1 entry daha
  • arabayla balkan turuna çıkmak uzun zamandır hayalimdi ve sonunda gerçekleştirdim. geziye başlarken bazı endişelerim vardı. batı avrupa'yı gördükten sonra balkanlar'da hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum. 20 yılda yugoslav insanını savaş ve kapitalizmin vahşileştirdiğini görmekten korkuyordum. atalarımın bir zamanlar yaşadığı yerlerdeki balkan türklerinin bizden tamamen koptuğunu görmekten korkuyordum.

    ancak korkularım gerçekleşmedi ve her yönüyle çok doyurucu bir gezi oldu. balkanlarda eşsiz dürüstlükte ve sıcaklıkta insanlar gördüm. onca savaşa rağmen mutlu ve umutlu insanlar gördüm. batı avrupa ile yarışacak bir kültür birikimi gördüm, üstelik bu mermer değil gerçek bir mozaikti. balkanlardaki türklerin türkiye'yi belki bizden bile iyi takip ettiklerini ve gelişmeleri çok düzgün yorumladıklarını gördüm. ve tabi hem türkiye'nin, hem de kendi ailemin köklerini gördüm.

    tabi doyurucu derken, inanılmaz balkan porsiyonlarını ve 10 günde aldığım 7 kiloyu da söylemeden geçmemek lazım.

    böyle bir geziyi yapmayı planlayanlara yardımcı olması, ama daha çok da planlamayanları gaza getirmesi amacıyla elimden geldiğince burada kendi turumu anlatacağım:
  • geziye başlamadan önce gerekenler hakkında bir fikir vereyim.

    - öncelikle, bu geziyi yaparken bir yeşil pasaportunuzun olması işinizi çok kolaylaştıracaktır. bulgaristan dışında bütün balkan ülkeleri yeşil pasaport ile ülkelerine vizesiz alıyor. bulgaristan ise yeşil kabul etmediği gibi artık sınırda transit vize de vermiyor. zaten genel görüş yaygın yolsuzluk yüzünden bulgaristan'a girmenin akılcı bir şey olmadığı yönünde. bulgaristan'da schengen'e girecek yakında ama yolsuzluk konusu ne olur bilemiyorum.

    - aracın yurtdışına çıkışıyla ilgili belgeler: gümrük geçiş belgesi, uluslararası ruhsat ve yeşil kart denilen uluslararası sigorta. garantici bir insansanız uluslararası kasko yaptırmayı da düşünebilirsiniz. link

    - uluslararası ehliyet tam bir saçmalık. en az yıllık alınıyor ve 260 lira gibi bir ücreti var. sadece ehliyetinizi 3-5 dile çeviriyorlar. hiçbir yerde bakılmıyor ancak yunanistan sınırdan geçirmek için bu ehliyeti istiyor. kimsenin günahını almak istemem ben turing'in yunanistan ile bir anlaşması olabilir diye düşünüyorum. bu belgeyi sınırda 2 dk da veriyorlar.

    başka da bir şeye ihtiyacımız olmadığına göre geziye geçebilirim:
  • sınırı edirne'de pazarkule'den veya keşan'a yakın ipsala'dan geçebilirsiniz. biz zaman kısıtlılığı nedeniyle ipsala'dan geçtik ve dedeağaç'a doğru yola koyulduk.

    yunanistan'a girerken dikkat edilmesi gereken bir şey olabildiğince az benzinle girmek. yunanistan'da benzin yaklaşık %25 daha ucuz, hatta çıkış pulu'nu ödeyip depoyu doldurup dönen edirneliler var, o derece farkediyor.

    yunanistan'a girildiği anda hava değişiyor, bir tatil havası geliyor. önce bunu biz tatilde olduğumuzdan sandık ama yunanlar 7/24 tatildeler. sabah 2-3 saat çalışıyorlar, sonra iki saat siesta molası verip, bir iki saat daha çalışıyorlar. tabi üstlerinde bunun rahatlığı da var. herkes sürekli ortalıkta, herkes gülümsüyor. türklere karşı çok sıcaklar klişesine girmeyeceğim, genel olarak sıcak insanlar, siz de insan olduğunuz sürece herkes çok yardımcı, çok muhabbetli. ama rahatlıkla söyleyebilirim ki türk düşmanlığı diye bir şey söz konusu değil, önünüze gelen herkesle konuşabilirsiniz.

