• turkiye cumhuriyeti'nin eski bagdat buyukelcisidir. halen merkezde* görev yapmaktadır.

    (bkz: 2 ocak 2006 bagdat buyukelciligi konvoyuna saldiri)
  • 2010 temmuz ayından bu yana türkiye'nin birleşik krallık nezdinde büyükelçisi olarak görevini sürdürmektedir. ingilizce,fransızca ve rusça bilmektedir.
  • upa'nın kendisiyle yaptığı türkiye-ingiltere ilişkileri, ermenistan'la ilişkiler ve arap baharı temalı bir mülakat için; http://politikaakademisi.org/?p=2352
  • şu sıralar londra büyükelçimiz. dün bbc world'ün canlı yayınında stüdyo konuğu idi. kendisiyle konuşan sunucu "türkiye'nin bu tavrı ne, suriye ile hiç bir diplomatik irtibatınız yok, suriye bm üzerinden size cevap veriyor. kasıt olmadığını söylüyor. yanlışlık olmuş olabilir. bu kasıtlı vuruldum çığırtkanlığınızın nedeni ne, anlamakta güçlük çekiyoruz" gibi sorularına verdiği cevap (ki özet olarak; "tek bir hadise değil, bir dizi hadisenin sonucu" şeklinde ezberlenmiş, geçiştirme cevaptan başka bir şey değil ) ile muhtemelen yıllarca edindiği meslek becerisi, analitik düşünce ve deneyimine ihanet etmiş kişidir.
  • bbc'nin 6 gün önce radyo'da suriye meselesi ile ilgili röportaj yaptığı türkiye'nin londra büyükelçisi.

    röportaja buradan ulaşılabilir. http://soundcloud.com/…wsday-interview-with-turkish
  • gezi parkı direnişi ile mi ilgili bilemiyorum ama https://twitter.com/…ikoz/status/343828268161585153 şeklinde bi twit atmış.
  • bir martı gözüyle bir dünya başkenti: londra - ahmet ünal çeviköz
    2 şubat 2014, 21:57

    londra'ya bir kez ayak bastıktan sonra bu kentin cazibesi ve size sundukları karşısında büyülenmemek mümkün değil. tarih, sanat, kültür, iş, eğlence ve daha aklınıza gelebilecek hemen her konuda bir dünya başkentinin kucağında buluveriyor insan kendini bir anda. hele alış-veriş yapmaya niyetliyseniz londra'nın size sunabileceği renkler, zevkler, tarz ve çeşitler karşısında ciddi tercih karmaşasına da düşebilirsiniz. "niyetliyseniz" dedim ama bence londra'ya gelip de bu cazibeyle karşılaşınca niyet olmasa da alış-veriş sizi yakalayıverecektir zaten.

    bir yerleşim merkezi olarak yaklaşık ikibin yıllık geçmişi var londra'nın. bu haliyle, örneğin istanbul'dan daha eski olduğu söylenemez. bununla beraber, romalılar tarafından 43 yılında kurulan kent zaman içinde hızla gelişerek 1831'den 1925'e kadar dünyanın en kalabalık nüfusa sahip kenti olma özelliğini elinde tutmuş. bugün de metropol alan itibariyle 15 milyonu aşkın nüfusuyla avrupa birliği'nin en kalabalık kenti. bir zamanlar "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" olarak anılan büyük britanya'nın başkenti olunca çok kültürlü bir yapı da ister istemez kentin dokusuna işleyiveriyor. londra'da 300 civarında dilin konuşuluyor olması da bundan ileri geliyor. gururla ekleyelim: türkçe elbette bu dillerden biri, çünkü birleşik krallık'ta yaşayan ve dilimizi konuşan 400.000'in üzerindeki toplumun önemli bir kısmı da londra'da yerleşik.

