• son iki gidişimde de götürüyordum intanbula fethi naci'nin ilk kitabı "insan tükenmez"in 1956 yılında yenilik basımevi'nden yayımlanan ilk basımını. cihangir'de oturduğunu biliyorum ya, olur da görürüm oralarda, evinin yerini öğrenir de uğrarım kapıdan, imzalatıveririm diye... geçen yıl çok da üstüne düşmediydim, bu son gidişimde uğraşayım istedim.

    önce mahallenin muhtarına uğradım. kendisi hasta olduğu için yerine başka bir muhtar bakıyormuş, beni ona yolladılar. sıraselviler'de hastanenin karşısında, tapınağın yanındaki küçük sokaktaymış, kolayca bulurmuşum. kolayca bulduysam da bulduğum bayan kişi pek iplemedi beni :

    – iyi günler. ben fethi naci kalpakçıoğlu'nu arıyorum. ismail naci diye geçiyor olabilir. kendisi yazardır. telefon numarasına da ulaşamadım. yardımcı olabilir misiniz?
    – cihangir'de öyle biri oturmuyor. balkan naci islimyeli var.
    – o da değerli bir sanatçımızdır ama ben fethi naci'yi arıyorum.
    – ben bilmiyorum. 118'e sorun.
    – olur, görürsem selamınızı da söylerim.

    bayan yedek-muhtardan daha fazlası çıkamayınca oradan uzaklaşıp düşünmeye başladım, başka kime sorabilirim? evet, neden olmasın, eski kitapçılara sorabilirim. sıraselviler'den taksim'e giderken ara sokaklardan birinde gördüğüm ilk kitapçıya daldım. kitaplara bir iki bakındıktan sonra dönüp satıcıya açtım konuyu : iki kez uğramış oraya fethi naci, cihangir'de oturduğu doğruymuş ama evini de telefonunu da bilmiyormuş ilgili satıcı. peki dedim çıktım tükandan. fıransız kültür'ün önünde simge'yle buluşacaktık, oraya doğru yollandım.

    simge'yle buluşup sağda solda, orada burada biraz dolandıktan, fethi naci'yi iki üç eski kitapçıya daha sorduktan sonra elimizdeki tek bilgi adam yayınları'nın telefon numarasıydı; yeni bir bilgi sayılmaz. üstelik yayınevlerini aramayı son seçenek olarak düşünüyordum. dönüş yolumuzda, gene o ara sokaklardan bu kez sıraselviler'e inerken, "hadi bir de şuna soralım," diyerek oradaki başka bir eski kitapçıya giriverdi simge, ben de arkadan sallanarak izledim onu. yanlarına ulaştığımda satıcıyla konuşmaya dalmışlardı bile. yarım kulak dinliyordum onları : "cihangir ilkokulu'nun küçük kapısından...", "merdivenler", "soldan bilmem kaçıncı ev" gibi sözler çalınıyordu kulağıma. bir de fethi naci'nin hasta olduğu, kimseyle görüşmediği... kapı numarasını, telefonunu neyin onlar da bilmiyor. teşekkür edip ayrıldık oradan. eve gecikiyorduk, yarın bakarız diyerek erteledik araştırmamızı.

    ertesi gün, 22 şubat 2006 çarşamba... arayıp buluyoruz cihangir ilkokulu'nu. üst sokakta küçük bir kapısı, yanından inen merdivenlerin sonundaki alt sokaktaysa daha büyücek ikinci bir kapısı var okulun, oraya doğru gidiyoruz. yürürken bir yandan da apartıman kapılarındaki zillere bakıyoruz fethi naci'nin adı yazıyor mudur üzerlerinde diye. bu arada, "kime bakmıştınız?" diyenlere durumu anlatıyoruz, bilen çıkmıyor. mahalle bakkalına soruyoruz, boşuna. simge bir ara "okulun küçük kapısından dönünce..." ayrıntısını anımsayınca gerisingeri üst sokağa çıkıyoruz. yavaş yavaş yürümeye başlıyoruz sokaktan içeri. soldaki apartımanın kapıcısıyla konuştuyduk demin, tanımıyor. sağda okulun duvarı az ileride bitiyor. yürüyoruz. hemen sonra içerlek bir yerde kapısı olan bir apartıman daha... kapıya doğru zillere bakmak üzere ilerlerken birden görüyoruz fethi naci'yi. kapıdan çıkmış, genç birinin kolunda ağır ağır bize doğru geliyor. inanılır gibi değil. gökte ararken evininin önünde buluyoruz kendisini. buluyoruz ya, o pek kendinde değil gibi. konuşmakta güçlük çekiyor. belli ki devinimlerini de istediği gibi yönlendiremiyor. "merhaba" dedikten sonra, hiç uzatmadan intanbula geldiğimden beri orta boy bir zarf içinde cebimde taşıdığım kitabı çıkarıp kalemle birlikte veriyorum. elleri titreyerek yavaşça imzalıyor o da, hiç uzun tutmadan :

    keziban,
    fethi naci

    sunuş yok, gün yok, uzatmaya gücü yok. içim eziliyor. "kusura bakmayın, yorduk sizi," diyoruz, teşekkür edip tokalaşıyoruz. iki adım öteye çekilip küçük adımlarla uzaklaşmalarını izliyoruz arkalarından.

    durumu toparlayıp kendime gelmem biraz sürüyor. merdivenlerden yukarı çıktığımızda soluk soluğa kalıyorum, üzüntüme yoldaş bir cıgara yakıp simge'yi öpüyorum. susam sokağı'ndan cihangir caddesi'ne doğru ilerlerken "yaşamak güzel şey be kardeşim," demek hiç içimden gelmiyor.
hesabın var mı? giriş yap