2 entry daha
  • tarafımdan dünyaya getirilmiş iki tane melek-canavar melezi. dolayısıyla romica böyle bir konuya girince ne yapar, elbette çocuklarını anlatır. bu sinir olduğum bir meseleydi aslında ve okuyanların da sinir olacağını biliyorum, çocuk sahibi olmadan önce çocuğunu saatlerce anlatan insanların bu muhabbeti bana da çok cazip gelmezdi. onlardan biri oldum artık, saatlerce çocuklarımı anlatmak istiyorum. elbette dünyadaki en şahane çocuklar benimkiler, ege ve ilay yani, çok güzel, çok akıllı, çok komik, çok değişik ve balmumu görünümünde olmaları değil buna sebep, tek sebebi var, içimden çıktılar. bu dünyada hiç kimseye yakın olmadığım kadar yakın oldum onlarla, elbette sadece hamilelik sürecini kasdetmiyorum, günümün 25 saati onlarla geçiyor.

    haklarında yazabileceğim milyonlarca şey var, ilk aklıma gelen, bana en çok sorulan sorular, çocuklarla girilen komik diyaloglar başlığında yazdıklarımda abartı olup olmadığı. hayır hiçbir abartı yok, bazen eksiltiyorum bile diyalogları, başkalarının da benim kadar güldüğünü öğrendiğimde çok şaşırdım önceleri. bu diyalogların yaşandığı anlarda hiç de mutlu ve neşeli olmuyorum genelde, aralarında çok masum diyaloglar varsa da genellikle iki kardeşin kavgalarına ve inatlarına dayanıyor diyaloglar, o yüzden komik zaten. ben de oturup düşününce gülüyorum. ilay memelere bu kadar takık mı? evet takılmış durumda, ege iki yıl pipi muhabbeti yaptı, şimdi sırada ilay var, bütün barbieler üstsüzler antalya plajını kuşatmış gibi geziyor evde. ege nasıl bu kadar hazır cevap oldu? asla tv izlettirmemekle beraber, piyasadaki bütün kaliteli dvd çizgi filmleri aldım, genelde oradan aparttıkları repliklerle konuşuyorlar, ayrıca evde yüzlerce çocuk kitabı var, sürekli konuşuruz, anne disiplini sağlamaya çalışsam da beni biraz bakıcı ablaları gibi görüyorlar ve bu yüzden de muhabbetimiz çok iyi. çok meraklı oldukları, çok soru sordukları, sorularını cevapladığım ve işler doğal bir süreçte yürüdüğü için bu kadar dil yetenekleri kıvraklaştı, bir de allah vergisi herhalde ne bileyim. neye benziyorlar? bana benzemiyorlar, ikisi de sarışın, mavi gözlü, son derece muzip yüzlü, ege lorel, ilay hardi gibi görünüyor ve evet benim gibi birinden bu kadar güzel çocuklar nasıl doğdu hala anlamıyorum, ve hayır asla reklamlarda oynatmayacağım. güzel olup olmamaları, zeki olup olmamaları, yetenekli olup olmamaları ne farkeder ki, ben kuzgunum onlar şahin. sadece ve sadece benim oldukları için elbette bana göre dünyaya gelmiş en önemli iki varlık onlar, en önemli iki eserim. ve evet onların esiriyim ve evet benimle çoğu zaman kafa buluyorlar ve evet "allah kolaylık versin" diye mesaj atan yazarların tahmin ettiği gibi ömrümü yiyorlar...

    ege ve ilay , iki küçük ilgi manyağı, iki komik çocuk işte, benim çocuklarım.
  • okul nedeniyle aylardır yapamadığım ev işlerini yapmaya kalkıştığım bir günde, çeşitli şekillerde çalışmamı sabote eden ikili. delirmiş bir halde ben onların oyuncaklarını toplarken, daha topladığım yeri temizlemeye başlamadan dağıtmaları yüzünden, burnumdan soluduğum bir anda yerdeki oyuncaklara tekme atmam neticesinde, gereksiz sinir yaptığımı ve çocukların korktuğunu görüp balkona çıkmam, sakinleşmeye çalışmam sırasında arkamdan konuşan ikilidir de aynı zamanda.

