• hayalde mükemmel olarak canlandırmak.
  • ideal güzelliğe erişmenin ötesinde örneğin resim yaparken bir figürü zihindeki tasavvuruna yaklaştırma çabası, bunu yaparken doğaya öykünmekten kaçınmak olarak da kullanılır. yani, figürün zihindeki izdüşümü çarpıksa, böyle çarpık biçimde resmetmeye çalışmaya da idealize etmek denebilmektedir.. doğruluğu tartışılır. allah akıl fikir versin
  • ajda pekkan'i düsünürken içinde sik sik yaptigim sey.
  • insan, kendisine ait olduğunu hissettiği ve kendisini ait hissettiği şeyi idealize eder.

    o halde idealize etmek de mutlak bir teslimiyetin nihai, legal sonucudur. archetypus diye bir kavram var, özellikle de jung'da çok geçer, platon'un sisteminde ve yine latincede idea'nın karşılığı olarak geçer; "ilk tip, prototip, model" anlamlarını verir (örn. bakınız seneca, epistulae 58 vd). bu isimden de "prototipe ait, modele ait, ideale ait" anlamlarındaki idealis sıfatı türer. idealize etme eyleminin (it. idealizzare, alm. idealisieren, por. idealizar, isp. idealizar, fr. idéaliser, hır. idealizirati, dan. idealiserer, dutch. idealiseren, let. idealizet, lit. idealizuoti, nor. idealisere, pol. idealizujacych, rom. idealiza, isv. idealisera) kökünde işte bu iki kelime vardır: idea ve idealis.

    insan kendini neden kendisi dışında bir şeyi idealize etmeye kalkışsın ki? bu mümkün değil, bunun sonucu olarak insanın her idealize etme yani kafasındaki prototipe, ideale yaklaştırma çabası mümkün mertebede buna duyduğu ihtiyaçla anlamlandırılabilir. aynı ihtiyacı archetypus kelimesinin kökünde bulunan yunanca arkhe'nin yani tözün araştırılmasında da görebiliyorum. evrenin merkezinde ateşin olduğunu zanneden, bunu böyle görmek isteyen pythagorasçıların arkhe ihtiyacı giderilmiş oluyor; bu giderim, thales'te suyla, anaksimenes'te havayla, (arkhe terimini ilk kullanan) anaksimandros'ta ise apeiron'la gerçekleşmiştir. düşüncedeki şeyi öze yaklaştırma çabası, o şeyle ilgili bütünlüğümüzün de anlamını verir kanısındayım. neden bütünleşmek istiyoruz? alelade bir pythagorasçı neden evrenin merkezinde ateşi görmek istiyor? veya daha sonra aristoteles'in izinden gidenlerin sıklıkla söylediği gibi ateşin sürekli yukarı doğru hareket eden doğası gereğince, evrenin merkezinde ateş yer alamaz, diye düşünülmesinde temel erek nedir? neye erişmeye çalışıyoruz? auguste comte, bir yazısında "güneşin nerede olduğunu aramanın, insan bilimlerine / sosyolojiye hiçbir katkısı yok" diyordu (daha sonra h. poincare, bu ifadeden hareketle onun canına okumuştur bir eserinde) onun kendisini / kendisine ait olarak görmediği şey neydi? ya da tam tersini düşünün, tüm hayatını asla fiziksel temas halinde olamayacağı göksel cisimleri çözmeye adamış insanlar en azından matematikle ideal olana sarıldıkça, aslında ne olup bitiyordu?

    tek bir cevap bulmak güç, ama bana kalırsa idealize ettiğimiz; archetypus'a yaklaştırma gayesini güttüğümüz her şey aynadaki suretimiz gibi bize ait olabilir. sevdiğimiz şeye "sen bana aitsin" dememizin bununla alakalı olduğunu sanıyorum. meğerse entirinin giriş cümlesiyle entiri bitmiş, haberim yok.
  • bir erkek için yapıyorsam aşık olmayı peşine takan eylem. ilginç olan idealize ettiğimi, herkesi idealize edebileceğimi, aslında ideasına aşıkken dış dünyada bulabileceğim ortalama bir erkeğin idealizasyonla o zamanki talihliden farkı olmayacığını zamanında fark edememem belki de fark etmek istememem. bir erkeğin idealizasyonunu tamamladıktan sonra diğerlerini idealize etmeyi sadakatsizlik olarak mı görüyorum, artık neyse?
  • emmarenin veya tabiat ve madde seviyesine düşmüş bilincin en ağır hastalıklarından biri de hayal, fantazi ve idealize etme iptilasıdır.

    pek çokları bu hastalık yüzünden neredeyse her şeyden mahrum oldular.

    müslüman ol dersin; ama dinciler şöyle böyle der reddeder...çünkü hayalinde idealize ettiği masal kahramanı gibi bir müslüman tipolojisi vardır. reel hayatta öyle bir müslüman göremeyince kesip atar ve toptan reddetme yoluna gider.

    tasavvuf anlatırsın, senin eksik gediklerine, kusurlarına odaklanır; kırk tane kulp takıp uzaklaşır.

    halbuki hayat böyledir. her yerde her zaman hak ve bâtıl iç içe ve karışıktır. saf iyi, saf güzel, tam doğru, kusursuz insan yoktur. onu masallar alemi haricinde bulmanız mümkün değildir.

    başarılı olanlar kıra döke başarılı oldular...ilk yaptıkları bozuktu...gittikçe daha az bozuk yapmayı öğrendiler. kusursuzluğa ulaşamadılar ama idare eder seviyeye ulaştılar. bu da yeterli oldu.

    karanlık kutup tarafından ele geçirilmiş ve ağır bilinç çarpıklığı içine düşmüşler ise bir hayal ve fantazi uğruna gözlerinin önündekini reddettiler. zaten mahrumdular; mahrum olarak da gidecekler.

    halbuki kural çok basittir: eğer sen bilinç konusunda ilkokul üç öğrencisi isen, ilkokul beş öğrencisinin bile sana verebileceği çok şey vardır.

    herkes bilinç olarak kendinden yüksek olanın öğrencisi, kendinden düşük olanın ise hocasıdır. bu kadarcık basit bir gerçeği bile, "ama bu profesör değil" diye reddedersen, bulunduğun bilinç seviyesinde çakılıp kalırsın. kendine yazık edersin.

    bu devirde bilinç okulunun profesör seviyesindeki hocaları mevcut mudur?

    eğer öyle ustalar varsa bile, seni niçin kabul etsinler ki? öyle bir ustanın ilkokul çocuğunu öğrenci olarak kabul etmesi hiç akıl kârı bir iş olur mu?
  • mutsuzluk değerli hissetmek için kötü bir patika yaratıyor, yetersizlik ve utanç hislerinden kaçınmak için bir şeyleri idealize etmek kaçınılmaz hale geliyor. bir tür büyüklenme ve kibirle utancı bastırmak hemen ardından hayranlık uyandıran şeylere ulaşma takıntısını geliştiriyor. idealize edişin kendisine arzu demekse çocukça. çünkü idealize etmek kendin için büyütmek ve onu "hak edilebilir hale getirmek" için yaptığımız bir şey. biraz üzücü. bu bir takıntı ve bastırıldığı anda değerini kaybedişi kibir sahibinin suçu değil, insan doğası... yol yordam öğrenmek gerek kendin için arzulamak adına. önce kendini mutlu edebilmeli ki arzular yeşillensin. idealize etmeye gerek kalmadan bazı hislere ihtiyaç duyulsun. ulaşıldığında da onları kendimize katabilelim. yoksa her ulaştığımız şey bize hayal kırıklığı olarak geri dönüyor.
  • kendine hak görebileceklerini bir grafikle gösterirken grafikteki çizginin üstüne binip bunu bir yolculuk haline getirmek.
  • ''“estetik bir gözle bakılan” (armutlu, 2020:131) ve “mücerret bir güzelliğe” (pala, 2015:37) dönüştürülen sevgili idealize edildiği için yer yer yaratıcı veya yaratıcıya yakınlaştırılmış bir tip olarak tasavvur edilir. nitekim mecnûn, leylâ'da mevlâ'yı gördüğü için baktığı her yer leylâ'ya kalbetmiştir*.''

    dergipark
    âşık-sevgili tasvirlerine ilişkin karşıtlıkların gazellerdeki yansımaları
hesabın var mı? giriş yap