*

  • türkiye'nin ilk ve en büyük ırkçılık davası. 7 eylül 1944 – 29 mart 1945 tarihleri arasında toplam 65 oturum süren davada aralarında nihal atsız ve alparslan türkeş gibi ünlü turancıların da bulunduğu 23 sanık yargılanmıştır.

    ilk olarak davanın seyrine bakmadan önce toplumda turancılık akımlarının yükselişe geçtiği döneme bir göz atmak gerekir.

    ikinci dünya savaşı'nın başlangıç yıllarında almanya ve italya'nın başını çektiği milliyetçi blok avrupa'da hızla ilerlemekteyken türkiye savaşa girip girmemek konusunda kararsız görünmekte ve iki taraftan gelen baskılara direnmektedir. bu günlerde turancılar savaşa almanya yanında girerek kafkasya'daki türklerle birleşmenin doğru olduğuna inanmaktaydılar. bunu gören ve durumdan faydalanmak isteyen alman hükümeti de bu konuda turancılara destek vermekteydi.

    almanya'nın o dönemki ankara büyükelçisi von papen turancı çevrelerle görüşerek orta asya türk cumhuriyetleri hakkında bilgi toplamakta ve destek aramaktaydı. özellikle 1942 yılında almanya sovyetler'e ilerlemekteyken büyükelçi ismet inönü ile de görüşmüş, ancak tarafsız kalmaya kararlı inönü'den beklediği desteği bulamamıştır. ancak inönü alman desteğiyle süren turancı akımların pek fazla üzerine giderek almanya'nın tepkisini çekmek de istememiştir.

    ta ki ruslar alman kuşatmasını kırarak avrupa'ya ilerlemeye başlayıncaya kadar...

    bu süreçte işler tersine dönmüş, rusya ve komünizm yanlısı akımlarda bir hareketlilik görülmeye başlamıştır.

    işte bu günlerde toplumda ırkçılık ve turancılık davası olarak bilinen davanın ortaya çıkmasına neden olan ilk gelişmeler filiz vermiştir. 1944 yılının mart ayında nihal atsız orkun dergisinde başbakan şükrü saraçoğlu'na açık bir mektup yazmıştır. mektupta rus yanlılarının devletin çeşitli kademelerinde, özellikle milli eğitim bakanlığı bünyesinde yuvalandıklarını söylemiş ve dönemin milli eğitim bakanı hasan ali yücel'i hedef göstermiştir. atsız bununla da yetinmeyerek rus destekçisi olarak gördüğü sabahattin ali'ye vatan haini yakıştırmasında bulunmuştur.

    bu gelişmeler üzerine siyasi ortam hareketlenmeye başlar. sabahattin ali, nihal atsız aleyhine tazminat davası açar ve atsız'ın orkun dergisi 1 nisan'da kapatılır. 9 nisan 1944 günü ankara'da görülen tazminat davası başlar. mahkeme salonuna gelen turancı gençler sabahattin ali ve hasan ali yücel aleyhine sloganlar atarak taşkınlık yapınca duruşma 3 mayıs'a ertelenir.

    işte o günden sonra türkçülük günü olarak kutlanacak olan 3 mayıs 1944'de nihal atsız'ın ankara'ya gelişi üzerine turancı gençler ulus'ta toplanarak başbakan şükrü saraçoğlu ile görüşmek için yürümeye başlarlar. polisin eylemcilere müdahalesi sert olur ve eylemcilerden bazıları tutuklanır, ayrıca atsız söz konusu davadan 4 ay hapse mahkum olur.

    geçen süre zarfında ismet inönü olaylar hakkında fazla yorum yapmayınca, milli şef 19 mayıs şerefine turancı gençlere af çıkaracak dedikoduları yayılır. ancak inönü 19 mayıs konuşmasında ırkçılık ve turancılık davasının başladığını şu sözleriyle beyan eder.