    ege: çok kızdı, ne yapıyor balkonda?
    ilay: kendini atacak galiba.
    ege: dur sürpriz yapalım.
    ilay: yazıık ölmesin.

    içeri girdiğimde ellerinde birer ıslak bez, temizlik yapmaktaydılar. * *
  • yayınlanırsa, birazdan show tv'de kumdan masallar hakkındaki röportajları izlenebilecek ikili.

    edit: ilay'ın bir saniyelik görüntüsünden sonra röpotaj reklama kurban gitti.

    comptrol sayesinde gelen edit: hiç olmazsa röportaj olmasa da görüntüler bu linkte; http://www.showtvnet.com/…_sergi.wmv&btype=iewmpobj

    haberin başında ve sonunda kumda oynayan sarışın çocuklar ege ve ilay, haber ilay'ın görüntüsü ile kapanıyor.
  • kıymetlilerim...

    hayat çok garip bir şey, insana ne getireceği ve ne götüreceği hiç belli olmuyor. bazı insanlar sanki bu dünyaya test edilmek için gelmiş gibi hissediyorum zaman zaman. inişli çıkışlı tuhaf bir hayatım olduğu ve bir ton gariplik yaşadığım için test edilenlerden biri de benmişim gibi gelir, çoğu kişi de öyle hisseder zaten, hepimiz özel olduğumuza inanıyoruz bir şekilde...

    hayatım boyunca kötü bir anın gelmesinden korktum, hep başkalarının başına gelen şeyler gibi, başkasının başına kötü bir şey geldiğinde hem üzülürüz, hem de bizim başımıza gelmediği için derinlerde bir yerde rahatlarız ya hani... kısa otomobil yolculuklarında korkarım hep, o tesadüfen atlattığımız kötü anlardan biri başımıza gelir mi diye...

    ben çok mükemmel bir anne değilim, çok erken yaşta çocuklarımı dünyaya getirdim ve hep hay huyla geçti, onlara kötü davranmıyorum, seviyorum ve sevildiklerini hissettiriyorum ama ihtiyaçları olan her saniye yanlarında olamıyorum, yaramazlıklarından, laf dinlememelerinden usanıyorum bazen, kaçmayı düşündüğüm bile oldu... yine de anne olunca dünyaya farklı bir gözle bakıyor insan, korkular şekil değiştiriyor, korunması gereken en önemli varlıklar oluyor çocuklar, tuhaf bir şey işte, çok net anlatamayacağım şimdi... sadece -şu anda da boğazıma düğümlenmiş olan- o yut-ku-na-ma-ma hissinin biraz daha hafif halini hemen her gece yastığa başımı koyarken yaşıyorum.

    içimde büyümeye başladıkları anda korkuyu da yanlarında getirdi çocuklarım, onlara çaktırmadan hep uzaktan kollamaya çalıştım, pek hazzetmediğim kendime bile daha iyi davranır oldum, onları savunmasız geride bırakmamak için.

    ikisi de zehir gibi çocuklar oldular, yaramazlıkları, çok bilmişlikleri, gevezelikleri ve inatçılıkları ile beni bazen çileden çıkarsalar da alttan alta sağlam bireyler olmalarıyla hep gurur duydum.

    başta da söylemiştim ya bazı insanlar test edilmek için yaşıyormuş gibi gelir, benim de hayatım biraz böyle oldu, hiçbir şey gümüş tepside gelmedi, sahip olduğum her şey için mücadele etmek zorunda kaldım, çok da dırdır etmedim bu konuda, çocuklarım sabrımın ödülü gibi oldu, hayal ettiğimden fazlası, sahip olduğum en müthiş hazine...

