• fantastik/bilimkurgu vakit ayırdığım türler olmamasına rağmen beni kendine esir eden üçleme. daha önce hiçbir fantastik/bilimkurgu kitap beni böyle çarpmamıştı. okuduğumdan beri içim hala etkisi geçmeyen bir huzursuzlukla dolu.
  • post apocalyptic bir ortam olan x bölgesinin araştırması için kurulan 4 kadından (psikolog, antropolog, biyolog ve kartograf) oluşan bir ekibin başından geçen olayların anlatıldığı gerilim/macera serisi.

    seriye ait kitaplar sırasıyla aşağıdaki gibidir;
    >annihilation
    >authority
    >acceptance
  • ilk kitabına yeni başladığım üçleme. keşke bu kadar kötü çevrilmeseydi dedirtmiştir.

    edit: ilk kitabına yeniden başlayıp dün gece bitirdim. çevirmene büyük haksızlık etmişim, gayet de on numara çeviridir. şimdi filmini ikinci kez izleyeceğim. sonra da ikinci ve üçüncü kitaba devam etmek gerekiyor.

    edit2: en boktan çeviriye sahip seri ödülünü alır. o kadar kötü ki konuya konsantre olamıyorsunuz (alfa yayınları).
  • şimdiye kadar okuduğum en güzel bilim kurgu serisi diyebilirim.

    yapısı, bakış açıları, karakterleri... bu yazarı ilk kez okudum ve emin olun son olmayacak -son olabilir bu arada aynı yazarı çok fazla okumayı sevmiyorum-

    seri tamamen bir belirsizlik düğümü. emin olun hiçbir şey anlamadan deli gibi zevk alıyorsunuz. ben ilk iki kitabı bitirdim (ikinciden ufak bir kısım kaldı) ve üçüncüyü de okuyacağım. onu okuduğum zaman edit gelir ama şimdiden görüşlerimin çok olumlu olduğunu söylemem lazım. özellikle ilk kitabı fazlasıyla beğendim.

    buradan sonrası hafif spoilerlı olabilir ama olmayabilir de...

    ilk kitabın en sevdiğim karakter olan biyolog tarafından anlatılması çok hoşuma gidiyor. kendisini karakter olarak çok yetenekli görsem de aynı zamanda mesleği ve doğaya bakış açısı çok özel olan bir kişilik. ayrıca zeki de. ince detayları seçebiliyor. kitabın karanlık atmosferi çok hoşuma gidiyor. inleyen yaratık bizi kovalarken, karakterimiz günlük yığınını bulurken falan hiç tatmadığım duyguları tattım. özellikle karakterimizin dünya dışı yaşam formu ile etkileşimi bir o kadar karışık, anlamsız ve olması gerektiği gibiydi.

    ikinci kitapta hava biraz sönük kalıyor. çünkü yepyeni karakterleri görüyoruz. o kadar alıştığımız biyolog yok artık. hatta geri gelmiş ama biz onun biyolog olmadığını biliyoruz. fakat ikinci kitaptaki kontrol denen ağabeyi de sevdim ben. hatta ilk kitaptaki psikolog olan eski müdür ile bir empati bir yapabildim. kontrolün tanıtılma ve bize sunulma şekli çok sıkıcıydı fakat yazar bunun da altından ustaca kalkmış. çünkü hiç beklemediğim bir anda karaktere biyoloğa alıştığım gibi alıştığımı fark ettim.

    kitabın en başlarında dikkatimi kaybettiğim için cheney gibi önemli isimlerin kim olduğunu kafamda oturtamadım. kitap boyunca onların kimin tarafından olduğunu çözmeye çalışıyoruz onun için benim kaçırdığım bu detaylar önemliydi. ayrıca whitby isimli sapığın her deli bölümünde kahroldum. adamın hareketleri, korkunç betimlenişi falan içimi tir tir titretti. özellikle whitby'nin bizim kontrol ile tuhaf bir şekilde yakınlaştığı (başını sevdiği) sahnede altıma kaçıracaktım. biraz ara vermeden devam edemedim. cidden bu adamın olayını aşırı merak ediyorum.