    çok kültürlülük bireysel hak ve hürriyetlere saygı, düşünce ve ifade özgürlüğü, hoşgörü gibi kavramların da yaygın ve etkin kullanımıyla zenginleşince londra çok renkli ve kozmopolit bir yaşamın akışı içinde kucaklıyor gezginlerini. londra'da sanırım kısa sürede sizi etkileyen en önemli ve hissedilir özellik tek kelime ile özetlenecek olursa ben bu kelimenin "özgürlük" olacağını düşünüyorum. sanat, kültür ve sosyal yaşamda da özgürlük en belirgin özelliklerden biri olarak öne çıkıyor.

    londra adeta bir müze cenneti. bu kente gelince kendinize yapacağınız gezi programının öncelikli unsurları arasında dünyanın en ünlü müzeleri olan british museum, victoria and albert museum, natural history museum, national gallery ve tate gallery gibi yerleri ziyaret mutlaka yer almalı. benim neslimin çok iyi hatırlayacağından kuşku duymadığım emin oktay'ın tarih kitabında gördüğümüz fatih sultan mehmet'in italyan ressam gentile bellini tarafından yapılmış meşhur portresi londra'da national gallery'nin envanterinde yer alır. son birkaç yıldan beridir de victoria and albert müzesi'nde sergilenmektedir. bence bu müzeler mutlaka görülmeli ama bunları görüp de "biraz daha farklı ne görebilirim" diye hayıflananlar için benim önerilerim bilim müzesi, oyuncak müzesi, sinema müzesi ve ulaştırma müzesi olacaktır. sadece tüm bu saydıklarımı gezseniz dahi londra'nın müzelerinin ancak temsili bir bölümünü görmüş olursunuz.

    hep müze gezecek değilsiniz elbette. sanat denince londra'nın ünlü tiyatro, müzikal ve diğer sahne sanatlarının sergilendiği west end ve strand bölgelerini de ihmal etmemek gerekir. bu konuda tercihler zevke göre değişecektir. bazı eserlerin 25 yılı aşkın bir süredir sahnelenmeye devam ettiğini öğrenince bunları izlemek ister istemez sizin de içinizden gelecektir. shakespeare severler için önerim globe theatre'ı mutlaka ziyaret etmeleri olacak. benim favori mekanlarımdan biri de konser, opera, bale ve daha birçok sahne sanatı gösterilerini zevkle izlediğim royal albert hall.

    londra'da gezerken gözünüze çarpması kaçınılmaz bir görüntüyü de o meşhur "pub"ların önünde toplanan kadınlı erkekli, yaşlısı ve genciyle londra'lıların sosyalleştikleri saatler oluşturacaktır. buna öğle yemeği saatlerinde olduğu gibi akşam yemeği öncesinde, bir tiyatro öncesi veya sonrasında da rastlayabilirsiniz. bir bira içmeden ve bu deneyimi yaşamadan londra'nın tadına varmış olunmaz. "pub"lar aslında ayrı bir yazı hatta araştırma konusu dahi olabilir. en meşhurlarını sıralamaya kalksam bu yazı uzar gider; iyisi mi ben en turistik olanını belirtmekle yetineyim: "ye olde cheshire cheese" fleet street üzerinde küçük bir ara sokakta yer alır ve charles dickens, sir arthur conan doyle, oscar wilde dışında voltaire, thackeray ve mark twain'in de sevdikleri içecekleri yudumlayarak sosyalleştikleri bir mekan olarak nam salmıştır.

    fleet street londra'nın merkezi "city"nin eskiden en önemli caddelerinden biriydi. bu özelliği de londra basınının gözbebeği olmasından ve önde gelen gazetelerin bu cadde üzerinde yer almasından kaynaklanıyordu. burayı en son 2005 yılında reuters terketti. basın ve finans dünyası birbiriyle artık eskisi gibi iç içe değil. ama "city" 2 mil karelik bir alan içinde yerleşmiş bankaları, yatırım ve sermaye kurum ve kuruluşlarıyla londra'yı dünyanın en önemli finans merkezlerinden biri olarak önde tutmaya devam ediyor. londra'nın merkezinde de neredeyse her yıl yeni bir bina yükseliveriyor ve ilgi odağı olup dikkat çekiyor. son olarak bunlara katılan da "shard" oldu. yaklaşık 310 metre yüksekliğindeki bu gökdelen şu sırada avrupa birliği sınırları içinde yer alan en yüksek bina olma özelliğini taşıyor (bu satırları okurken paris'teki eiffel'i düşünenleri görür gibiyim. eiffel, birkaç metre de olsa, hala en yüksek; ama "bina" olarak kabul edilmiyor). shard modern mimarisi ile londra'ya gelen turistlerin de ziyaret ettikleri mekanlardan biri olarak ön sıralarda yer alıyor.

