*

  • su içinde boğulmakta olan birinin kafasından geçecek düşünce.
  • (bkz: choke)
  • bu şehir üstüme geliyor, sanki yağmayan her yağmur damlası içime göl, zaman akrebiyle sokmaya devam ediyor, ıslağım, yaşlanıyorum, boğuluyorum.

    aslında çöl sensizlik , vaha diye bir şey yok yalan gözlerin. bir kaşık su arıyorum o bile yok, ama nedense ben boğuluyorum.

    boğuluyorum, taktığım kravat sıkıyor bir yandan, bir yandan içimde bir kelepçe , boğazlarım sensiz gemilere kapalı, yüzme biliyorum güya ama, birden derinleşiyor yalnızlık denen şey.

    boğuluyorum.
  • bir zamanlar "plaza topuk"larımla teperken bütün dünyayı istanbul mekanlarında, sık sık içimden geçen düşünce.
    gerçi sığ sularda boğulmak da varmış ama neyse...
  • kisinin soylemek isteyip soyleyemedikleri, yapmak isteyip yapamadiklarinin birikmesi sonucu o kocaman birikintinin icinde nefes alamamasi durumudur.
  • hicbir baslik dogru duzgun cikmiyor ve sifrem galiba baska ellerde
  • her gun soyledigim kelime.

    - anayasal hak olan protesto hakkinin engellenmesine, siyasal islamcilara her seyin serbest olmasina,
    - turistin haftasonu sokaga cikmasina, kurallardan ayri tutulmasina,
    - adamciligin, kayirmaciligin yuceltilmesine,
    - adim adim icki yasaklarinin gelip kalici hale getirilmesi, arap ulkeleri gibi sadece turiste serbest birakilmasina ilerlememize,
    - muhalefetin her seye ama her seye kayitsiz/tepkisiz/yetersiz kalmasina ve ulkenin geriye gidisine yardim etmesine,
    - muhalefetin sosyal medya muhalefetciligi oynamasina,
    - hayvanlarin iskence gormesine,
    - cocuklarin tecavuze ugramisina,
    - askin, seksin yasaklanmasina,
    - ekonomik sikintilara ragmen ve yonetim becerisizliklerine ragmen dunya lideri diye kayitsiz/sartsiz erdogan sevgisine,
    - surekli yaz saatinde birakilip, hayatlarimizi karartmalarina,
    - yoneticilerin vizyonsuzluguna,

    katlanamiyorum, dayanamiyorum, boguluyorum.
    her gun ama her gun boguluyorum.
    ortadogu ulkesi haline donusuyoruz, kimsenin itirazi yok mu ?
  • -ben bu yazıyı kafam güzelken yazdım-

    alt tarafı 2+1 biranın bu kadar kafası olmamalı ama her şey arkadaşla içerken tuvalete gidince kendi kendime şu şarkıyı mırıldanmamla başladı. bu şarkı bir zaman makinesidir benim için. tuttu 7 sene öncesine attı. dile kolay. şimdi anlatmayacağım. dile dökemediğim şeylerden biri olarak kalır bu bende. dile dökemediğim şey en derinimde saklı çünkü. kendimden bile sakınırım onları.

    bir şey söyledin bu akşam sen bilal. ne dedin, hatırlamıyorum. bu sefer boğazım düğümlendi. biraz gözlerim de doldu sanırım, sen de fark ettin. sessizlik paylaşılınca da güzel olabiliyormuş, iki gözüm.

    sonra taksiye bindim o kafayla, yarı ağlamaklı. hedefimiz akdeniz! dedim, taksiciye. e5'ten mi gidelim abla? diye sordu. dedim evet, daha kısa olur. sonra fenerbahçe'nin oradaki bağlantı yoluna geldik. iki çocuk gördüm. sırtlarında kağıt topladıkları tekerlekli arabalar, biri diğerini tutmuş döndürüyor. saat 10.40. kağıt arabalarının arasında, e5'in kenarında iki çocuk eğleniyordu. beyaz perdede (sinema) fakir edebiyatı parçalamayı seven, renkli fularlı, solcu romantik yönetmenler görse severdi bu çocukları.