    "türk milliyetçisiyiz fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız. turancılık fikri yine soz zamanların hastalıklı ve zararlı gösterisidir. bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için, elbette cumhuriyet'in bütün tedbirlerini kullanacağız.

    fesatçılar, genç çocukları ve saf vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır...

    vatandaşlarım! emin olabilirsiniz ki, vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kudretle müdafaa edeceğiz.... "

    böylece dava süreci fiilen başlamış olur polis ve mah operasyon başlatır, çok sayıda turancı göz altına alınır. aralarında o dönemde piyade üsteğmen olan alparslan türkeş'in de bulunduğu tutuklular ünlü sansaryan han'a götürülürler. aralarında ordu mensuplarının da bulunduğu mahkumlar o dönemden sonra tabutluk adı verilecek olan hücrelerde tutulurlar ve pek de iyi muamelelere maruz kalmazlar. tabutluklar hakkında tırnak çekmeye varan işkencelerin yapıldığı söylenir.

    7 eylül 1945'de başlayan mahkeme tutukluların bu iddiaları dile getirmesi sonucu davanın savcılarından kazım alöç şu çarpıcı beyanla işkence iddialarına açıklık getirir:

    "biz bunları huzurunuza vatan hainleri olarak getirdik, pera palas’ta yatıracak değildik herhalde. elbette onlara her nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır. "

    "gizli teşkilkat kurarak kurulu düzeni yıkmaya teşebbüs" suçundan 7 eylül 1944'de istanbul 1 no’lu örfi idare mahkemesi'nde yargılanmaya başlayan sanıklar muhtelif cezalar alırlar. olayları ateşlemekle suçlanan nihal atsız 6,5 yıl hapse mahkum olur ve mahkumiyet kararı ile ilgili olarak "turan için mahkumiyet benim için şereftir" beyanında bulunur. keza türkeş de 9 ay 10 gün hapse mahkum olur, ancak askeri mahkeme'nin temyizi ile fazla tutuklu kalmaz.

    tutuklama sürecinde turancılar dönemin hükümetini almanlara karşı üstünlük kuran ruslara türkçüleri feda ederek bir siyasî rüşvet vermekle suçlarlar.

    falih rıfkı atay ise 3 mayıs olaylarından sonra, ulus gazetesinde "türkiye'yi içinden dağıtıp tahrik etmek için gökten bir bela ısmarlansa, ırkçılıktan beteri türkiye'ye inemez" diye yazar.

    türk tarihinin en ünlü ırkçılık davasının mahkumiyet kararının 60. yıl dönümünü geçtiğimiz haftalarda geride bırakırken, toplumda hortlayan aşırı milliyetçilik dalgası ile bugünlerde daha çok adından söz ettirecek sanırım. bu da ilginç bir tesadüf olsa gerek. sanırım uktedan arkadaş da bu nedenle ukte vermiş, hatırlattığı için kendisine de teşekkürü borç biliriz.
  • 7 eylül 1944’de 23 ırkçı hakkında “hükümeti devirmek için gürem adlı gizli bir örgüt kurmak” suçlamasıyla açılan dava. hikâyesi türkiye'nin milli şef döneminde nasıl yönetildiğini pek güzel tasvir eder. hikâye özetle şöyledir:

    nihal atsız, 1 mart ve 16 nisan 1944 tarihli orhun gazetelerinde “türkçü” başbakan sükrü saraçoğlu’na türkçü bakanı göreve davet iki açık mektup yazar. bunlardan ikincisinde ankara devlet konservatuvarı hocalarından sabahattin ali, dil tarih coğrafya fakültesi folklor hocası pertev naili borotav ve istanbul üniversitesi pedagoji enstitüsü öğretim üyesi prof. sadrettin celal antel’i vatan haini komünistler olarak ilan ettikten sonra maarif bakanlığı’nı da olan bitene göz yummakla suçlayınca hükümetin tepkisi sert olur. atsız robert kolej’deki görevinden atılır. orhun gazetesi kapatılır. sabahattin ali’nin nihal atsız’a açtığı hakaret davası 9 mayıs 1944’de sonuçlanır ve atsız sabahattin ali’ye hakaretten suçlu bulunarak dört ay hapis ve 66 lira para cezasına çarptırılır.

