• insanı konu alan bilimler. beşeri bilimler terimi, oldukça geniş bir anlam içinde, filolojiden sinir bilimlerine kadar, insan olmanın ne anlama geldiği sorusuna bir yanıt getirme çabası içinde olan bütün bilgi türlerini kapsar. biraz daha dar bir anlam içinde ise, insan bilimleri terimi antropoloji, psikoloji, tarih, sosyoloji ve dilbilimi içine alır. o, bu anlamıyla, hermeneutik ve tarihselciliğin doğuşu sırasında, doğa bilimlerinden farklı bir bilim türünü tanımlayan alman geisteswissenschaft düşüncesinden türemiş olup, tin veya kültür bilimleriyle eşanlamlı olarak kullanılır.

    (bkz: geisteswissenschaften)
  • [ufak tefek, şişman, çirkin, yine de kendince bir ışığa sahip max goldberg dün şöyle dedi, beşeri bilimler dersinde karanlık değirmen taşlarından ve çelik işçilerinin hikayelerinden bahsederken: "bu bir balığın öyküsü, o halde neden bitmesin? balık yakalanır." "yoo, hocam, karşı koymaya* çalışmaz mı?" "nerede?" göğsüne vurarak: "burada! burada!"] sylvia plath - the journals of sylvia plath/@ibisile
  • (bkz: humanities)

    öncelikle içinde sosyoloji yoktur.
    sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimi, iktisat, yönetim bilimi gibi dallar sosyal bilimdir.

    sosyal bilim, beşeri bilim farklı oluyor yani.

    beşeri bilimler, yani humanities kapsamında ne var peki?

    yabancı diller, tarih, felsefe, bilmem ne dili ve edebiyatı bölümleri vs.

    ikisine de yakın olanlar vardır.. mesela ilahiyat, hukuk.. bence bunlar da beşeri bilim sayılır. sosyal bilimlerle yakından ilgili olmakla birlikte.

    peki beşeri bilimlerle sosyal bilimler arasında ne fark var?

    sosyal bilimler insan ve toplum arasındaki ilişkiyi ve toplumları inceler. genel geçer kurallar bulmaya çalışır.

    beşeri bilimlerse çok daha betimleyici bir dil kullanır. insanları, kültürleri okur, öğrenir ve analiz eder. bütün bilimler içinde saha çalışmasına, deneye, gözleme falan en uzak olanlar bunlar, doğal olarak.

    bilmem ne eserinin muhteva incelemesi..
    falanca çelebinin hayatı ve fetvaları..
    bilmem neyin uluslararası hukukta statüsü.
    vsvs

    iyi yazılmış bir hukuk, edebiyat ve bir iktisat tezini karşılaştırırsanız daha iyi anlarsınız.

    ama iki taraf birbirine de atlıyor haberiniz olsun. sosyal bilimciler makale, tez yazar... bakarsın tarih disiplinine ait sanarsın. zaten siyasi tarih, iktisat tarihi gibi anabilim dalları vardır.

    edebiyatçılar, dilciler, felsefeciler de toplumsal dinamikleri işin içine katmayı severler.

    aslında en iyisi sanırım lisansını beşeri bilimde tamamlayıp lisansüstünü sosyal bilimlerde yapan bir akademisyen olsa gerek.

    ama ülkemizde böyle alan atamalara sıcak bakmıyorlar. çoğu anabilim dalı öğrenci olarak bile almıyor.
  • sosyal bilimler ile birlikte, insan olmanın zevkidir. insanın karşılaştığı en gizemli şey olan kendi benliğinin tahlili ve kendi anlaşılmazlığının yarattığı soruların bütünüdür. sosyoloji, antropoloji, psikoloji, tarih, edebiyat, teoloji, felsefe; daha da özelde düşünce, davranış, tefekkür; beşeri ve sosyal bilimler, tıpkı bir sinir ağı gibi insanın ruhunu sararak, ona devinim, hissiyat ve idrak verir.

    bütün bu dallar tıpkı bir prizmanın kırdığı ışık huzmeleri gibi, bozumun gerçekleştiği andan ve noktadan itibaren, kendi rengini ve karakterini kazanmakta. bu kazanımlar, merkezden uzaklaştıkça artarak, kırılan ve ayrışan ışık huzmelerinin kimliğini daha keskin bir şekilde renklendirip onlara kendi karakteristik özelliklerini kazandırır. bu disiplinler, sonsuz bir boşlukta aldıkları yolda daha belirgin kimlikler var ederek, kendi özerkliğini elde eder. buna sadece özerklik diyebiliriz çünkü tam bir bağımsızlık, zihnin kendisinin var ettiği bütün bu enstrümanların ne kendisinden ne de birbirinden tamamen kopmasına izin verir. ancak bu ayrışmanın neticesinde felsefe, daha felsefi, edebiyat ise daha edebi olur.

    sorun şu ki; bu süreci tersine çevirip, sosyal veya beşeri bilimlerin kökenine inmeye çalıştığımızda bizi bir çıkmaz bekler. süreci tersine çevirerek, sorular veya cevaplarla her bir ışık ışınının yeniden köküne bağlandığı o noktaya, prizmanın ışığı kırmaya başladığı o ana ulaştığımızda, orada bizi nihai cevabın beklediğini düşünürüz. insan zihninin neden şiir yazmaya ihtiyaç duyduğunu açıklarken, bir süre sonra edebiyat yerini sosyolojiye, sosyoloji yerini biyolojiye, o ise nörolojiye bırakır. kelimelerle çıktığımız bu yolda, kendimizi organlar hakkında yapılmış araştırmaları okurken buluruz. bu soğan kabuğunun içinde gizli gerçek, biz onu ne kadar soyarsak soyalım kendini ifşa etmekten çekinir.

    o an bütün bu sicimin kökü tam karşımızda durur. prizma, biz onu görürken bu ayrıştırmayı yapmaya devam eder. zihnin kırdığı düşünce ışığı, çeşitli renklerde bu sicimleri oluşturmaktadır. pınar tam önümüzdedir. o halde, neden prizmanın ışığı kırdığı yerden gerisine geçmek mümkün değildir? görünen o ki, ışığın kırılıp dallandığı o biricik noktada, psikolojinin, felsefenin, edebiyatın imleri, bilgisi, bilimi ve yöntemleri soluklaşmakta, hepsi birbirine karışıp ayırt edici özelliklerini kaybetmekte. sanki hepsi bir ama bir değil, sanki hepsi aynı ama değil, sanki hepsi orada ama değil, sanki hepsi görünür ama değil. prizma, ışığın renklere ayrıldığı o ufacık noktada dışarıya yaydığı ışığı, aynı zamanda kendine geri çekmekte. sürecin tersine döndüğünü, huzmelerin yeniden tek bir renge büründüğü o anı gördüğünüzde fark ediyorsunuz ki bu disiplinlerin formülleri, teorileri, varsayımları sanki hiçbir zaman birbirinden ayrılmamış gibi karışmakta ve soluklaşarak aynı renkte kaybolmakta.

    bir insan olan ben ise bunu keyifle izliyorum. çözdüğümü zannettiğim her sorunun ardından kendimi yine boşlukta, bu prizmanın içine bakarken buluyorum. bu prizma gözlerimi alıyor, beni büyülüyor, beni hem kendine çekiyor hem de kendinden uzağa itiyor. zihnim, onun yaydığı enformasyonu anlamaya çalışmakta ısrarlı, duygularım ise bu hazdan vazgeçemiyor. bu prizma, zihnin ta kendisi, yaydığı bu ışık ise benim.
  • "adam eden" bilimlerdir. milletimizle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
hesabın var mı? giriş yap