    yunanistan'da yazın en çok tüketilen içecek frappe. çay diye bir kavram olmadığı için herkes frappe içiyor. zaten menülerde göreceksiniz, baileysli frappe her yerde mevcut ve az şekerle çok iyi gidiyor. önerilir. tabi türk kahvesi de her yerde olduğu gibi diğer seçenek zaten (bkz: türk kahvesi /@vsop)

    ilk durağımız zaten sınırın dibindeki dedeağaç
    (bkz: dedeağaç /@vsop)

    dedeağaçtan çıktıktan sonra otobana kaptırmak bir seçenek. hakikaten otoban çok düzgün, oldukça çekici duruyor. ancak kaptırmazsanız ödülü büyük. bir kez yol kenarında bir çok türk köyü var, zaten minarelerden her birini elinizle koymuş gibi bulabiliyorsunuz. klasik trakya insanları, muhabbetleri güzel. sınırın iki adım ötesinde türk olmak nasıl bir uğrayıp görmek ilginç bir deneyim.

    sonra dikakana bey sağolsun, normalde kaçırılacak bir yer olan makriyi kaçırmıyoruz. yakındaki dikella köyü de ekstra güzellikte bir köy oraya da bakılabilir.
    (bkz: makri /@vsop)

    devamında gümülcine var. gümülcine yaşamak için güzel gözükse de, gezmek için sönük bir şehir. uğrayıp bir pazara girip iskeçe'ye doğru devam ediyoruz. bize iskeçe için hiçbir şey yok diyenleri sevgiyle anıyoruz bu noktada.
    (bkz: iskeçe /@vsop)

    buradan devam edince ilk ağır topumuz kavala geliyor. kavala zamanı olanlar için ideal konaklama noktası, şehir de güzel, çevresindeki koylar da.
    (bkz: kavala /@vsop)

    ve devamında izmir'in ruh ikizi selanik, türkiye'nin doğum yeri. bu gezide selanik ve halkidiki'ye için üzüldüm. ancak açıkçası izmir'den daha yaşanası bir şehir görmeyi bünyem kaldırmadı. selanik'e girin ama kendinizi fazla kaptırmayın, yoksa turun sonundan kesmek zorunda kalabilirsiniz. zaten selanik turda bir durak olmaktan daha fazlasını hak eden bir yer.
    (bkz: selanik /@vsop)
  • bu noktada makedonya'ya girmeden bir seçim yapmak gerekiyor. ya doğrudan üsküp'e gideceksiniz, ya da edessa-manastır-ohrid-kalkandelen üstünden giderek üsküp'e gideceksiniz. bulgaristan'a uğranmayacağını düşünürsek, bir yolu gidişte, bir yolu dönüşte kullanmak mantıklı duruyor. biz dolaşarak gittik, ancak ohrid'e dönüşte uğramak daha iyi bir fikirmiş. yoksa bizim yaptığımız gibi dönüşte iki gün aralıksız yol yaparak dönmek gerekiyor.

    biz uzun yolu seçerek edessa'ya doğru yol aldık. virajlı, ormanın içinde çok güzel bir yol. edessa yunanların şehircilik mantığının bizimkinden ne derece farklı olduğunu görmek açısından güzel bir yer. türkiye'de çağlayan kıyısına şehir kurmak gibi bir fikri bulanı döverler herhalde.
    (bkz: edessa /@vsop)

    yol üstünde necati cumalı'nın memleketi olması dışında çok bir özelliği olmayan florina var. ancak ben kişi için şehir gezmeyi hiç anlayamamışımdır, benim için fazla romantik bir iş. biz bir uğrayıp, pas geçtik.

    ve bu noktada makedonya'ya giriyoruz. dipnot; makedonya'da benzin yunanistan'dakinden de %15 civarı daha ucuz, deponuzu ona göre ayarlayın.

