• bu ilk kez oluyorsa, ayrı bir heyecanı oluyormuş meğer. bir şeyi büyütmenin aslında ne acayip bir şey olduğunu anlıyor insan onları her sabah görünce. bir çiçek, bu kadar anlatabiliyorsa bu duyguyu, bir çocuğun büyüdüğüne şahit olmak kim bilir nasıl bir duygudur. annesini anlıyor insan çiçeklerine bakınca öyle uzun uzun, annesini üzdüğü günleri!
  • serce parmagi kadar saksida tohum halinde ekerek, buyumesini adim adim izleyerek, muhabbet kuslarinin kurumus kakalarini kafesten calip gubre yaparak sulayip, her gun gozlemleyerek, yapraklarini operek, konusarak buyuttugum topraktan filizlenen cocugumu buyuyup, yetistirme durumu.
  • çiçeğine göre değişen eylemdir.zira orkideler pek güneşi ve rüzgarı sevmez hemen bir garipleşir o narin çiçekler ama bir menekşe öyle değildir.balkonda gül yetiştirmek ise apayrı bir olaydır.dar olan balkon içerisinde bol bol bacaklarınız çiziliverir ..
  • cicek yetistirmeyi sevmek kisinin surekli bir yerlerden tohum toplamasina, baska bahcelerden balkonlardan kok (c)almasina neden olur. zamanla bir cesit bagimliliga donusebilir. bonus olarak genc cicek yetistiricileri, orta yasli teyzelerce cok sevilirler. bahsi gecen teyzeler cicek bakimi hakkinda ogut verirken kesin bir tabak borek corek olmadi bir bardak ev yapimi limonata getirirler.
  • lale ekip, bir süre bekledikten sonra çıkan garip otları sulamaya da dönüşebilen bir eylemdir.
  • hele de hediye geldiyse daha da heyecan verir insana. bir taraftan sizdeki hatırasıdır büyüttüğünüz bir taraftan ilk kez sadece sizin olan bir canlıdaki değişikliklere şahit olursunuz gün gün...
  • güzel bir hobi, mutlu eden. anneler genelde cok basarılı bu konuda, şahsen biraz zayıf kaldığımı itiraf etmeliyim. iki tane güzel çiçeğin hayatını söndürdüm, birkaç tanesi bir daha hiç çiçek açmadı, yaprak olarak kaldı. şimdi ilk defa bu hafta orkideler coştu, limon ağacım çiçek verdi, menekşelerim açtı. ya birbirimize alıştık artık ya da ben anne gibi bakmayı öğrendim. sabır şart.
  • arkadaşlar, canlar, doğa dostları, benim yavru polenlerim; çiçek veya bitki nasıl yetiştirilir bilir misiniz?
    bitki yavaş hareket eden bir hayvandır. bitki; böcektir, kedidir, attır, insandır.
    suyunu verdim, güneşin altına dayadım verdim ışığı verdim kutsalı diyerek olmaz bu işler.
    hiç yan yana duran iki bitkiyi seyrettiniz mi? aralarındaki iletişimi anlamaya çalıştınız mı? bunlar konuşurlar, sizinle de konuşurlar. bak yaprağımı sarartıyorum, gördün mü tüycüklerimi ya da mantar değil mi şuradaki derler. bunu anlamak lazım.
    ayrıca sevgi de isterler. çok ciddiyim. nasıl ki kedini köpeğini sevdiğinde mutlu olduğunu görüyorsan; bitkilerin, çiçeğin de sana aynı tepkiyi verir. yeşil daha yeşil, kırmızı göz alıcı, sarı ateş gibi olur.
  • bir menekşe, bir sardunya, bir ateş çiçeği, bir begonya, bir orkide, bir kauçuk, bir yuka ve bir kaç saksı domates sahibi olarak beni bağımlılık derecesinde kendisine bağlayan eylem. öyle ki bu bitkilerimi sulamayı, onlarla ilgilenmeyi*, tek tek yapraklarını silmeyi, su püskürtmeyi geçtim bitki çoğaltma işine de girmiş bulunmaktayım. menekşemden bir yaprak koparıp başka bir saksıya dikme yoluyla yeni bir menekşe, kauçuğumu tepesinden 5 - 6 yaprak alarak kesme yoluyla yeni bir kauçuk ve komşumun sardunyasından bir dal koparıp kendi sardunyamın yanına dikme yoluyla yeni bir sardunya edinmiş bulunuyorum. yaprakların arasından görünen her tomurcuk, açan her çiçek beni hayata bağlıyor sanki. evde beni bekleyen bir çocuk varmış gibi eve heyecanla gidiyorum ilk iş sırayla hepsine laf atıyorum seviyorum onları. nazlı beyaz orkideme bakmaya bile kıyamıyorum. yapraklarının arasından çıkıp aşağıdaki köklere karışan minik kökleri bir hayat ışığı oluyor bana. ciddi ciddi bunun bir terapi yolu olabileceğini düşünmeye başladım. depresyon tedavisinde ve ya kanser hastalarına falan uygulanabilir. çünkü gerçekten hayata bağlayan, umut veren bir sevgi kaynağı. antidepresan ilaçlar falan halt etmiş yanında. hemen gidin bir çiçek tohumu alın ve onun gözlerinizin önünde büyümesini seyredin. yüzde yüz işe yarayacağının garantisini veriyorum.
  • annem ellisinden sonra bu işe merak saldı. bir saksıyla başlayan kariyeri üç-beş-on derken yirmilere kadar geldi. şu anda balkonda yirmi yedi tane saksı var.

