• daha önce hiç okumadığım bir yazardı paul auster, çok değer verdiğim bir ikili tarafından hediye diye kapıma bırakılınca okumaya başladım timbuktu'yu. yazarın diğer kitaplarıyla kıyaslamam imkansız olsa da başka kitaplarla beraber düşündüğümde, algımı bu kadar bozan bir kitap daha hatırlamıyorum.

    kitabın bendeki manevi değeri bir tarafa, okumayı yeni öğrenen bir çocuk mürekkep lekelerinin anlamlı sözcüklere ne zaman dönüştüğünü, nasıl hiçbir zaman tam olarak bilemezse ben de kitabı okurken hangi sayfadan itibaren kemik bey'in ete kemiğe büründüğünü, ne zamandan sonra kafamda canlandırdığım şeyin bir insan olduğunu, işte öyle hatırlayamıyorum. düşteki düş kısımlarında mıydı acaba, yoksa kemik bey'in poly'nin evliliği ile kendi özgürlüğü arasında kurduğu ilişki sırasında mıydı...

    bir yerlerde algım bozuldu velhasıl, kısacası kitap bana köpeklere dair hiçbir şey anlatmadı, anlatılan safi insanlardı...

    edit: bir de coğrafyada bir yer adı imiş, günümüzde sınırlarının nereye tekabül ettiğini tam çözemedim ama afrikalı leo'nun ziyaret etmişliği var imiş...
  • bir köpeğin gözünden insanları, insanl toplumunu, şehirleri anlatma fikri ilginç olsa da bir noktadan sonra buna da alışılıyor ve kitap sıkıcı olmaya başlıyor. zaten ben paul auster'ın bu kadar sade bir hikaye anlatmayacağından emin olduğum için kitabın önemli bir bölümünde, ortada bir hoşhoş olmadığını ve insan kahramanımızın şizofren olduğunu sandım (spoiler vermeyeyim ama bunu akla getiren bir sahne de yok değil romanda). hatta, bu kadar çabuk anladığım için de kendimle gurur duydum. öyle değilmiş ama. velhasıl, timbuktu için auster'ın en iddiasız romanı diyebiliriz.
  • ing.
    going to timbuktu;
    olmayacak işler peşinden koşmak,
    kaf dağının ardına gitmek.
  • asıl adı jason michael robinson diakité olan isveçli hip hop sanatçısı.
  • --- spoiler ---

    ...öte yandan, yeni sahibinin söylediği şeyleri kemik bey'in her zaman anladığını söylemek istemiyoruz. henry'nin kafasını dolduran şeyler, willy'ninkinden tümüyle farklıydı. çocuk ne zaman sevdiği şeylerden söz etse kemik bey ne yapacağını bilemiyordu. puan ortalamasını ya da oriole'lerin kaç maç geride olduğunu kemik bey ne bilsindi? willy ile geçirdiği onca yıl boyunca adam beysbol konusuna değinmemişti bile. oysa şimdi, akşamdan sabaha ölüm kalım konusuna dönüşmüştü beysbol. her sabah kemik bey ile köşe başında buluşur buluşmaz çocuğun yaptığı ilk iş, gazete otomatına bozuk para atıp bir the baltimore sun satın almak oluyordu. sonra karşı kaldırımdaki bir banka seğirtir, oturup spor sayfasını açar, bir gece önceki maçın haberini kemik beye okurdu. maçı oriole'lar kazandığında sesinden mutluluk ve heyecan taşardı. kaybettiklerindeyse kederlenir, kasvetlenir, hatta öfke dolardı. kemik bey, çocuğun takımı kazansın diye dua etmeyi, kaybederlerse diye korkmayı öğrendi, ama henry 'takım' dediğinde neden söz ettiğini tam olarak hiçbir zaman anlayamadı. alakarga(oriole) denen şey bir tür kuştu, insan değil, henry'nin kasketindeki turuncu renkli yaratık gerçekten de bir kuşsa, nasıl oluyor da beysbol gibi zahmetli ve karmakarışık bir şeyle ilgili olabiliyordu? kemik bey'in adım atmış olduğu yeni dünyada böyle gizemli şeyler vardı işte. alakargalar kaplanlarla dövüşüyordu, kestane kargaları meleklerle savaşıyor, ayı yavruları devlere kafa tutuyor ve bütün bunların bir anlamı olmuyordu. beysbol oyuncusu dediğin şey bir insandı, ama bir takıma girer girmez hayvana dönüşüyor, bambaşka bir yaratık ya da cennette tanrı’nın yanı başında yaşayan bir hayalet oluyordu...

    ....jones ailesi onu, willy ile birlikteyken tanıdığından çok farklı bir dünyaya sokmuştu; yeni bir şey keşfetmediği ya da daha önceki hayatımda neler kaçırdım diye hayıflanmadığı gün geçmiyordu neredeyse. bunu düşündüren, salt arabayla yaptığı günlük geziler değildi, her gün verilen yemekler ya da tüylerindeki pirelerin ve kenelerin temizlenmiş olması da değildi. arka avludaki barbekülerdi, çiğnemesi için verilen iri kemiklerdi, haftasonlarında wanacheebee gölü’ne yapılan gezilerdi, alice ile birlikte serin sularda yüzmekti, kendisini kuşatan o debdebe ve rahatlık duygusuydu. iki arabalık garajlar, onarım kredileri, neo-rönesans alışveriş merkezleri amerikası'nda bulmuştu kendini; aslında bütün bunlara bir itirazı yoktu. willy ise bu tür şeyleri hep kınardı, o gülünç, çarpık konuşmasıyla söverdi onlara, ama willy dışarıdan içeri bakıyordu, onları denemek bile istememişti. kemik bey ise içerdeydi şimdi ve eski sahibinin nerede hata yapmış olduğunu, iyi bir yaşamın bolluğunu tepmek için neden onca çaba harcamış olduğunu merak ediyordu. burada yaşam pek de kusursuz sayılmayabilirdi, ama övülecek çok yanı vardı; bir kez bu sistemin işleyişine alıştınız mı, gün boyu bir tel örgüye bağlı olmanız artık önemini yitiriyordu. hatta böyle bir yerde iki buçuk ay geçirdikten sonra adınızın parlak olmasına bile aldırmaz oluyordunuz....

    --- spoiler ---
  • (bkz: fizan)
  • unesco'nun dünya mirası listesine aldığı, geçmişte sahra çölünden geçen ticaret kervanlarının durağı olması sebebiyle oldukça zenginleşmiş mali'de bulunan bir kenttir.5.yüzyılda tuareg'ler tarafından kurulmuştur.15. ve 16.yüzyıllarda islamiyetin afrika'da yayılmasında önemli rol oynayan sankore üniversitesi bu şehirdedir.
  • "riskine ancak bir maceraperestin girebileceği, ancak bir romantiğin bağışlayabileceği, ancak bir göçebenin cazip bulabileceği, ancak bir devenin sevebileceği şehir." tom robbins - half asleep in frog pajamas
  • muhteşem bir roman. benim gibi köpeklerden hiç hoşlanmayan birisini bile yeniden düşündürtecek kudrete sahip.

    duygusallığının, dokunaklılığının yanında; hafiften, uzaktan uzaktan yaptığı amerikan rüyasına karşı eleştiri, bunu özgürlükle sınaması.. her şeyi çok iyi. aferin be paul.
  • okuduğum ilk auster romanı olmasıyla beraber küçükken okuduğum türk yazarların kitaplarına benzeyen kitap. fazla diyalog içermemesi hep bir şey anlatması tarzı bakımından son zamanlarda aradığım kitaplardandı hoşuma da gitti.

    bu kitabın; onu okumanızla size hiçbir şey katmaması başka bir konu olmasına rağmen, fazla bulunamayacak bir kıvamı olması ilginçtir. spoiler vererek devam edeceğim üzgünüm;

    --- spoiler ---

    köpek var. hırpani bir sahibi. sahip ölüyor. köpek tutunmaya çalışıyor. başına bir kaç olay gelip o da ölüyor.

    --- spoiler ---

    alt metinde ders çıkarma hevesine sahip insanların kitap sayfasından beş kat daha fazla anlam çıkarabilirler. fazla kasmadan birşeyler çıkar mı? çıkar ama bilmediğiniz ya da fark etmediğiniz pek bir şey beklemeyin.

    haftasonu ele alınıp öğleden sonraları tatlı tatlı okunup keyfi çıkarılabilecek bir kitaptır kendileri. yeni bir tat, farklı bir doku.
hesabın var mı? giriş yap