    londra'nın mimari bütünlüğünün bu gibi yeni, modern ve kentin dokusuyla tam olarak örtüşmeyen yapılanmalara rağmen korunduğunu söyleyebilirim. şöyle gözlerinizi kapatıp bir sokağın bir ucundan sonuna kadar yürüdüğünüzü ve tüm binaların birbirleriyle uyumlu bir görüntü verdiğini düşünün bir kez. londra'nın böyle mahalleleri var ve görülmeye değer bir görsel şölen sunuyorlar. ama bunların daha çok kentin 1666 büyük londra yangınından sonra ünlü mimar sir christopher wren'in başlattığı bir sürecin sonunda kazanıldığını, esasen bu yangın öncesinden kalan ünlü binaların sayısının da hayli az olduğunu vurgulamak gerek. bütün bu binaların, tarihi dokunun ve yerleşimin insanların üzerine bıkkınlık verircesine baskı oluşturmadan zevkle izlenebilmesinin en büyük sırrı da şüphesiz kentin bol nefes alan, geniş ve yemyeşil parklarında yatıyor. londra'da yürümek, hele parklarda yürümek, elinizle sincap beslemek, kuş cıvıltıları arasında günün yorgunluğundan sıyrılmak istediğinizde işte bu parklar adeta size başka bir evrene gitmiş gibi bir his ve huzur veriyor.

    ben hep bir kenti süsleyen en önemli güzelliklerden birinin de içinden su geçişi olduğunu düşünegelmişimdir. istanbul'lu olmak böyle bir hissi kanıksatıyor olmalı. thames nehri ıstanbul boğazı kadar olmasa da londra'ya bir hareket katıyor ve kenti daha da güzelleştiriyor. nehrin üzerindeki köprüler de üzerlerinden yürüdükçe ve bir yakadan diğerine geçtikçe kentin silüetini size izletmek ve londra'yı hafızanıza nakşetmek için birbirleriyle yarışıyorlar.

    londra bugün dünya gündeminin hareketliliği içinde hep ön sırada kalmayı başaran bir kent olmaya devam ediyor. farkında mısınız bilmem, üzerinde güneş batmayan bir ülkenin başkenti olma özelliğini kaybedeli çok oldu ama siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve sportif açılardan hala kendini hatırlatan özellikleri bir araya getirmeyi sürdürebiliyor. 2011 yılında prens william ile kate'in evliliği, 2012 yılında kraliçe ıı. elizabeth'in tahttaki 60. yıldönümünün kutlandığı elmas jübile törenleri, aynı yıl olimpiyat oyunlarına londra'nın üçüncü kez evsahipliği yapışı ve bu özelliği elinde bulunduran yegane kent oluşu, yakın tarihte adından en çok söz ettiren başbakan olarak anılan margharet thatcher'ın bu yıl ölümü ve cenaze töreni, son olarak da kraliyet ailesinin en yeni ferdi ve müstakbel kral george alexandre louis'nin doğumu... biz hep londra'yı izlemeye devam ediyoruz. londra da bize baktıkça yarın gündeme hangi konuda damga vuracağını planlamaya devam ediyor ve bunu dünyanın diğer kentlerine adeta nispet yaparcasına kurguluyor.

    londra'nın üzerinden bir martı uçuşuyla geçerek sunduğum bu yazı bu yaşam dolu kent hakkında size yeterli bilgi verebilmeyi amaçlamamıştı. maksat sadece iştahınızı kabartmak ve sizi londra'yı yaşamaya yönlendirmekti. umarım bu hedefe ulaşabilmişimdir. bundan 236 yıl önce 20 eylül 1777'de samuel johnson ile james boswell arasında geçen o meşhur konuşmada johnson'un sarfettiği cümle aslında herşeyi özetlemiyor mu?

