• neden mi sevmeliyiz semptomumuzu? bakalım proust ne demiş bu konuda:

    "bakınız, itiraf ancak karşılıklı olursa işe yarar. sinir hastalıkları olmasa büyük sanatçılar olmazdı demiştim; dahası (...) büyük alimler de olmazdi. (...) dediğiniz belirtiler benim sözlerim karşısında boyun eğeceklerdir. ayrica yaninizda çok güçlü birisi var ki, onu bundan böyle doktorunuz tayin ediyorum. o da sizin rahatsızlığınız, aşırı sinirsel etkinliğiniz. bu yapınızı tedavi edebilirim, ama bunu yapmaktan kaçınacağım. ona soz gecirmem yeterli. masanizda bergotte'un bir eserini goruyorum. sinirsel yapiniz tedavi edilse, onu sevemezdiniz. peki ben, onun size verdiği hazzı, aynı hazzı katiyen veremeyecek olan bir sinirsel sağlamlıkla değiştirme hakkını kendimde bulabilir miyim? bu hazzın kendisi, etkisi bir ilaçtır, belki de ilaçların en kuvvetlisidir. yo hayır, ben sizin sinirsel enerjinize kızmıyorum. sadece beni dinlemesini istiyorum; sizi ona emanet ediyorum."

    (bkz: guermantes tarafi)

    hepimiz kendi semptomumuza emanetiz.
  • pynchon'un "49 numaralı parçanın nidası"nın sonlarına doğru oedipa kuruntularından kurtulmak için her zamanki gibi doktor hilarius'a gider, doktor ise hezeyan halindedir; kendini odasına kilitlemiş, elinde silah, buchenwald kampında yaptıklarının sonuçlarını üzerinden ömür boyu atamamaış olmanın çıldırtıcılığı içerisinde (baudrillard, amerika ve aşırı fenomenleri üzerine yazarken bu kitaptan örnekler de seçebilirmiş).. aralarında şu diyalog geçer;

    "geldim dedi oedipa, "çünkü beni bir kuruntudan kurtarmanızı umuyordum."
    "ona gözün gibi bak!" diye şiddetle inledi hilarius. "hepimizin başka neyi var ki? küçük dokunacından sıkıca tut, freudyenlerin onu tatlı dille uzaklaştırmalarına ya da eczacıların zehirle onu senden söküp almalarına izin verme. her ne ise, ona sahip çık, çünkü onu kaybettiğinde sen de diğerleri gibi olursun. var olmamaya başlarsın."

    oedipa'nın yaşadığı tüm "olağanüstü"lüklerin, karşılaşmaların, hayalle gerçeğin birbirine karıştığı anların, aynı sahnelere tekrar tekrar sürüklenmesinin, kendini o sahnelerin bir figürü olarak buluşunun kaynağındaki o semptomu koruması gerekliliğiyle ilgili bu kısa diyalog "semptomunu sev"in başka bir varyasyonudur ve edebiyat da bu sevgi buyruğuyla doludur. en büyük yaratıcılar, sadece semptomu tanımak, onu sevmekle kalmamışlar, semptomlarıyla yapmışlardır da (savoir y faire), o zorlantılı noktayla başa çıkmak için onu bir silah olarak kullanıp yazıya dökmüşlerdir.
  • zizek'in dördüncü kitabı. türkçe baskısı mevcut değildir.
hesabın var mı? giriş yap