• kemal göktaş'ın yazdığı ve varlığından dün medya müfettişi aracılığıyla haberdar olduğum, acilen okumak istediğim kitaptır. idefixde tükenmiş durumda, çok ilginç. istanbul 2. asliye ceza mahkemesi kitapla ilgili olarak 5 yıl hapis istemiyle yargılamaya başlamış yazarı. (kaynak)

    "bu kitapta; kurtlar sofrasını, bir insanın nasıl adım adım linç edilmeye çalışıldığını, gerçeklerin ters yüz edilerek kamuoyunun nasıl yalan bilgilerle etkilenmeye çalışıldığını, kalemleriyle ırkçılık yapanları, ayrımcılık dolu yazıları, sokakların nasıl hareketlendirildiğini, 'yukarıdan' gelen emrin aşağılarda nasıl uygulandığını göreceksiniz."
    -rakel dink-
    (idefixden alıntıdır, tanıtım sayfası burada)

    okuyan varsa düşüncelerini merak ediyorum...
  • utanç tablosudur. ardından en güzel cümleyi yavuz bingöl kurmuştur; '' ben şimdi nasıl bakacağım arkadaşlarımın yüzüne?'' diye. evet benim de arkadaşım var, nasıl bakıyorum yüzüne? bu ne utanmazlık demiyor muyum içimden kendi kendime? diyorum elbet. nasıl da benimsemişler oysa bizi, bizden iyi biliyorlar türkülerimizi, bizden iyi halay çekiyorlar, sokakta yürürken ''ula yakmasınlar bizi senin yüzünden'' diye takılıyoruz kardeş gibi dostlara, kırılmıyorlar, gülüyorlar utandırmamak için bizi. oysa utandırıyorlar bizi * * * kişisel sorumluluk taşımadığımız eylemlerden dolayı. ya da sorumluluklarımızı yerine getirmekten çoktan vazgeçtik diye işleyebiliyorlar bu tür cinayetleri. ne ilk ne son şüphesiz ama seslenelim bizi utanca boğan insan müsveddelerine, yeter diyelim, ''kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, komşularımızın yüzüne insanca bakacak yüz bırakın''.
  • aklıma dink'ten önce kaybettiklerimizi, dink'i ve ileride kaybedeceğimizden hiç şüphem olmayan düşünürleri getirip içimi acıya boğan olaydır. 19 ocak'ta ne oldu yazan facebook profil fotoğrafları, agos gazetesi önünde yapılan toplaşmalar, rakel dink'in dört yıl evvel yaptığı yürek burkucu gerçekçi samimi konuşma, ellerimizde tutulan pankartlar, rakel dink'in bu yılki sessiz çiçek bırakırken yüzündeki acı, yazarlarımızın köşe yazıları hiç biri yurdumu bağımsız yargıya sevk edemiyor.dolayısıyla bu cinayet de ülkemde hiç bir şeyin değişmesine vesile olamamıştır.
  • aydınlatılması, arkasındaki düşüncenin çözülmesi gereken cinayet.
    bu cinayetin ardındaki, doğu probleminin de, akp travmasının da ardındaki düşüncedir.

    bu virütik bir fikrin kıydığı bir canın anlatımıdır. bu virüs toplumun bir çok bağışıklık sisteminden yoksun* kesimine bulaşmıştır. isteyin istemeyin bu virüse ilaç insan sevgisidir. teşhis şanslarından biri de, bu cinayetin ardındaki enfeksiyonun çözülmesidir.

    yoksa eksik ilaç kullanımından bitap düşmüş hasta adam, ölecektir.
  • işyerinde kah kah kahkahalarıyla ortalığı çınlatan etli butlu mimar kadının dersimli olduğunu öğrenmiştin. nüfus kağıdında istanbul yazmaktaydı halbuki. anlatır ki, dersim faciasında anneannesinin ailesi ölmüştür. 4 yaşında kız bomboş sokaklarda ağlayarak geziyordur. anne yok baba yok. bir subay bu kapkara yeşil gözlü kızı görür. karargaha gider, geri gelir. kızı alıp istanbul'a götürüp evlat edinirler. istanbullu olmanın yolu hep gecekonduları dolduran göçlerle ya da paşa dedelerle olmuyor. ha, yaz geldiğinde omuzundaki k. atatürk imzasından dövmesini antalya'da yaptırdığını anlattı.

    ortaokulda biri vardı. bir kızcağıza abayı yakmıştı. cebinde iki tane 250 cl. kola parasını üç ay taşırdı. her ne demekse arkadaşlık teklif etmek istiyordu. bunu coca cola eşliğinde yapmayı planlamaktaydı, çünkü dizinin tekinde muhtemelen cosby ailesinden filan bunu böyle görmüştü. bir gün baktın sana kola ısmarlamış. 'ne oldu lan?' diye sorduğunda 'sorma birader kız süryaniymiş, dedi. olmadı o iş'. kız din kültürü derslerinde cık-cık acı çekiyor gibi otururmuş diye anlatırlardı. bir gün sınıftan biri, hz. isa allah değildi, demiş. kız ağlayıp sınıftan çıkmış. iki ay sona hepten ortadan yok olmuştu kız. ailesiyle avustralya'ya göç etmişti. sen de bir iki sefer görmüştün onu. hakkaten olm bu kız homoları bile kendine aşık eder lan. demiştin. millet gülmüştü, boş arsaya japon kale maç yapmaya giderken.

    askere gittin. elazığlı biri vardı. tugayın içinde terör, pkk, şehit lafları geçtiğinde en okkalı küfürleri o eder. her toplu küfür sekansından sonra ben kürdüm ama kendimi türk gibi hissediyorum, derdi.

    yıldo, ordulu fındıkçı, laz müteahhit, galatasaraylı kodaman futbol yöneticisi, kahve müdavimi muşlu göçmen taklidi yapan bir arkadaşın vardı. komik tipti, çok değil ama olsun. bazen işin ortasında bir şener şen taklidi yapar. gülmekten karnın patlardı. sonuçta güldürüyordu ve kafa herifti lan şu çocuk. bir gün hrant dink mahkemesi sonrası bir yürüyüş tertiplendi. işyerinde komiklik yaparak etrafını eğlendiren vatandaş, 'bu bir komploydu onu anladık da, bunlar niye hepimiz ermeniyiz, diyor anlamıyorum,' dedi, zaten onlar rahat durmuyordu, rahat dursalar hiçbir şey olmazdı.

    kiralamak için bir ev dolaştın. boş evdeki kolonun üstünde bir haç şeklinin etrafında boya rengi koyuydu. bir haç asılıymış herhalde diye düşünmüştün. gözün takılmış olacak ki seni gezdiren herifin de gözü kolona takıldı. ertesi gün nişanlına evi göstermeye gittiğinde kolonu cırtlak bir renge boyayan birini gördün. 'abi, dedi. usta rengi bulamadı elde bu renk varmış, kolondaki izi yok ediyom.'

    edebiyattan anlayan bir ihtiyar uzun uzun konuşurdu sahilde, özellikle türk edebiyatı tarihinde amca aşmıştı. bu hamam gibi sıcak tatil yerinde de iyi gitmekteydi bu sait faik, orhan kemal muhabbetleri. bir gün yahya kemal bahsi açtığında, istanbul işgali, mütareke yıllarında tüm gayri müslimlerin yunan bayrakları açıp düğün dernek düzenlediklerini söyledi. öyle bir kaptırdı ki yahya kemal arada kaynadı. antremanlı olduğu bölgede hücum ortasahaya geçti, camp nou'daki messi oldu, konu istanbul'un, izmir'in gayrimüslimlerinde saplandı. artık kısa adı ink. trh. olan derslerin tekrarını dinlemekten mi, çok sıcak olduğundan mı, içtiğin meyve suyunun bozuk olmasından mı, başın döndü.

    bunamış ihtiyar ninesinin küçük çaplı bir kafa şişirme tehdidi oluşturduğu sınıf arkadaşının evinde bilgisayar oynarken acıktığını söylediler, akşam oldu, acıktınız, diye. bırakıp yemeğe gittiniz mutfağa, nine yakaladı sizi. kars'tan bahsetti, ermenilerle savaşı anlattı. hep zaten bunu yapardı. yakılmasın diye döşek yığınlarının içine saklanan kuranlar ve kılıçtan geçirilen ermeniler, müslüman kürtler, kırmızı renge dönmüş nehir, aras. arkadaşın işaret parmağını alnı hizasında çevirip gülmüştü.

    iş çıkışı, kulaklığını taktın, telefonun şarjı bitti. iki kız hrant dink'ten bahsediyordu. kimseyi dinlemek istemiyordun, ama duydun. biri, ablasının iş yerindeki rum kızın istanbul'un asıl yerlilerinden bir rum olduğunu söylediğini anlatıyordu. kendilerini istanbul'un asıl yerlileri olarak addetmelerine aynı anda cık cık dediler.

    türkiye'deki folklorik sporlarla ilgili elimizdeki parçalar bunlar. burada haklılık, haksızlıkla ilgili bir şey yok. geçerlilik ya da geçersizlik diye bir durum arayan da yok. hiçbir vaaz cemaatsiz verlmez. durum onu gösteriyor ki türkiye'de yaşayan insanlar daha yaşadığı yerin nüfus çeşitliliğini bile içine sindirememiş. inşaatta aynı yevmiyeye çalışan, aynı dine mensup türk ile kürt bile daha hala aynı koğuşta yatmamak için bin dereden su getiriyor. büyük bir çoğunluğun sessiz kalmasının tek nedeni geçim derdi, ekmek kavgası, hayat mücadelesi dediği şey. evet ama, konuştuklarında da söyleyecekleri şey zaten ezelden beri bildiğimiz şeyler olacak. ittihat ve terakki'nin, istiklal mahkemelerinin, genç osmanlıların, jön türklerin, büyük doğu'nun, serdengeçti'nin bitmek bilmeyen propaganda yolcuğu acaba nereye kadar sürecek, izleyip göreceğiz.

    edit: imla, hay bu klavyeye...
  • "19 ocak 2007’de hrant dink öldürüldü. abd büyükelçisi ross wilson, eski bir amerikan mafya geleneğini tekrarlıyor, kurbanının cenazesine en ön safta katılıyordu.
    plan “okyanus ötesi”ndeki yeni kontrgerilla merkezinde cia gözetiminde yapılmış, trabzon’daki bbp çevresi tetikçi kaynağı olarak kullanılmış, “cemaat” kadroları süreçte aktif yer almış ve iş tetiğe basmaya kalmıştı.
    hemen arkasından “ergenekon” müsameresi başladı… 2007 mart’ında, bugünkü taraf’ın işlevini yerine getirsin diye yeniden dizayn edilen nokta dergisi’nde “sarıkız” gibi “darbe planları”na dair haberler çıktı. nisan boyunca tartışmalar sürdü, tsk celallendi, nihayet 4 mayıs 2007’de tayyip erdoğan, dönemin genelkurmay başkanı yaşar büyükanıt’ı dolmabahçe’de hizaya çekti.
    malum, yurt’ta yayınlanan “dolmabahçe şantajı” iddiaları yenilir yutulur gibi değildi. yine de görüşme hakkında tek bir açıklama bile yapılmadı, tayyip erdoğan konuşulanların kendisiyle birlikte “mezara gideceğini” söyledi…

    o yaz “ergenekon” operasyonu başladı. önce kontrgerilla artıkları, mafyacılar, kumarcılar falan derken, operasyon “ulusalcı! tabir edilen, abd’ye mesafeli durulmasını, hatta rusya ve çin’le yakınlığı savunan kesimlere kadar genişledi. dolandırıcılıktan aranan, fethullahçı örgütlenmeyle ilişkili, sonradan hem “haham” hem de eşcinsel kimliklerini bir arada kullanan tuncay güney diye bir şahıs çıktı, kanada’dan konuştu ve bir sürü insan tutuklandı. bütün bu süreci emniyet ve yargı içindeki
    “cemaat” örgütlenmesinin abd –dolayısıyla cia- üzerinden yürüttüğü iddiaları giderek daha fazla yaygınlaştı ve bu iddia sahiplerinin tamamı birtakım örgüt operasyonlarına dâhil edilerek tutuklandı…

    aynı dönem, medyaya yapılan büyük operasyonun da başlangıcıdır. nisan 2007’de sabah- atv grubuna tmsf el koydu, bizzat cumhurbaşkanı abdullah gül ve tayyip erdoğan’ın kredi ricaları ile finansman sağlandı ve bu medya grubu, başbakan’la ilişkisi malum çalık holding’e devredildi. taraf, kasım 2007’de bir “operasyon gazetesi” olarak yayın hayatına başladı. içine “cemaat”in “polis muhabir”leri yerleştirildi, üretilmiş belgeler akmaya başladı… irili ufaklı gazete ve televizyonlar hızla iktidarın emrine sokulurken, tüm medya patronları ya seve seve ya da aydın doğan’ın durumunda olduğu gibi ağır faturalar kesilerek hizaya çekildi.

    işte “operasyon”un başladığı 2007 senesinden bu yana geçen beş yıl içinde, “ana akım” diye tabir edilen medya, bugün kendini pekiştirmeye çalışan “ilımlı islam” diktatörlüğünün payandası haline böyle geldi…

    konu sadece türkiye’deki zeminin düzlenmesi değildi; abd, “genişletilmiş ortadoğu” hedeflerini artık “parmakla çağırabildiği” türkiye üzerinden gerçekleştirmeyi planlıyordu. ve kritik bir eşiğe gelindi… ordu içindeki aykırı seslerin bastırıldığı, medyanın terbiye edildiği, siyasetin bütünüyle abd dümen suyuna sokulduğu bir ortamda, suriye operasyonu da başlayabilirdi. arkasından ver elini iran!.. yeniden dizayn edilmiş “ana akım” medyada bugün suriye hakkında ne haber çıkıyorsa,
    biliniz ki abd-akp ortak operasyonunun “psikolojik hazırlığı”dır. inanmayın… siyasilerin “insani nutuk” görünümlü savaş naralarına itibar etmeyin… hiçbir şey “okyanus ötesi”ndeki karanlık ofislerde planlandığı gibi yürümez… ortalık bir anda kan gölüne döner ve hepimiz o kanda boğuluruz…

    unutmayın, yanı başımızda, irak’ta ölen 1,5 milyon insan, bulutların üzerinden milletimizin ne kadar haysiyetli davranacağını izlemektedir"

    http://www.yurtgazetesi.com.tr/…-suriye-savasi.html
  • "...yargıtay cumhuriyet başsavcılığı, hrant dink cinayetini önceden bildikleri halde gereken önlemi almayan ve cinayetten sonra, 6 ay önce aldıkları bilgileri yeni öğrenmiş gibi evrak düzenleyen dönemin il jandarma alay komutanı ali öz'ün de aralarında olduğu 6 jandarma görevlisi hakkında 8 yıla kadar hapis cezası verilmesini istedi. başsavcılığın sahte olduğunu belirttiği belgelerde, tetikçi ogün samast yakalanmadan önce düzenlenmesine rağmen cinayette ardeşen yapımı tabancanın kullanıldığı belirtiliyordu. başsavcılık, dink ailesinin sanıkların "ihmal suretiyle kasten öldürme" suçundan yargılanmaları gerektiğini görüşünü ise yerinde bulmadı."

    http://kemal-goktas.blogspot.com/
  • "dink cinayeti diğer operasyonlar için bir fünye görevi görecekti. bu fünyeye bağlı patlayıcılar ise ergenekon, balyoz, oda tv, fuhuş ve casusluk, amirallere suikast, şike ve 28 şubat gibi operasyonlardır.”

    sabri uzun
hesabın var mı? giriş yap