    makedonya'da ilk dikkatimizi çeken fakirlik. yunanistan'ın zenginliği bıçakla kesilmiş gibi bitiyor. bakımsız köyler, fakir şehirler, eski yollar. gariban bir memleket makedonya. ancak makedonyalıların gönlü çok zengin. canla başla yardım ediyorlar. bu arada makedonyalılar demek zorunda kaldım, çünkü makedonya'nın resmi olarak %25'i söylenene göre %35'e yakını arnavut, %5 civarı türk. ancak arnavutlar da türkçe biliyor genelde. makedonlar milliyet ayırt etmeden çok iyi insanlar.

    yolumuzda önemli bir durak var. ismi tanıdık gelecektir: manastır. türk tarihinin en önemli şehirlerinden biri. şehri gezerken önemli bir uyarı, şehrin tam merkezine park etmeyin, çingene çocuklar acımasızca haraç kesiyorlar. elimde demir ne varsa verdim, hala lastik patlatmakla tehdit ediyorlardı. hayatımın en pahalı otoparkını burada yaptım. makedonya'da genel bir bilgiymiş ama ne yazıkki bunu üsküp'te öğrendik ancak.
    (bkz: bitola /@vsop)

    bu yakınlarda ali rıza efendi'nin, aynı zamanda annemin dedesinin köyü olan kocacık var. atatürk'ün burada doğduğu da söyleniyor. burasının atatürk'ün köyü olduğunu türkler pek bilmese de, makedonlar arasında çok ünlü. köyün girişinde bir mermerde de yazıyor.

    ve yolumuz bizi yeryüzünde cennete en yakın noktalardan birine götürüyor. ohrid. burası böyle tur sırasında uğranacak bir durak değil. burası özel gelinip, insanın ruhunu dinlendireceği, sıfırlanıp döneceği bir yer. keşke gidişte dinçken değil de, dönüş yolunda yorulmuşken uğrasaydım diyorum şu an, ancak ohrid'deyken de keyfim oldukça yerindeydi.
    (bkz: ohrid /@vsop)

    ohrid'den ayrılmak zor, çok zor. insanın o an turu bitirip, kalan sürede ohrid'de kalası geliyor. açıkçası kalan sürenin bir kısmını da burada yiyoruz. ama sonunda beynimiz, kalbimizi yeniyor ve yola koyuluyoruz. ve iyiki de öyle yapıyoruz, çünkü sırada tetovo ve üsküp var.

    bana sadece ufak bir cami görmek için bir şehre gireceksin deseler, inanmazdım. ama burada tetovo'yı değil, alaca cami'yi görmek için şehre giriyoruz. ancak alaca cami'den çıkmak istemiyoruz. oradaki arnavut görevliden hikayesini dinliyoruz, şaşırıyoruz. keşke böyle daha çok cami olsa diyerek şehirden çıkıyoruz.
    (bkz: tetovo /@vsop)
  • tetovo'dan çıktıktan sonra artık ana hedep olan üsküp'e doğru yol alabiliriz. üsküp'e gelmeden bir dip not, bu yolda bir sürü kiril alfabesiyle med yazan tabela göreceksiniz. bunlar köylülerin kendileri yaptıkları ballar ve makedonya'nın balı çok ünlü. kilosu 5-6 liraya oldukça kaliteli ve çeşitli bal alabilirsiniz.

    üsküp'ü görmek benim için çok çarpıcı bir deneyim oldu. şehrin güzelliğinin tadına varadamadım. aslında üsküp saraybosna'dan önce ısınma turuymuş, haberim yokmuş.
    (bkz: üsküp /@vsop)

    bu noktadan sonra gezimiz biraz şuurunu kaybetti. hedef saraybosna'ydı ve gidilebilecek üç yol vardı. en mantıklı olduğu bariz olan sırbistan'daki otobandan gitmeyi hem sırbistan antipatisi, hem de belgrad'ın bile ankara'dan hallice bir şehir olması sebebiyle istemedik. arnavutluk-karadağ-dubrovnik yolu ise dubrovnik yol üstünde olmasına rağmen çok uzun gözüktü. biz de ne yaptık? üsküp'lü türklerin de sözüne güvenerek yapılabilecek en mantıksız işi yapıp kosova'ya girdik.

    başta o kadar mantıksız gözükmüyordu. priştina üstünden sırbistan'a girip bosna'ya girecektik. ancak ufak bir sıkıntı oldu. kosova'lı gümrük görevlisi sırpların sınırda sorun çıkardığını, karadağ üstünden gitmemizin daha mantıklı olduğunu söyledi. bu arada da yeşil kart kosova'da daha geçerli olmadığı için 40 euro sigortaya bayıldık.