    bir sabah annemden telefon geldi, ege'nin başının titrediğini söyledi, pek ciddiye almadım, genelde istekleri yerine getirilmediği zaman duygu sömürüsü yapmayı ikisi de becerir. birkaç gün sonra yanlarına gittiğimde ege'nin boynunun iki dakikada bir kasıldığını gördüm. neden yaptığını sordum, "ben tik hastası oldum anne" dedi gülerek, "engel olamıyorum, masaya kafa bile attım ama durmuyor" dedi ve kıkırdadı, sonra da kardeşiyle oynamaya gitti... ben donup kaldım, o saniyede boynundaki kasılmayı bilinçli olarak yapmadığını fark ettim... çocukları sapanca'dan alıp istanbul'a götürürken eşim arabayı kullanıyordu, kemerleri bağlı olan ege ve ilay rahat yatamıyorlardı, arka koltuğa geçtim ikisinin arasına, biri sağ dizime koydu başını, diğeri sol dizime, sol dizimde iki dakikada bir titreşimi hissediyordum, trafik kazası ihtimali korkutmuyordu artık, hep başkalarının yaşadığını sandığımız anı yaşıyorduk...

    eve geldikten sonra ilk işim internette araştırma yapmak oldu, belirtileri aşağı yukarı çıkarmıştım, eşim nörolog olan arkadaşını aradı, belirtilerini okuduğum ama kondurmadığım tourette sendromundan şüphelendiğini söyledi telefonda. birkaç saat ağladım, kendimi çeşitli şekillerde suçladım, önce yeterince çocuğumun yanında olamadığım için, sonra daha soyut şeyler için, kendimden edebildiğim kadar nefret ettim. tourette sendromuyla ilgili bir sürü şey okudum, videolar izledim. boynunun titremesinin yanı sıra başka tiklerin de çıkabileceği, sosyal hayatta pek çok güçlükle karşılaşabileceği, epilepsi, dikkat eksikliği, hiperaktivite, obsesif kompulsif bozukluk gibi pek çok sekonder rahatsızlığın çıkabileceği, bir yıl içinde kendiliğinden geçerse bunun çocukluk çağı tiki olarak adlandırılıp unutulacağı, devam ederse ergenlikte ya da yirmi yaşına doğru kendiliğinden geçeceği, geçmezse touretteli olarak yaşamına devam edeceği, bu hastalığa sahip olan ünlülerin kimler olduğu ve nasıl da başarıyla işlerini yaptıkları, hastalığın genetik geçişli organik bir beyin hastalığı olduğu ve tedavisinin bulunmadığı, ilaçlar ve yan etkileri... bir gün önce bir şeyi olmayan bir çocuk, ertesi gün titriyor, şoke eden kısmı bu zaten, alışma süresi yok, bir anda başlıyor her şey...sadece okudum... neler yaşayabileceğini düşündüm, ona tuhaf tuhaf bakan ilk kişinin gözünü oymayı düşündüm, onunla dalga geçecek çocukların ana babalarıyla kavga etmeyi, çocukları da eşek sudan gelene kadar dövmeyi düşündüm. kimse üzemesin diye evde eğitim vermeyi, okulu siktir etmeyi düşündüm...

    şu hayatta o kadar ipe sapa gelmez şeyler için öyle çok gözyaşı döktüm ki dönüp bakınca şaşırıyorum. kendimi üzme hastalığımın bir adı olsa "empatik kişilik bozukluğu" olurdu herhalde. beni çok yakından tanıyan bir hocam tedavi olarak günde üç defa "ben tanrı değilim, herkesi kurtaramam, insanların kusurlarının altında yatan sebeplere anlayış göstererek sömürülmek zorunda değilim"i tekrarlamamı istedi... ne saçma sapan şeylere üzüldüğümü daha yeni anlıyorum.

    kendimi bıraktığım gecenin sabahı tourette ile ilgili internette bulabileceğim her şeyi okumuştum. kalktım, çocuklara kahvaltı hazırladım, sonra da oğlumun istediği makarnayı yapabilmek için parmesan aramaya başladım, parmesan yerine makarnaya kaşar peyniri koymam yönünde bana telkinde bulunan market sahibine bir koca ağız dolusu agresyon kustuktan sonra uzaklarda bir yerlerde parmesanı buldum, eve gelip makarnayı yaptım ve hep birlikte yedik. o saatten sonra korkmadığımı fark ettim, benden sonra eşim de son derece üzgündü, ona rahat olması yönünde telkinde bulundum. ölümcül bir hastalıkla boğuşmuyorduk, insanlar nelerle mücadele ediyor, payımıza düşen buysa sonuna kadar çocuğumuzun mutlu bir insan olması için savaşmamız gerekiyor...

