• yaratılmışsın ve yaşıyorsun. belli bir zamanı geçireceksin şu dünyada. senin gibi tonlarcası var ve sen başka bir şekilde yaşamayı seçiyorsun. neden acaba. bir insan mesela bir çocuğu nasıl üzer, yok sayar? ölüp gideceği şu dünyada insan neden kötü olur? kendinden önce nicesine yar olmayan ve doğal süreç olarak muhtaç, güçlü ve yine muhtaç döngüsündeyken bir insan neden kötülük yapar? anlık hazlar mı cevabı bu sorunun? aklım almıyor. günümüzün tek sorusu bu olmalı bence bir insan neden kötü olmayı seçer?
  • bir insan neden kötüdür? çünkü kıskançtır.
    birinin yeni bir şey alması, ya da terfi etmesi, ya da akrabalarından birinin başarısı mutsuz eder onu. iyi bir sevgiliye, güzel bir eşe, mutlu bir aileye sahip biri mutsuzluğunu katmerler. bir evi, güzel bir arabası, pahalı bir telefonu olan insandan nefret eder. iş arkadaşının çocuğunun başarılı bir öğrenci olması, yurt dışında okuması, ya da iyi bir işe sahip olması. bunlar hep mutsuzluk sebebidir kıskanç insan için. neden önemseriz başkasının başarısını, mutluluğunu, sahipliklerini? neden hayvanlar gibi olamıyoruz. yanından geçip gidemiyoruz?
    çoğunlukla bize daha yakın olan başarıları, mutlulukları ya da sahiplikleri önemsiyoruz. örneğin bir futbolcu milyon dolarlar alsa da bizi rahatsız etmiyor, ya da bir sanatçının reklam başına milyonlar alması ama tanıdığımız biri 15 bin lira maaş alınca dağılıyoruz, menopozlardan menopozlara, andropozlardan andropozlara giriyoruz. neden yakındaki bizi daha çok rahatsız ediyor? ya da uzaktaki büyük başarılardan rahatsız olmayabiliyoruz? aslında bir fark yok gibi ama biz fark varmış gibi davranıyoruz. aynı ortamlarda yetişip onun yaptığını yapamamak mı bizi bu kadar rahatsız ediyor? onunla aynı şartlarda yaşayıp onun başardığını başaramamak mı? ama baktığın zaman uzaktaki insan da çok daha kötü ortamlarda yetişerek milyon dolarlara ulaşmış olabilir. eğer salak durumuna düşüyorsak bu durum bizi daha çok mutsuz etmeli, uzaktakinin büyük başarısı bizi daha çok yormalı. değil mi ama? yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum. psikolog değilim sonuçta. bunlar hep benim kendi bakış açılarım hayata. her zaman başkasının, özellikle bir yakınının başarısından dolayı sıkıntıya giren, üzülen kişilere “neden bu fakirler için bu kadar üzülüyorsun, neden kafana taktın ki, futbolcuları, aktörleri, iş adamlarının çocuklarını düşün onlar daha fazla şeye ulaşım sağlayabiliyor, düşünüyorsun büyük düşün” derim. bunu söyleme sebebim uzaktaki seni rahatsız etmiyorsa, yakındaki neden rahatsız ediyor sorusunu sorarak onun düşünmesini sağlamayı istememdir. çünkü bu soruya cevap bulduklarında hastalıklarına çözüm bulacaklarını düşünürüm. çünkü problem uzakta ya da yakında olmaları değil bizim karakterimizdir. insanlar her zaman ev alacaklar, terfi alacaklar, araba alacaklar bu konuda yapabileceğiniz bir şey yok. ama karakterinizde yapabileceğiniz değişiklikler olabilir. örneğin facebook’a, instagram’a girmeyebilirsiniz. onların sahip olduğu şeylerin, aslında değerli şeyler olmadığını görebilirsiniz. değerin sağlık gibi, maneviyat gibi şeyler de olduğunu anlayabilirsiniz.
    hiçbir zaman başkasının mutluluğundan rahatsız olmadım, aksine mutlu oldum. neden kıskanmadım? annem mi? babam mı? ilkokul hocam mı? yaşadığım toplum mu? gereksiz sorular sormadım. kimin ne maaş aldığını önemsemedim. kimin hangi eve sahip olduğu, hangi arabaya bindiği dikkatimi çekmedi. kimin ne giydiği, ne oynadığı, ne içtiği? hiçbir zaman takılmadım bunlara. kendi hayatımla ilgilendim. özgüvenim yüksek oldu. başkalarının yapabildiklerini ben de yapabilirim diye düşündüm. iyi arabalara binen arkadaşlarıma, akrabalarıma hiçbir zaman özenmedim. o bir üst modelini bana whatsapp’den atıp, “yeni modeller çok iyi olmuş kuzen yaa” dediğinde, “seninkisinin daha güzel olmadığını nereden biliyorsun” dedim? bunu ciddiyetle söyledim, felsefe falan yapmadım. ne gibi farklılaşma olmuş ki? ekranın geniş ekran olması mı onu daha güzel yapıyor? belki de daha geniş olmayan daha iyidir. ya da koltukların rengi mi onu daha güzel yapıyor? belki de senin koltuğun daha iyidir. daha önce, bundan 40 yıl önce hatta 1910’larda ford’un t modeli mi vardı? işte o araba tek renkti. tek ulaşmak istediğimiz oydu ve en iyisi oydu. şimdi ne oldu da farklı renkler en iyisi oldu. o zaman keşke şunun camları otomatik olsaydı dedik mi? şimdi neden bu kadar çok şey istiyoruz. hyundai ile kasistlere sert girdiğimizde götümüzde yaralar mı çıkıyor? mercedes’le girince götümüz rahata mı eriyor? nedir bu kadar abarttığımız? belki bundan 40 yıl önce belki daha önce uçaklarda business’da, şu anda arkada oturduğumuz koltuklardan çok daha kötüleri vardı. ama o insanlar business’da uçtuğu için “mutlu” idi. tırnak içerisinde mutlu. acaba bu sadece bizim düşünme biçimiz mi? kendimizi zorla mutsuz mu ediyoruz. verdiğimiz örnekler gösteriyor ki, yüzyıllar önce yaşayan krallardan çok daha iyi yaşıyoruz. krallar gibi demiyorum. onlardan daha iyi diyorum. onların bin(e)mediği arabalara biniyor, onları sahip ol(a)madığı ulaklarla (cep telefonu) yaşıyoruz. şunlara bak ne hayat yaşıyorlar denilen insanlardan daha iyi hayatlar yaşıyoruz. ama yine de mutsuz olacak bir şeyler buluyoruz. birilerini kıskanabiliyoruz. bu sefer de elizabeth ve torunları bizi kederlerden kedere vuruyor. di mi ama? neden mutlu olalım ki? kederlenmek daha güzel değil mi? daha karizmatik gösteriyor insanı. arkadaşların geliyor soruyorlar “neyin var”. daha çok dikkat çekiyorsun. açıyorsun rakıyı, mezeler ortada, en yakınınla dertleşiyorsun. dediklerimi yabana atmayın bence. biz manyak insanlar olarak kederi de seviyoruz, mutsuzluğu da. aslında sevmiyoruz ama miş gibi yapabiliyoruz. öyle egolarımız var bizim. onu da iyiymiş gibi gösterecek yetkinliğe sahibiz biz. ama hiçbir zaman mutlu değiliz. yaşlı bir tanıdığım var. yıllardır hep ev almayı istedi ama alamadı. yaşadığı ev kendisinin bu arada. ev alsaydı eğer 25 yıldır yaşadığı muhitten çıkıp başka bir muhite gidecekti. hiçbir tanıdığı olmayacaktı. komşuları olmayacaktı. bunalıma girecekti. depresif olup, hap kullanmaya başlayacaktı. biliyorum iddialı konuşuyorum ama öyle. çünkü yaşanmış örnekler var. kolay değil yıllarca yaşadığın bir yeri terk edip gitmek. şimdi iyi ki gitmemişim diyor zaten. peki o zaman neden mantıksız bir şekilde gitmeyi istedi, neydi duygularını bu kadar öne geçiren? tabi ki diğerlerinin almış olması…
  • kötü olduğu için.
  • mutluluğu kötülükte bulduğu için.
  • farkında olmadan.
  • mutlak iyilik ya da mutlak kötülük diye bir şey yoktur. çok iyi bildiğiniz bir insanın bile çok kötü yanları olduğunu zaman içerisinde fark edebilirsiniz. iyi ve kötü iç içe geçmiş mevzulardır. yapılan somut bir şeyin bile sonuçları itibariyle biri için iyi olabilirken biri için kötü olabilmesi sık karşılaşılan bir durumdur.