    kitaplarla ilgili sevmediğim tek şey aşırı bir şekilde belirsizlik var. tamam zaten o bölge başlı başına bir belirsizlik ama cidden yani o kadar çok soru var ki kafamda. ve yazar bize bazı şeyleri tam olarak vermiyor. mesela birinci ekibin video kayıtlarının çok korkutucu olduğu söylendi. bize anlatılanlar bile ürkütücü olmasına rağmen yeterince betimlenmedi. bence yazar da bazen o bölgede neler olduğunu bilmiyor olabilir.

    en sevdiğim yan ise yazarın çeşitli dokunuşları. mesela ilk kitapta günlüğünde tüm dikkatini bir bitkiye çevirmiş bir biyolog okuyorduk. bizim karakterimiz bunu hemen fark edip bize açıklamıştı. kişi etrafındaki şeylerden o kadar çok korkuyordu ki tüm dikkatini bu çiçeğe vermişti. veya ilk kitapta biyolog karakterimizi kovalayan ve adeta nolur beni gör diye yalvaran domuza benzeyen inleyen yaratığın ne olduğunu öğrenemiyorduk. ikinci kitapta ise whitby'nin yaptığı resimlerden anlıyoruz ki bu muhtemelen on birinci ekibin psikoloğu. bunu kontrolün anlamayıp basit bir resim olarak adlandırması fakat bizim anlayıp korkmamız, tam üstüne de whitby'nin saç okşama sahnesinin gelmesi yazarın ustalığını konuşturuyor bence.

    profesyonelce yazıldığı belli olmasına rağmen bazı bölümleri sıkıcı olabiliyor. dayanabilirseniz okuyun. ben de üçüncü kitabı okuyunca buraya edit gireceğim. şimdi kitapları detaylıca tek tek kendi başlıkları altında incelemeye gidiyorum.
  • ikinci kitabının ortasında olduğum seri.
    henüz bitirmeden yazıyorum çünkü içimi dökmek istiyorum.

    bu seriyi çeviren kıymetli mine sarucan ve aydın sarucan, eğer buraları okuyorsanız rica ediyorum, yalvarıyorum, bir kitap daha çevirmeyin bundan sonra.
    bırakın, gerekirse kitapsızlıktan kuruyup ölelim, ama siz kitap çevirmeyin, bir kitabı daha katletmeyin, lütfen yapmayın bunu.

    kitap(lar) çok güzel, fikir çok güzel, kurgu güzel.
    ama hani bazı kitapları okurken "yazar bunu yazarken muhtemelen şöyle şöyle demek istemiştir, şöyle şöyle yazmıştır, şöyle şöyle kurmuştur kafasında" dersiniz ya, hah işte bu kitapta kendi kendinize bunu sürekli diyorsunuz.
    ve bir noktadan sonra çeviriyi aşıp da yazarın asıl söylemek istediğine ulaşma çabası yoruyor, kitabın tüm keyfini kaçırıyor.

    yapmayın etmeyin. bırakın bu işi bilenler çevirsin kitapları, bırakın katledilmesin kitaplar.

    ayrıca bunda çevirmenler kadar alfa yayınevi de suçludur. hiç mi editörünüz yok sizin, hiç mi kontrol etmiyorsunuz...

    edit:

    seri bitti, yeniden bir entry gireyim dedim ama önceki yazdıklarımı silmeye de gönlüm elvermedi.

    biraz spoiler olacak.

    öncelikle kötü yorumla başlayayım...

    kitapla ilgili internette yaptığım araştırmalarda (ki türkçe olarak sadece 1 inceleme yazısı buldum), kitabın amacının "belirsizlik yaşatmak" olduğu yazılmış.

    yani anlaşılacağı üzere evet, kitabın finali biraz belirsiz.

    normalde sonunu okuyucuya/izleyiciye bırakan kitapları/filmleri az da olsa severim ama bu kitap bu kategoriye tam olarak giremedi.

    en azından, bana bırakıyorsa bile daha vurucu bir şekilde bırakmasını tercih ederdim.

    gelelim iyi kısımlara.

    yazım tekniği açısından muazzam bir kitap. jeff vandermeer bundan sonra takip edeceğim listesindeki yazarlar arasına girdi.

    keşke çeviri biraz daha iyi olsaydı ama bu haliyle bile film gibi kitaptı.

    anafikir ve x bölgesinin yaptıkları çok güzel düşünülmüş ve kurgulanmış. özellikle son kitaptaki karakterler arası geçiş ve her karakter geçişinde değişen anlatım tarzı değişikliği "bir kitap yazsaydım bunun gibi yazmak isterdim" dedirtti.

    ilk kitaptan son kitaba kadar her an, her sayfada gerilim ve kasvet hiç bitmedi. ikinci kitaptaki kontrol'ün ortama ısınmaya çalıştığı kısımlar hariç hiç sıkmadı, yağ gibi aktı gitti.

    ancak kontrol reyizin, kitabın finalinde bu kadar önemli bir rol üstlenmiş olması biraz üzdü. evet biraz ters köşe oldu, her şeyi çözecek kişinin biyolog olacağına inanarak okuduk tüm kitabı ama yine de kontrol ne arkadaş...

    neyse, güzel bir üçleme. keşke etrafımda birkaç kişi daha okusa da kitapla ilgili sohbet etsek.
  • kısa bir süre önce bitirdiğim roman serisi. zaman zaman rahatsız olduğumdan zaman zamansa anlamayıp uzun süre düşünmek için ara verdiğim üç kitabı vardır. açıkçası ilk kitabı su gibi akıp gitmişti, ikinci kitabı da fena sayılmazdı ama üçüncü kitabı aylarca masamın üzerinde yalnız başına takıldı. ilk kitabı kendi başına hafifçe incelediğim bir yazı yazmıştım zaten şimdi genel olarak seriye bir bakmak istiyorum.

    ilk kitap bir macera ile gizem romanı olarak karşımıza çıkıyor. kitabın sonunda ne olacağını az buçuk biliyoruz çünkü biyolog bize taa en başında "şu şu ölecek, şuna şu olacak" diye bildiriyor. sonuçta bu onun kendi günlüğü. ilk kitabını çok tutmuştum ve ikinci kitaba hızlıca geçmek için büyük bir heves vardı içimde.

    keşke o heves hep kalsaydı.

    ikinci kitapta tesise yeni atanan müdürle tanışıyoruz. ve onun da bilgisi bizden fazla değil. hiçbir şey anlamadan bir oraya bir buraya savruluyor. bu yüzden biraz sıkıcı gelebiliyor birinci kitaptan sonra. ilk kitapta da hiçbir şey anlamayan bir ablayla beraberdik ama en azından kendisi her daim aktif hareket halindeydi.

    son kitap dört farklı kişinin bakış açısıyla farklı zamanları anlatıyor ve genişliyor. berbat bir sona sahip kanımca. fakat bakış açıları ve yazım tarzı; mükemmel.

    spoiler barındıran birkaç şey söylemeden önce şunları ekleyeyim. yazarın anlatım biçimi, kitapta verdiği betimlemeler falan zaten kendisinin ne kadar yetkin bir yazar olduğunu gösteriyor. fakat bu türkçe çeviriyle ortada leşe dönüşmüş bir sanat eseri buluyorsunuz. ayrıca ilginçtir ki bu kitaplara dair hiçbir türkçe veya ayrıntılı ingilizce inceleme bulamadım. bulduklarımsa hiçbir şeye değinmeyen kalitesiz şeylerdi. çok şey anlatır gibi az şey anlatanlar... belki birileri merak eder de araştırır diye yazmaya devam etmek istiyorum. her neyse şimdi spoilerlı birkaç şey söylemek istiyorum.