    nihal atsız’ın cezaevine konulmak üzere tutuklanmasının ardından reha oğuz türkkan (bkz: reha oguz turkkan/#10844114) ve 45 ırkçı-turancı daha tutuklanır. 7 eylül 1944’de 23 kişi hakkında “hükümeti devirmek için gizli gürem adlı gizli bir örgüt kurmak” suçlamasıyla dava açılır. hakkındaki suçlamaları duyunca “bunlar, yıllarca, atatürk tarafından bizzat tayin ve tavzif edilen mahmut esat bozkurt tarafından devletin üniversitelerinde, inkılap tarihi kürsüsünden söylenmiştir. on binlerce genç ve içlerinde de ben, bu sözleri duyduk. bu telkinler altında kaldık. atatürkçülüğün, kemalizmin bu olduğuna inandık. imtihanlarda ancak bu surette cevap vererek sınıf geçebildik. bu dersler, bilahare devlet tarafından yayınlanmıştır. aynı sözler, aynı profesör tarafından, siyasal bilgiler okulunda; teşkilat-ı esasiye kürsüsünden de söylenmiştir. anayasamızın manası bize böyle anlatılmıştı” diye şaşkınlığını anlatan türkkan ve 10 arkadaşı 66 oturumdan sonra 29 mart 1945’te 11 ay ila 10 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına ve 13 ay 15 günden 4 yıla kadar sürgün cezalarına çarptırılırlar. zeki velidi togan “hükümeti devirmek” ten suçlu bulunan tek kişidir. reha oğuz türkkan, gizli örgüt kurmaktan, nihal atsız, 3 mayıs mitinginden dolayı suçlu bulunmuştur. ileriki yıllarda hareketin önderliğini alacak olan alparslan türkeş ise davada 9 ay 10 gün cezası alır.

    savaşı kazanan sovyetler birliği ile türkiye’nin arasının bozulması üzerine, pan türkistlere karşı tutum bir kez daha yön değiştirir. davanın temyizi üzerine, 25 ekim 1945’te turancılar davası sanıklarının yeniden yargılanmasına karar verilir. 26 ağustos 1946’da başlayan ikinci yargılama ilk davanın tersine basında pek yer bulmaz. 31 mart 1946’da mahkeme, sanıklar aleyhine yapılan suçlamaların kanıtlanamadığını, sanıkların tek yaptığının komünizm gibi gayri-milli bir ideolojiye yönelik “milli bir tavır“ olduğunu söyleyerek tutuklu sanıkların beraatlerini ister. davadan sonra abd’ye giden ve orada psikoloji tahsil eden reha oğuz türkkan 1974’te ülkeye döndükten sonra şöyle der: “bu kürt, şu arnavut diye ayırıcılık yaparsak, türk toplumu içinde erimeğe yüz tutmuş unsurların ayrılık hislerini kamçılamış olacağız, bir gün gelecek türk’ün dış düşmanları bu hisleri daha da kışkırtıp ülkemizi karıştırmaya kalkışacaklar. hem sonra, ırk ayrımı akıl ve hukuk sahasında kalmayabilir, kin de doğurur ve iş his tarafına kayınca, insanlık dışı haksızlıklara yol açabilir...bir de hissi sebepten bu uygulama düşüncemi terk ettim: tutuklama günlerimde, aramızda bulunan biri abaza, diğeri de arnavut ve kürt karışımı olan iki genç, öyle cesur ve mertçe davrandılar, türkçü hatta türk ırkçısı fikirlerine ne kadar candan sarıldıklarını öylesine ispat ettiler ki, içimde hem sevgi hem de utanma hissi uyandı. buna benzer kim bilir ne kadar “gayrı türk” dediğimiz vatandaşımız vardı. bunları itmeğe, sen bizden değilsin demeğe gönlümüz nasıl razı olabilirdi?” (tabutluktan gurbete, istanbul, 1975 s. 403-4)
  • almanya'nın mağlubiyeti kesinleştikten sonra sscb ile güven tazelemek adına açılmış bir davadır.