    biz başımıza geleceklerden habersiz yola koyulduk. priştina'ya gidene kadar oldukça ilginçti. kosova toptan inşaat halinde bir ülke, her yanda yabancı askeri kamplar var. priştina ise zaten apayrı bir dünya
    (bkz: priştina /@vsop)

    priştina'dan sonra ise yol baya bir renklendi. önce karadağ yolu denilen toprak bir patikaya saptık. orada saatte 5 km ile yolu yarılayana kadar yolun düzeleceğine inanarak yol aldık, yarıladıktan sonra ise artık dönüş şansı kalmamıştı. tabi bu hareketimizde almanca yolun kaç km sonra düzeldiğini allah bilir kaç demeye çalışırken 3 olarak söyleyen benzincinin payı büyük.kendisini sevgiyle anıyorum buradan.

    tamam hadi buraya kadar durumu bilemezdik, insan gittiği ülkenin de mi adına bakmaz hiç? bir ülkenin adı neden karadağ konur? ilk tahmin, o ülke bir dağ olduğundan di mi? ve biz bunu düşünemeyerek karadağ'a girmek için 3500 m ye gecenin bir yarısında tırmanmaya başladık. yaklaşık 160 viraj (evet, sayan vardı) sonunda karadağ sınırına ulaştık. sınırda 9 derece sıcaklıkta şort-terlikle kosovalı gümrükçülere eğlence olduktan sonra 10 km ötedeki karadağ gümrüğüne gittik. neden 10 km sonra? çünkü arada kuracak düzlük alan yok, öyle bir memleket burası. orada da karadağlıları eğlendirip, sınırdan sonraki ilk otele yerleştik.

    gece görme şansımız olmamıştı ama sabah uyanınca kendimizi şu ana kadar gördüğüm en yoğun ve en yeşil ormanların arasında bulduk. tabi bir sürü de kereste yüklü tırın arasında. ormanların arasında ilerlerken bir köyde de çok güzel ve ilginç bir mezarlığa denk geldik. aile mezarlarının üstünde büyük siyah mermerden mezar taşları ve bunların üstünde isim ve resimler vardı. yalnız, işin ilginç yanı, daha hayatta olan insanların da yerleri hazırdı, hatta resimleri bile mezar taşına basılmıştı ve adlarının altında 1975-20.. gibi ölüm tarihlerinin bile yarısı hazırlanmıştı. herhalde orada yaşasam sırf onu yazanları göt etmek için 2100'e kadar yaşardım.

    karadağ gezimizin ne kadar güzel olduğuna kendimizi ikna etmeye çalışarak, sırbistan üstünden bosna'ya geçtik. bosna-hersek'e girince önce republika srpskaya giriyorsunuz haberiniz olsun, saraybosna'ya kadar da böyle, hep sırp bölgesi, kolay kolay boşnak bulmayı beklemeyin.

    saraybosna eşsiz güzellikte bir yer. hayat da sanki trajediler hiç yaşanmamış gibi devam ediyor. ancak her köşe başında, her konuştuğunuz insanda geçmişin izlerini görmeniz mümkün. şehri gezdiğiniz sürece bu hüzün peşinizi hiç bırakmıyor.
    (bkz: saraybosna /@vsop)

    mostar daha da hüzünlü. çünkü burada hayat saraybosna'daki gibi devam da etmiyor, hırvatlarla boşnaklar arasında bir savaş var, nefreti havada koklayabiliyorsunuz. şehirdeki huzursuzluk ister istemez sizi de ele geçiriyor. tüm güzelliğine rağmen ayrılınca rahatlıyorsunuz.

    ve geri dönüş başlıyor. burada gelişteki hatalarımızın bedelini ödeyip, iki gün aralıksız otobandan yol alıyoruz. geziyi bitirmek için çok kötü bir yol ancak başka türlü referanduma yetişilemeyecek. pazar akşamı sonuçlar alındıktan sonra ise kimse diyemese de herkeste dönüşte ohrid'de bir gün daha kalmamanın pişmanlığı var.
95 entry daha
hesabın var mı? giriş yap