    balkon küçük. her yer çiçek oldu. korkuluklara yaptığı küçük modifiyelerle(pimp my ride) astı saksıları. balkon resmen kale gibi görünüyor. imkanı yok düşmez orası. arada sırada balkonda sigara içerken siperde düşmanı gözetliyormuş gibi hissediyorum.

    bir dönem bu çiçekler haddinden fazla büyümüştü. balkonu gören komşular, akrabalar sürekli soruyordu;''ya sardunya bu kadar büyür mü, ne yapıyorsun?'' annem de ''çiçek sevgiyle büyür, düzenli suluyorum, konuşuyorum onlarla'' falan diye klasik cevaplar veriyordu. cidden konuştuğuna tanık oldum bir kaç kere(-sen daha çıkamadın mı kör olmayasıca!)

    ama sonradan numarası ortaya çıktı. `çiçek coşturan` diye bir ürün var(ismi bile komik lan, yazarken gülüyorum), onu kullanıyormuş. çiçeklere döküdöküveriyormuş coşturanı, çiçekler de haliyle coşuyormuş. sevgi, sevmek falan hikaye yani. ver coşturanı, coşsun. nasıl bir ilaçsa bu artık; çiçekler büyüyordu ama şekli şemali de değişiyordu. yapraklarda haddinden fazla büyüme, ağaç gibi dallanıp budaklanma vs. biraz daha coşsalar kaşları gözleri çıkacaktı, bilinç kazanacaktı sardunyalar. yakalandığı için artık onu kullanmıyor, ama hala o sardunyaların ''sırık sardunya'' olduğunu iddia ediyor. böyle bir tür var mı, bilmiyorum.

    çiçekler arttıkça bir kuş sorunu peyda oldu balkonda. kargası, güvercini ne varsa bizim balkona toplanmaya başladı(-bi balkon biliyorum, çok güzel. istersen bir şeyler yemeye gidebiliriz, ha ne dersin?) bir hafta içinde çiçekler ziyan olmaya başlayınca, annem olağanüstü toplanarak balkonu güçlendirme kararı aldı. çözüm; rüzgar gülü. o kadar çiçeğe de bir rüzgar gülü yetmeyeceği için tam altı tane rüzgar gülü aldı. balkonun stratejik noktalarına yerleştirdi(balkonun küçük olduğunu düşünün, yirmi yedi saksı ve altı tane rüzgar gülü. kır evinin verandasında...) bir kaç gün kuşlar uğramadı. ama sonra sayıları artarak geri geldiler. annem televizyon izlerken birden balkona yaptığı deparlarla korumaya çalıştı kalesini(şşşdetttttttt! rüzgar şeyinin altında serinliyo musunuz naletler! en sonunda tüfek alıcam, vuruvericem hepsini! şşddet!) bu soruna çözüm bulamadı henüz...

    sonra balkona kelebekler geldi. onlarla bi problemi yoktu. hatta görünce mutlu olduğunu falan düşünüyordum. sonra kelebekler kayboldu. ama bu kelebeklerin akıbeti sonradan belli oldu; tırtıllar! yapraklarda gördüğü halka şeklindeki boşluklarla tırtılların peşine düştü. dallara bantlarla bubi tuzakları kurdu ve beklemeye koyuldu. tırtılın tekinin bantın üzerinden hiç yapışmadan, zorlanmadan geçtiğini görünce elle mücadeleye girişti(-yiye yiye yemyeşil olmuşsun, yapışsana şuraya!). saksıları bırak, balkonun zemini bile tırtıl dolmaya başladı. annemin ''karınları doyunca kendilerini yere atıyolar'' teorisi de bu şekilde ortaya çıktı(-abi ben doydum, hadi kaçar......pat!).

    bu teorinin entomolojide büyük ses getirmesini bekliyor şu anda...
hesabın var mı? giriş yap