    cuma günü nöroloğumuzla olan randevumuzda sonuç değişmedi, bir yıl içinde geçerse çocukluk çağı tiki diyeceğiz ve bitecek, kötü bir rüyadan uyanmış olacağız, geçmezse yaşam kalitesinin en üst düzeyde olması için uğraşacağız. bir şey daha öğrendim, çoğu kişi tourette sendromlu olduğunu bilmeden bu hastalığı atlatırmış. doktorun anlattıklarını dinledikten sonra 7-15 yaşlarımda tourette sendromu geçirdiğimi öğrendim.

    son birkaç gündür boynundaki titremelerde ciddi bir azalma söz konusu, bugün neredeyse hiç kasılma olmadı, deli gibi oyun oynaması için her şey yapıyoruz, mutluyken ve yularını kopartmış bir at gibi koştururken boynunun titremediğini fark ettik. ona bu hastalıktan hiç bahsetmedik, asla titreme ve kasılmaya dikkat çekecek bir şey söylemiyoruz, çevremizdeki kişileri de bu konuda uyarıyoruz. daha anlayışlı ana baba olduk, bizi kızdırdığı zamanlarda çocuklara bağırıp cezalar yağdırmıyoruz artık, sabırla doğruyu yanlışı anlatmak her defasında zor ama kimse çocuk sahibi olmanın kolay olacağını söylememişti bize. bir de gidip gidip çocukları öpüyorum, tv konusunda da biraz söz sahibi olmalarına müsamaha gösteriyorum. yine de hastalığı avantaja çevirmenin tehlikeli olduğunun farkındayım, çocuk milleti çok uyanık zira...

    birlikte daha fazla zaman geçiren daha anlayışlı bir aile haline geldik iki haftadır. her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardır dedikleri bu olsa gerek...

    28.06.2009: destek mesajlarından dolayı bütün yazarlara teşekkür ederim. dua, dilek, reiki, enerji... kim neye inanıyorsa o şekilde bize destek olmaya çalıştı. yaklaşık bir haftadır ege'nin başında hiçbir titreme yoktu. dün akşam kolunu ileri doğru uzatıp zar sallamaya benzer bir tik başladı. bugün iyice arttı, yine demoralize olduk. akşam çenesini hızla açıp kapatmaya başladı, başındaki titremeye de birkaç defa şahit olduk... ege şimdilik bu konu hakkında konuşmuyor, soru sormuyor ve tatilin keyfini çıkartıyor. tikler ya ilay'ın dikkatini çekmiyor ya da aldırış etmiyor. yeni duruma ayak uydurmaya çalışıyoruz...

    2010 ocak: merak eden ve mesaj atarak son durumu soran herkese teşekkürler, ege çok daha iyi, tikler devam etse de dikkat çekecek boyutta değil şimdilik :)
  • bu çocuklardan ege olanı * geçen yıl rowan gray'in bir animasyonunu seslendirmişti. bu animasyon wimbledon'da ödül almış. az önce izledim ben de ilk defa... uf gözüme bir şey kaçtı...

    linki de şu: https://www.youtube.com/watch?v=xq2zh0kewqc
  • son altı yıldır hemen her anılarını sözlüğe yazıyorum. sayelerinde bir sürü kişiyle tanıştım. maceralarını okuyanlar bir nevi büyümelerine de tanıklık ediyorlar. sözlük yazarı olmayan okuyucularıyla da tanıştım zaman zaman. o kadar enteresan yollarla mail adresimi ya da facebook hesabımı buldular ki, araştırmacı ruhlarına şapka çıkardım...

    bu araştırmacı ruhlardan biri sözlük dışındaki okurlarla da iletişim kurabilmem için bana twitter hesabı açmamı tavsiye etti. ben de açtım biraz önce. ama bu konuda çok cahil olduğum için ne yapmam gerektiğini henüz kavrayabilmiş değilim. karakter sınırına bakılırsa, diyaloglardan daha çok monologlara yer vermek zorundayım galiba... twitter denen şeyin nasıl kullanıldığını öğrenebilirsem tabii! neyse, merak eden olursa eğer bu adresi:

    http://twitter.com/romicaegeilay
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap