• 1. fakir ama gururlu genç
    kant düşünce tarihinde yeni bir toprak keşfetmiş, burada yeni felsefenin cumhuriyetini ilan etmiş. sonra bir adam gelmiş, bina dikmeye kalkışmış bu toprağa. kant da kraldağı* aksanıyla "lan oğlum get, daha yeni belledik dopraa" diyerek kovmuş zavallıyı. hayatı boyunca bu şekilde itilip kakılan, ama yine de dünyanın görüp görebilceği en onurlu, en başı dik olan bu hakikaten fakir ama gururlu yiğidin, fichte'nin ahı fena tutmuş. oradan buradan topladıklarıyla* gitmiş kurmuş alman idealizminin cumhuriyetini.

    2. fichte ayak yapıyor
    fichte diyor ki, wissenschaftslehre (wsl) kant'ın sisteminin adam gibi yazılmış ve anlatılmış halinden fazlası değildir. yani sistemimde kant'ın anlattıklarıyla çelişen hiçbir şey yok. dahası fichte hakkaten de buna inanıyormuş gibi görünüyor. ama kendisinin de itiraf ettiği gibi, ne dostları ne de düşmanları bu fikrine katılıyor. hatta "kant'ın kendisi bu herifin sisteminin benimkiyle zerre alakası yok demiş, sen ne ötüyorsun" diyorlar adama. o da kant okumadan yorum yapmaz, bu yaştan sonra da wsl'yi okuyacak değil, okumuş da bunları söylemişse de anlamamıştır o zaman diye çıkışıyor. aslında kendisi de bal gibi biliyor, adam gibi anlatılmışı derken, adam ettim kant'ın felsefesini diyor. zaten bir yerde de ulan hepiniz doğru anladınız da bir ben mi yanlış anladım? öyleyse de ayıp değil, "hele ki yanlışım insanlığı değiştirecek bir devrimin kapılarını açacaksa" diyerek artizliğini de yapıyor.

    neyse, işin bu kısmına takılıp da önyargıyla yaklaşmamak gerek, çünkü fichte'nin okuyucudan en büyük talebi bu tarz önyargıları bırakıp sunulan düşünce akışının içine girebilmek. gerçekten de o zamanın kantçılarına "gösterin bakalım kant nerede vıdıvıdı demiş?" gibi soruları adamları bayağı terletmiş. ama diğer yandan, wsl bir kant eleştirisi olarak okunduğunda daha kolay anlaşılıyor. o yüzden, önyargıları minimuma indirip kendimizi bilimin doktrinin serin sularına bırakmak için şöyle bir orta noktadan önsöz yapabiliriz. kant'ın kapatılmaya muhtaç açıkları vardı ve fichte bunun olanağını yine kant'ın felsefesi içinden çıkarabileceğine inanıyordu.

    3. işte o açıklar!
    bir kere anlama yetisinin kategorilerinin hesabı verilmemişti. fichte'ye göre bunların hesabını vermek demek, bunları ortak bir ilkeden zorunlu bir biçimde türetebilmek demek. ama kant hazretleri onun yerine açmış bir aristoteles mantığına giriş kitabı, aynen geçirmiş mantığın unsurlarını, sonra da bunlar olanaklı bilişin kategorileri diye itelemiş. fichte de diyor ki, bunların hakikatine ikna olacaksak, birbirleriyle ilişkilerini kanıtlamamız gerekir. hele ki bir birliğe getirebiliyorsak bunları, onlarını bu birlikten nasıl türetilebileceğini de göstermemiz gerekir. sonra da wsl'de girişmiş bu kategorilerin türetilmesi işine. yalnız kendinden başka anlayan olmadığı için bir on sefer falan revize etmiş sistemini. fikrimi sorarsanız, adamlar haklı beyler. umarım özellikle 1794 versiyonundaki temel ilkeler kısmı uzaylıların eline geçen ilk insan metni olmaz.

    ikincisi o ünlü kendinde şey*. fichte kendinde şey kavramının kapı dışarı edilmesi gerektiğini düşünüyor, ama en temelinde onun duyularımın nedeni olarak anlaşılmasını ve/veya kendine has özellikleri olan bir şey olarak düşünülmesini problemli buluyor ve kant'ın felsefesiyle çelişik olarak görüyor. çünkü bildiğiniz gibi kant'ta nedensellik yalnızca görüngüler alanıyla sınırlı. böyle bir kendinde şey düşüncesine bir 'traum'* bir nicht-gedanke diyor abimiz aenesidemus eleştirisinde. yine de örtük de olsa wsl'nin nesnellik alanının dışında bir kendinde şey düşüncesini varsaydığını iddia edenler de var. bunu da fichte'nin özel kavramlarından anstoss'a* dayandırıyorlar. anstoss ya da check öznenin kendini sonsuzca gerçekleştirme, bilme ve yapma çabasının önündeki engeldir. yine de tanışıklığı olanlar için not edelim, anstoss özneye yabancı ya da dışsal olan değildir, yabancı olan ben-olmayandır. aksine check öznenin sürekli ötelenen ve özneyi tekrar kendine yansıtan sınırıdır. bir sınır varsa paylaşılır ve her sınır bir gün aşılır. kant'tan asıl farkı da işte tam buradadır. sınır verili ve değişmez değildir.

    sonra efendim, birlik meselesi. kant uğruna tuğlalar döşediği teorik ve pratik aklın uyum içinde iş görmesinin zorunlu olduğunu, çünkü bu ikisinin aynı aklın farklı işlevlerinden öte olmadığını söylüyor ve bunların ilkesel olarak da olsa bir ilkede birliğe gelebileceğine dair bir şeyler kaçırıyor ağzından.* bu yalnızca bir olanak olarak da dursa önemliydi çünkü hem nedenselliğe hem de özgürlüğe kapı aralayacaktı. ne de olsa ikisi de aynı kökende birleştirilebilecekti.ve kant kendisi pratik aklın kritiği'nde insan gibi felsefecinin bu birliği gösteremeden, bütn sistemi buradan türetmeden datmin olamayacağını söylüyordu. fichte de buraya atlıyor işte. çünkü kant bunları söylemesine rağmen anlama doğayla, yani duyusal dünyayla, ahlak alanı yani özgürlüğün dünyası arasındaki açığı kapatamayacağını da düşünüyordu. ama fichte'ye göre bu kapanmadan kant'ın aşkınsal idealizminin hesabını vermesi de mümkün değil. ayrıca özgürlük de kant'ta olduğu gibi umuttan ibaret bir şeymiş gibi kalamazdı, gösterilmesi gerekiyordu.

    bütün bunlar dolayısıyla da fichte karl leonhard reinhold'dan aldığı gazla bütün sistemi tek bir ilkeden türetmeye girişiyor. ilke de şu:
    koyarım ya da "ben kendini koşulsuzca koyar`*
  • bilginin bilimi, bilginin doktrini tadında almanca bir tamlama. baba fichte'nin öğretisinin adıdır. bir kerede yazana 10.000 dolar ödül var.
hesabın var mı? giriş yap