    "londra'dan bıkmak hayattan bıkmaktır, zira londra'da hayatın sunabildiği herşey mevcuttur."

    bu yazı kadıköy maarif koleji ve anadolu lisesi mezunlar derneği yayını olan "kadıköy maarif" dergisi'nin sonbahar 2013 sayısında (yıl:8 sayı: 30) yayımlanmıştır.
  • kendisiyle türkiye'nin afrika açılımı konusunda yapılmış bir mülakat için; http://politikaakademisi.org/…ikasi-ozel-roportaji/
  • 18 eylül 2014 iskoçya bağımsızlık referandumunu türkiye açısından değerlendiren önemli bir yazı kaleme almış;

    why does the scottish referendum on independence matter for turkey?

    on sept. 18 scotland will undertake a referendum, historic not only for its own destiny, but also for the destiny and unity of the entire united kingdom. the question is simple: should scotland be an independent country? a “yes” answer will change a lot, and a “no” answer, one may think, will result in “business as usual.” ı have doubts on the latter. the fact that scotland has reached a point in its history to vote on independence is already a sea change in the status quo. ın any case, one may suggest that the vote on sept. 18, without any prejudice to its outcome, will result in a significant redefinition of the u.k.’s political and economic parameters.

    for an uninformed turkish reader, the scottish referendum may appear to be an utterly irrelevant matter. yet turkey, as a member of nato, the council of europe, the osce, oecd and many other european organizations, institutions and agencies, must watch developments in europe with serious attention.

    ın 1997, scots went to the polls to show that they were in favor of a “devolution of power,” namely to have a separate a parliament of their own that enjoyed taxation powers. after 17 years of experience in this devolved parliamentary system, scots today want to acquire powers beyond devolution. they aspire for independence.

    there is no doubt that history is a strong source of references from which to derive conclusions for today or tomorrow. but the scottish referendum is very likely to change the future significantly. a “yes” vote will result with the end of the “united kingdom of great britain and northern ıreland.” this will place a very sensitive issue on the agenda of the european union. scottish independence is perceived as a centrifugal development. brussels would not be in favor of immediate membership for independent scotland, particularly at a time when similar drives have been observed in countries like spain (catalonia) and belgium. matters would not be easy for future nato policies either, for an independent scotland does not appear to favor nato’s nuclear policy and is strongly against the presence of trident missiles system in its ports and maritime area. certainly, a renegotiation between scotland and the rest of the u.k. will affect british nuclear policy, not to mention its implications for nato.

    a “no” result will also hold complicated outcomes. some argue that the vote, no matter its final decision, is going to be a close one. ıf the vote ends up with a very close outcome of “no,” those in favor of independence will aim to revisit the issue again. this will certainly affect british politics.

    furthermore, one should not forget that the u.k. also plans to hold a referendum in 2017 to decide whether or not it will remain in the eu. should the u.k. choose to leave the european union in the 2017 referendum, scottish independence activists will definitely and immediately revisit their case, as scotland does not want to part from the eu. ın these circumstances, scots would more strongly support parting from the u.k.

    europe is redefining its parameters. the new eu will have to face growing tendencies of centrifugal drives and increased demands of centralist, regulatory policies for its own matters. ıt’s no wonder why most european nations anticipate the results of the scottish referendum with enthusiasm, because they are aware of the forthcoming policy changes the outcome may induce.

    turkey has long been fixed on eu accession negotiations and this has resulted in a particular focus on the opening of chapters. such a “sheer formality” has inevitably resulted in the oversight of changes and developments in the eu, which are more of structural nature and hold implications for the evolution, transformation and sustainability of the organization. relations between turkey and the eu are not limited and cannot be reduced to the opening of chapters.

    turkey should ask for active participation in the eu’s structural discussions. but one can only take part in such processes by successfully convincing one’s partners that one is genuinely interested. unless one ceases to misinterpret european policies and remain indifferent to their developments, one could hardly avoid creatively misunderstanding developments in other geographies, including one’s own. this is why a seemingly trivial issue, such as the scottish referendum for independence, matters for turkey.

    *ünal çeviköz is the former turkish ambassador to the uk.
    september/17/2014

    kaynak: http://www.hurriyetdailynews.com/…807&newscatid=396
hesabın var mı? giriş yap