    --- spoiler ---

    öncelikle şunu söylemeliyim ki kitap çok güzel bir düşünceyle başlanmış olmasına rağmen bu düşünce aşırı abartıldığından devamını getirememiştir. mesela x bölgesinin yaptığı çılgınca şeyler söyleniyor fakat bunların çok azını kendi hikaye çizgimizde bulabiliyoruz. orada senelerce yaşayan iki karakter var elimizde ve -sadece birkaç gün orada bulunan ilk ekiptekilerin aksine- ikisi de delirmediler, her neyse.

    kendimin anladığı şeyleri anlatacak olursam; başka bir evrenden bir gezegen saldırıya uğruyor ve bu gezegenin parçalarından bir tanesi dünyaya geliyor. bu parça x bölgesinin deniz fenerine giriyor ve oradan fener bekçisiyle birlikte yayılmaya başlıyor. x bölgesi canlı bir varlık ve içindeki şeyleri inceleyip düşünüyor.

    tamam da bu varlık neden insanları hayvana dönüştürüyor? onların tıpatıp benzeri olan -sahte oldukları çok belli- klonlar neden? anladığım kadarıyla x bölgesi dünya üzerinde bir yer değil farklı bir evrene açılıyor. ama en önemli soru fener bekçisinin, henry'nin yanında gördüğü ürkünç kadın kimdi veya ne yapıyordu?

    gördüğünüz gibi bunun gibi zibilyon tane soru var. peki o bölgeyi nasıl yeniyorlar? kontrol alakasızca -ilk kitapta biyologun yapmadığını yapıp- beyaz kapıdan giriyor ve boom. grace ve klon biyolog beraber yollarına devam ediyorlar. ne oldu şimdi? kontrol nerede? grace daha yeni bu klondan korkup onu vurmamış mıydı?

    kitapla ilgili beğendiğim tek şey inleyen yaratık sanırım. tabi bir de x bölgesinin casusu olan her köşe başında açan bir çiçek vardı. o tabi ki. ayrıca biyologun dönüştüğü şeyin bize bizzat gösterilmesini de çok cesur bir hamle olarak buldum.

    ama bu muydu yani x bölgesi. ikinci kitapta boş boş sorulan o sorular neydi? whitby normal olan mıydı klonla yer mi değiştirmişti? onun deliliği tek bir sahne dışında ne işimize yaradı? hani x bölgesini başkası, sınırı da başkası koymuştu?

    bence yazar biraz gizem oluşturmak istemiş, sonrasında ise o kadar güzel oluşturmuş ki kendi bile cevaplayamamış. ama dediğim gibi biyologun bölümleri mükemmel ve aşırı kaliteliydi. hatta sonradan adamı biraz araştırıp biyoloji okuyup okumadığını da kontrol etmiştim. okumamış.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak biraz haz almak için okuyabilirsiniz fakat her şeyin sonuçlandırılmadığı o sinir bozucu serilerden biri bu da.

    bu arada benim de kitapla ilgili bir teorim var. ikinci kitabın bölümlerinden birisi kontrol'ün bir kadın görmesiyle başlıyor. kadın çıldırmış halde sırtına giren böceği bulmak için çırpınıp kendini yerlere atıyor. sonra da kontrol çekip gidiyor.

    bu sahneyi çok anlamsız bulmuştum ama sonra bu sözlükte hamam böceği teorisini okudum. bu teoriye göre hamam böceği kendi doğası gereği hiç düşünmeden bir insanın üzerine konuyor ve insan korkarak bağırıp çağırıyor. fakat burada hamam böceğininin herhangi bir suçu yok. o doğası gibi bilinçsizce davrandı. korkarak zararsız bir durumu abartan suçlu kişi insandı.

    işte bu sahne de bence tam olarak bu teori ile ilgili. bu kuramı bir yerlerden okumadım tamamen benim düşüncem. otoparktaki o kadın southern reach'i temsil ederken onun sırtındaki böcek de x bölgesi'ni simgeliyordu bence. x bölgesi doğası gereği oraya gelmişti. o bölge dışındakilere hiçbir şey yapmamıştı ve biyolog onu kurcalamadan dışarıdakilere bile saldırmamıştı. kendi halinde var olmuştu. onu sorun yapan tek şey ise sürekli oraya insanlar gönderen, bölgeyi olur olmaz karıştıran merkez ve southern reach'ti...
hesabın var mı? giriş yap