    örneğin bir iş yerinde yönetici pozisyonundasınız ve yakın çalışma arkadaşlarınızın iş gününü dayanışma ve arkadaş canlısı niyetlerinizle kolaylaştırmak adına bazı angarya işlerden muaf tutabiliyorsunuz. bu durumda bu arkadaşlarınız için iyi bir şey yaparken başkasının omuzlarına ekstra iş yüklediğiniz için kötü bir şey yapmış oluyorsunuz.

    örneğin doğayı kirletmeyen, hayvanlara bir tas su bırakan bir adamın mültecilere insan dışı muamele yaptığını, insan yerine koymadığını pek ala görebilirsiniz.

    bu nedenle odaklanmamız gereken kavramlar tutarlılık, empati, felsefi ve sosyolojik anlamda gelişmişlik, eşitlik olabilir. bunlara odaklanmak kötülük olgusunu tamamen ortadan kaldıramazsa da (kötülüğü tamamen yok etmek gibi bir durum mümkün değil çünkü) herkes için iyi olanın hegemonya kurmasını sağlayabilir.
  • bu karakteristik ve dürtüsel bir olaydır
  • (bkz: joker)
  • iyilik tükendiğinde kötülüğe başlarsın.
    iyilikle bir yere kadar. insanlar iyilikten anlamaz. kötü olmayı seviyorum.
  • kötü insanlar kendilerine hiç bir zaman ben kötüyüm kötü kişiyim demez.

    bir insan birine birşey yaparken(yaralama,iftira,öldürme,aklınıza gelebilecek herhangi bir zarar) ben kötülük yapıyorum demez.

    kendince haklıdır her insan tıpkı joker gibi. sebepleri vardır birşey yapıyorsa,aklına bunu söylettirir.
hesabın var mı? giriş yap