    nihal atsız savunmasında,
    davadan sadece iki sene evvel tbmm kürsüsünde " biz türküz ve tükçüyüz ve daima türkçü kalacağız " diyen başbakan şükrü saraçoğlu,
    yabancı düşmanlığı, komünizm karşıtlığı konusunda eline su fökülemeyecek chpli recep peker,
    1927’de türk ocağı delegelerine hitaben; “türklere ve türkçülüğe muhalefet eden anasırı kesip atacağız. vatana hizmet edeceklerde arayacağımız vasıf, her şeyden evvel o adamın türk ve türkçü olmasıdır.” diyen ismet inönü
    ve kimi devlet okullarında okutulan ders kitaplarını örnek olarak göstererek,
    isa'dan bir iktibasla şöyle diyecektir;

    "hanginiz masumsa, ilk taşı o atsın!"
  • devletin şizofrenik halini anlatan en güzel örneklerden biridir.
  • bu davada tutuklanan 23 kişinin evlerinde yapılan aramalarda polisler tarafından bulunan evrak arasında orhun kitabelerinden alınma yazılar turancıların gizli şifresi zannedilmiş ve dava dosyasına eklenmiş, mahkemede bu sözde delillerin gerçek mahiyeti anlaşılınca küçük çaplı bir komedi yaşanmıştır.
  • hey gidi inönü, davadan yıllar evvel ne demişti, davada ne yaptı: (bkz: #20834576)
  • insanların (edebiyat öğretmenleri, üniversite öğrencileri, tarihçiler, sosyologlar) yarım metrekarelik, 40cm genişliğinde 50 cm uzunluğunda ve 2.5m yüksekliğinde tabutluklarda tepelerinde 200 mumluk ampüllerle saçları hatta kafa derileri yanana kadar kalmasını dava sırasında dile getiren sanık avukatlarına, emirleri doğrudan milli şeften almış savcı tarafından "elbette işkence yaptık bunlar her türlü muameleye layıktır" denmiştir. daha başka ne denebilir bilmiyorum.
  • davanın sscb'ye yaranmak amacıyla açılmadığına en büyük kanıt, bu dava esnasında solcu derneklerin kapatılması ve solcu basın ve yayına da sansür uygulanmasıdır. tabi bunun amacı da "herkese, her ideolojiye karşı eşit duran devlet"tir. bu da bize o dönemden kalan "demokrasi" anlayışıdır. bu "demokrasi" ise en çok amerika ve ingiltere'ye yararlanmak amaçlıdır. savaşın bitiminden hemen sonra çok partili döneme geçilmesi de bu demokratikleşme anlayışını pekiştiren ögelerdir. tek parti döneminden çıkmak ise bana göre (bana göre olmasını ekstradan bir kez daha vurguluyorum) cumhuriyet tarihinin en demokratik hareketidir.

    savaşın galibi olan demokrasi devletlerine yakınlaşmaya yönelik diğer hamlelerin ise (çok partili dönemde yapılan hamleler de dahil) demokrasiyle alakası neredeyse hiç yoktur.
  • sadece milliyetçi ve komünist diye bloklaşılan bir dönemde, hem de bu dönemin henüz başlangıcı kabul edilebilecek bir vakadır. şimdiki 'dava' meselelerinden çok daha hakiki ve içten bir mesele gibi gelir bana. komünisti de samimidir, milliyetçisi de samimi. görüş mühim değil. şimdiki insanlardan en büyük farkıdır o dönemki insanların bu özelliği. ayrıca işin arkaplanında; ırkçılık-turancılık anlayışını sistematik anlamda ülkeye yerleştiren de 1943 döneminde nazi almanyasının türkiye büyük elçisi franz von papen ve onun kullanımıyla enver paşanın kardeşi nuri killigil. almanyanın türkiyeyi kendine yakınlaştırmak için izlediği ilginç ve kendilerince isabetli bir karardır. ama türkiyenin sonraki 70 yılınında yıkılmasının zeminini hazırlayan çalışmadır. tabii öteki taraftanda şükrü saracoğlu gibilerinin bu işin laciverti uğruna çalışmasını da göz ardı etmeyelim.
hesabın var mı? giriş yap