    -ahh ciğerime doluyor sanki hava-

    sonra kadıköy'de hep denk geldiğim kağıt toplayan çocuk geldi aklıma, adı ahmet olsun. john doe gibi değil. o çocuğa ahmet yakışırdı, ahmet olgunluğu var çünkü. ne zaman 6.30-7.00 arası kadıköy'e yolum düşse ahmet'e rastlıyorum. dakik çocuk belli ki, işini adabıyla belli prensiplerle yapıyor. ilk dikkatimi çektiğinde kışın başlarıydı, hatta bir entrymde bahsetmişliğim var. önümden geçen, herhangi bir sıradan kağıt toplayıcısı bir çocuktu ahmet. dikkatimi çekmesi için havanın çok soğuk olması ve ayaklarımdaki botlara -gayr-ı ihtiyari- bakması gerekiyordu. böylece aklıma kazındı. peşinden gidip para vermek istedim. ama bir an düşündüm: ben kimdim ki 5 dakikalık vicdan mastürbasyonum için onun yaptığı işin arasına girip ona dilenci mualemesi ederek bulunduğu yeri ona tekrar hatırlatacaktım?! belki verdiğim parayla bir akşam karnı doyardı, sonuçta pozitif bir etkisi yok mu? ama yapamadım.

    sonra birkaç kez daha gördüm ben ahmet'i. hep aceleyle önümden geçti. bir gün kitap hediye etmek istedim. bir kere göztepe metronun önünde baskül koyup oturan bir çocuk vardı, bundan 8-9 sene evvel olacak. baskülün başında ödev yapardı. uçmak isteyen bir kediyi anlatan bir çocuk kitabı alıp ona hediye etmiştim. uçabileceğine inansın diye... ben her kimsem, ben her ne boksam artık.

    bugün yine ahmet geçti önümden bütün çevikliği ile. ahmet'in boyu uzamış. görünce mutlu oldum, şuncacık ay içinde kocaman olmuş. yüzü biraz esmerleşmiş ahmet'in. kışın karşılaştığımızda gördüğüm beyaz ayakkabıları yoktu. hatta şort giymişti bu sefer ahmet. bir şeyler dönüyor gibiydi kafasında.

    -ben bu dünyanın da, bu düzenin de, devranı döndürenlerin de cibiliyetine tüküreyim.-

    sonra kişisel trajedilerim vardı tabii. biraz ağlayıp üzülecektim. belki takside yolculuk yaparken playlist'te bir parça çıkacaktı. bir damla göz yaşı dökecektim. uzaklara dalıp hatıraları gözden geçirecektim. memories revisited seansından sonra taksiciye medeniyete giden yolu tarif edecektim. kurtuluşa giden yol, kırıklarım, kırıklıklarım, yarım kalanlarım, kırığı batanlarım, taksicinin aracı kullanım kabiliyeti, sapılabilecek yanlış yollar, saat, karşılaşabileceğim insanlar, sokak, karanlık, yarınki iş, aldığım ve almayı istediğim alkol miktarı, evde kimin uyumuş kimin ayakta olabileceği ihtimalleri ve kombinasyonları, dişlerimi fırçalamam gerekliliği ve pijamalarımın nerede olduğunu birbiri ardına pek kısa bir aralıkta aklımdan geçirecek sonra yine memories revisited moduna geçip, bu hayatta en çok hangi erkeği sevdiğimi soracaktım kendime.

    hasan ve arkadaşları izin vermedi.

    -aaaaaaahhhhhhhhhhh-
    artık nefes alamıyor değilim. dolan tuzlu su, ciğerlerimin her bir köşesine. her bir hücreye girip yaktığını hissediyorum. üstümü başımı yırtıp, ciğerimi parçalamak istiyorum bu acıdan kurtulmak için ama yetmiyor. bilincim kapansın istiyorum. kurtulmak istiyorum.

    ben ne yapacağımı bilmiyorum.

    ablacım, tekrar özür dilerim. ne bir şekilde hayatına dokunmayı becerebildiğim ne de seni kendime tutup saklamak yerine burada anlatmayı tercih ettiğim için. dünya hassas kalpler için cehennem falan değil, sokayım onların düzenine de, gelip burada "üzülme cnıım yhaa"cılara da. biz seninle neden oturup muhabbet edemiyoruz bir türlü. biri bana bunun hesabını versin.
    kedilere kanat taktırmayan herkesin amına koyayım. bunu gelip buraya süslü süslü yazdığım için de en çok kendime sokayım.

    hepinize lanet olsun. ananız dahil. john doe'lar hariç.
hesabın var mı? giriş yap