*

  • kısa öyküden daha kısa öyküdür.. misal..

    bakışlarıyla çağırdığı garsonunun konuşmasına fırsat vermeden siparişini verdi.. "bi spagetti napoliten.. yanında sezar salata.. bir şişe de siyanür.." garson siparişini yazarken ekledi.. "siyanür soğuk olmasın.. sonra bademciklerim şişiyor.."
  • küçük bir çocukken bir tilki resmi yapmıştım. bence herşeyi ile mükemmel bir tilki resmiydi. annem babam gördüklerinde gülmüşler ve gelen her misafire de gösterir olmuşlardı. herkes çok beğendiğini söylüyor, bense mükemmel resim yeteneğimle gurur duyuyordum. öyle önemliydi ki benim için o resmi hiç unutmadım. o bıyık altı gülümsemelerin nedeninin ve tilki resmimin aslında sadece benim hayalimde mükemmel olduğunun farkına ise yıllar sonra vardım. resimse çoktan ortadan kaybolmuştu. o yüzden mükemmel tilkimin gerçekte neye benzediğini hiç bilemeyeceğim...
  • bir varmış
  • siktim öldü gibi örneklerin verileceği öykü türü.
  • öyküden anladığı öyküydü işte, öykü, adını çokça duymuştu, "hikaye işte" diye geçiştirdi önce, "acaba başka bir tanımı, ne biliyim belirlenmiş kuralları" falan var mıydı" diye düşünür gibi oldu, "bir ara buna da bakayım" diye geçirdi içinden... sonra bir çay söyledi... erteledi, belki bir büyük bir öykü yazarı olabilirdi, ama çay söyledi, ötesini getirmedi.
  • tarifi zor bir huzursuzlukla uyandı, nefes alamadığını hissediyordu, yatakta doğruldu, karşısındaki aynaya baktı, gözlerini kaçırdı, kalktı, odada dolaştı biraz, yerinde duramıyordu, dursa ölecekti sanki, birine bir şeyler söylemeliydi, geçici de olsa bir haykırışa ihtiyacı vardı duyulması gereken normale dönmek için, eli telefona gitti hemen; "neye uyandım şimdi? bu nasıl bir his?" yazdı, gönderdi."iletildi" uyarısı geldiğinde çoktan farkına varmıştı, hala nefes alabiliyordu...
  • içinde bir potansiyel vardı, hani şu ortaya çıkması her daim beklenen edilgen bir umutla destekli, tıpkı umutları gibi edilgendi, "edilgen, edilgen, bir fiil çatısı..." öğrendiği gün dün gibi aklında. nedense etken çatılı fiiller pek ilgisini çekmemişti, edilgen ismi bile afiliydi. yanında beliren garsonun bakışlarından anladı hemen; sesli konuşmuştu, hiçbir şey yokmuş gibi yapmaya çalıştı, çay söyledi ezberden, garson gitti garip bakışlarla, insan rahat rahat edilgen de olamıyordu, bir sürü etken vardı...
  • (bkz: mikro öykü)
  • içeri girdi, bildik bir koku aldı, "ne idüğü belirsiz yalnızlık" kokusu. aldırış etmedi, aşinalığına koklaktı. istediği zaman kurtulabilirdi hem bu aşina kokudan, hem rahatsızdı, hem umutlu, hem böyle iyiydi sanki... eli kravatına gitti sonra, kravatı çıkarırken koku çoktan etkisini yitirmişti, hem bunu yarın düşünecekti. yatağın üzerindeki eşofmana uzandı, sabah öylece atmıştı, dağınıklığına kızdı yine, aslında simetri hastalığı bile vardı ama iç karmaşası evine de yansıyordu, o da buna kızıyordu aslında, iç karmaşasına. bunları düşünürken, pantolonunu yine askıya asmadan öylece atıverdi, buna da yarın sabah kızacaktı. onu da yarın düşünecekti. panjurları indirdi, iç karmaşasını kimse görsün istemiyordu. mutfağa yollandı, bir kadeh doldurdu, oturdu, ses lazımdı, ağır arabesk mi olsaydı aslında... yok arabesk de değildi aradığı, daha dolu bir şey olmalıydı, yavan değil içten, hayatı dolduramamaktan değil, hayata sığamamaktan müzdarip notalar arıyordu. bilemedi, ses lazımdı, play tuşuna bastı...
  • çoğunlukla ne düşündüğü asla anlaşılayaman bir hülyalı dalgınlığı vardı. kapalı kutuydu sanki. çok güzel sarhoş olur, aslında sarhoş olmadan da içli, enfes şarkılar bilir, biriktirirdi. buğulu, tınısı net bir sesi vardı, ağladığında daha bir buğulanırdı sanki sesi ama çok nadir ağlardı. “babam yok benim” demişti bir gün. insan, babasını erken kaybedenlerin aslında hiç büyüyemediğini ona bakıp anlayabilirdi.
hesabın var mı? giriş yap