zannettiğin insanın kıvranışlarını görünce.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    gençler, obviously deyip duruyorsunuz ama hiçbir şey obvious değil," lütfen bi şey söyleyin, bi dokunun" diye mahvoldum izlerken.

    --- spoiler ---
  • hayatında en az bi kere toksik bi ilişki yaşayan herkesin kendinden çok şey bulacağı, gerçekçi ve derinlikli bir dizi. sonlara doğru geldikçe artık yeter dedim. diziyi izlerken yoruldum. çünkü biliyorsunuz bu sonsuz bir döngü. biri dur demedikçe ömür boyu devam edecek.
  • o kadar gerçek bir dizi ki; neden sustuklarını duyabiliyorsun.
  • ilk bölümü izlerken çok abartılmış bir gençlik dizisi olduğunu düşünüyordum. görüntü, oyunculuklar, dil muhteşem ama neticede seks sahneleriyle doldurulmuş satış hedefleri belli bir dizi diyordum. ikinci bölümde arkadaşımla aynı anda şarkıları shazamladığımızı farkettik bir anda. 80'lerin tuhaf soundunda müzik zevki gelişmeye başlayan 90'ların muhteşem günlerini lise ve üniversitede yakalamış insanlardık. ikinci bölümdeydi nick drake'in horn parçasını fark ettim. o andan sonra diziden gözlerimi ve kulaklarımı ayıramaz hale geldim. üçüncü bölümdeki havin' party,. dördüncü bölümdeki undertow, beşinci bölümdeki dance 4 sorrow, altıncı bölümdeki smoke, ilerleyen bölümlerde old bear, berlin, derken hipnotize olmuş gibi izledim bu marazi görsel aşk şiirini.

    tuhaf bir şekilde dizinin bende uyandırdığı duygular beni alıp yıllar önce okuduğum bir kitaba götürdü. ursula k. le guin'in "very far away from anywhere else" isimli kitabına. bilmiyorum çok gençken bu kitabı okuyup bu kadar etkilenmesem diziyi bu kadar sever miydim. o kitaptan şöyle bir alıntı var mesela zihnime kazınmış: "asıl önemli olan cinsellik diyor herkes gelgelelim bir gorilden bir parça daha uygar durumdaysanız bunun adı aşk oluyor."

    fazla yerel, fazla ahlakçı, fazla didaktik insanların diziden hoşlanmamış olmasını anlıyorum. ya da taraf olup adaletsizliği onunla ekran karşısında paylaşıp, intikamı onunla birlikte kutlayabileceğimiz kahramanlara alışkın izleyiciler bu dizide bu kadar beğenilecek ne olduğunu anlamayabilirler. beğenenler de anlatamıyor zaten. birbirlerinin cehennemi ve yuvası olmuş iki gencin hikayesi var burada sadece. ilahi bir aşk veya bir cesaret öyküsü de değil. soranlar olmuş seks dışında ne paylaştılar da böyle bir derinlik bulabiliyor izleyiciler, diye. aslında özünde bütün ilişkilerin sahip olması gereken şey vardı ikisinin arasında. tutkunun ve beğeninin ötesinde birbirlerini yatıştırabiliyordu marienne ve connoll. büyümenin bütün acılarının büyük bir yük olduğu o yaşlarda, üzerinize savrulan bıçaklardan var mermilerden kaçıp sığınabilecek bir yuva.

    "-sorun ne?
    +korkuyorum.
    -neden?
    +yaşamaktan.
    ''bana sarıldı ben de ona sarıldım.''
    +ne yapacağımı bilmiyorum, daha yıllarca yaşamam gerekiyor, bunu nasıl becereceğimi bilmiyorum."
    ursula k. le guin, very far away from anywhere else
  • herkes ölüp bitmiş diziye ama ben ne yazık ki ne tarafa ölüp biteceğimi bulamadım.

    ilk bölümden sezon finaline kadar izlerken kafamda hep “neden izliyorum bu diziyi?” sorusu vardı. belki sonradan bir şey olur falan diye izledim durdum, ama yok. konu desen yok, oyunculuk desen 10 üzerinden maksimum 3 falan. elle tutulur hiçbir yanı yok yani bence.

    iki tane ne istediğini bilmeyen ergenin sürekli birbiriyle sevişip, arada bir seviştikleri insanları değiştirdikleri, ota boka ayrılıp neye ayrıldıklarını da anlayamadığım dizi olmuştur benim için.

    her bölümün 10 dakikasını sevişme sahnelerine ayırmak yerine, mesela marienne’nin annesiyle abisinin ona niye öyle vebalı gibi davrandıkları konusuna değinselermiş. connell o kadar zeki madem de niye devamlı mala bağlamış gibi davranıyor, bunları anlatsalardı keşke biraz.
hesabın var mı? giriş yap