64 entry daha
  • tezvirat kurbanı olmuş akımdır. toplumun azımsanamayacak bir kesiminde liberteryenizmin muhafazakar sağ tandanslı, monopollerle barışık, mizojinist, homofobik, ayn rand hayranlığından ibaret bir hareket olduğuna dair bir algı vardır. aslında ayn rand'i de "bencil"den çok "benci" olarak tanımlamak daha doğru olacakken, liberteryenizmin 1-2 düşünürle tanımlanamayacak kadar geniş spektrumlu bir politik duruş olduğunu anlamakta fayda olacaktır.

    aslına bakılırsa türkiye'de liberteryenizmin ve liberal hukukun ilgi çekmemesi iki sebepten ötürü doğaldır:

    bunlardan birincisi türkiye'nin liberal hukuk devrimini batı'dan kısmen almış ve bunu yaklaşık bir asırlık bir aralıkla gerçekleştirmiş olmasıdır. öyle ki gülhane hatt-ı hümayunu 1830'lu yıllarda okunmuş iken, yapılan ikinci büyük devrim cumhuriyet döneminin başlangıcında tercümeyle vuku bulmuştur. haliyle türkiye'de hukukun felsefeyle harmoni içinde pratiğe geçmesi mümkün olmamıştır.

    ikincisi ise liberteryenizmin abd'de ve avrupa'da bile bazı ayrımların net olarak yapılmamasından ötürü kafa karışıklığı yaratan bir mefhum hâline gelmiş olmasıdır. bu kavram karmaşasının içinden çıkılamaması liberteryenizmin de diğer akımlar gibi branşlara ayrılan bir akım olduğunun anlaşılamamasına ve yüzeysel eleştirilere maruz kalmasına sebebiyet vermektedir.

    jason brennan'ın kitabında anlattığı üzere, 18-19 ve 20. yüzyıldaki liberal düşünürler klasik liberalizm alt kolunda incelenebilir. mesela iskoç aydınlanması düşünürlerinden bazılarını bu kategoriye dahil edebiliriz. iskoç aydınlanmasının (bkz: iskoç aydınlanması/@highpriestess) rasyonalizm karşıtlığı felsefeye yabancı olan bir okuyucuyu yanıltabilir, aslında burada kastedilen şey descartes ve hume'da görüldüğü gibi bir akılcılık-ampirizm çatışmasıdır ki daha sonra kant bu çatışmanın daha sağlıklı bir değerlendirmesini yapabilmiştir.

    epistemolojiyi bir kenara bırakıp konudan sapmamak gerekirse iskoç aydınlanma hareketinden david hume ve adam smith'e ek olarak, ünlü feminist mary wollstonecraft'ın, daha sonra gelen örneklerden ise kamu tercihi teorisini geliştiren buchanan, hayek ve friedman gibi ekonomist ve siyaset bilimcilerin klasik liberal olarak sınıflandırılmasında beis yoktur.

    brennan'ın aktardığı üzere klasik liberaller açık toplum savunucularıdır ve korporatif refah devleti klasik liberalizm ile çatışır. brennan'a göre ahbap-çavuş kapitalizmleri için de aynı çatışma söz konusudur çünkü bir klasik liberal için liberalizm yalnızca devletin ekonomiyi kontrol edip etmemesi ile ilgili bir sorun değildir. bir klasik liberal için, sosyal haklar ve eşitlik gibi problemler de sorun olarak görülmelidir. çünkü kuvvetler ayrılığı, adil rekabet ortamı, yargı bağımsızlığı gibi sosyal problemler aslında bir ülkenin halka yükselen refah seviyesi olarak yansıyacak "anlamlı" bir ekonomik gelişim gösterebilmesi için zaruri olan unsurlardır.

    türkiye hukuk reformu konusunda dünyaya karşı daha ikna edici olabilseydi, bugün türkiye ekonomisinde daha olumlu gelişmeler gözlenebilirdi. (bkz: sine justitia nulla libertas) toker geçenlerde bunu bir televizyon programında çok basit bir örnekle açıkladı: "cebinizde bir milyon dolarınız var. birisi sizden bin dolar borç istedi ama adam işsiz, güçsüz, avare, güvenilmez, adresi belli değil. para verir misiniz? vermezsiniz. bu kadar basit."

    klasik liberalizm, savaşa da karşı çıkar. türkiye'de klasik liberalizmin güçlü olmadığı, iç politikada hükûmete muhalefet edenlerin dış politikada hükûmeti desteklemesinden anlaşılabilir. kavmiyetçi bir toplum yapısında nasıl "aile içinde olan aile içinde kalır." gibi doktrinlerle aile içi şiddet bile meşrulaştırılıyorsa, burada da benzer bir toksik kavmiyetçi psikolojiden söz edilebilir.

    klasik liberalizmde not edilmesi gereken bir diğer önemli detay da klasik liberallerin kamusal emtialar için gerekli finansmanın devlet tarafından temin etmesi gerektiğine karşı çıkmamalarıdır. regülasyon bir seviyeye kadar kabul edilebilirdir. (yol yapımı, eğitim, savunma vs.)

    şimdi diyebilirsiniz ki "öyleyse klasik liberaller ve sosyal demokratlar aynı çizgide değil mi?"

    değil. "liberteryenizm" sözcüğüne ihtiyaç duyulmasının sebebi zaten liberalizmin zamanla anlam kaymasına uğrayıp sosyal demokratlar ile özdeşleştirilmesi. oysa klasik liberalizm güçlü bir devlet müdahalesine karşı çıkar, bu yüzden brennan klasik liberalleri liberteryenizmin öncüleri olarak tanımlar.

    minarşistler ve anarşistler katı liberteryenizmin alt grubu olarak düşünülebilir.

    monopoller problemine anarşistlerin yaklaşımı şudur: siyasi monopoller özel monopollerden daha kötüdür. devletin elinde bulundurduğu şiddet tekelinden ötürü de bu anlaşılabilir bir yorumdur lakin gece bekçisi devlet savunucuları devletin şiddet tekelini elinde bulundurmasını anarşistler kadar büyük bir tehlike olarak görmez.

    ayn rand, rothbard ve nozick katı liberteryen olarak klasifiye edilebilir.

    ayn rand'e göre insanlar kendi tercihlerini kendileri yapıyorlar ise çıkarlarına uygun davranmış sayılırlar. bu bakış açısıyla, anneler veya babalar fedakar değildir. çünkü çocuğuna bakmak annenin veya babanın kendi seçimidir, ebeveynler çocuklarını yetiştirirken aslında kendi amaçlarına hizmet etmektedir. bu yüzden bu tür eylemler diğerkâmlık olarak tanımlanamazlar. ayn rand'in altruizmi reddetmesi bu düşüncenin etrafında şekillenmiştir. altruizm, ancak zorlamayla olan eylemdir.

    bunlara ek olarak yapılması gereken bir diğer ayrım da ahlaki ve metodolojik individüalizm ayrımıdır.

    ahlaki olarak individüalizm kant'ın otonomi konseptine dayandırılır. birey özgür iradesi ile bir kurallar şeması belirleyip bu şemaya göre davranışlarını kendi kendisine kısıtlar. metodolojik individüalizmde ise birey/toplum arasındaki ilişkilerin fayda/maliyet analizleri yapılır. vergilendirme sistemi gibi konular bu bağlamda ele alınır.

    bazı düşünürler bireysel çıkarı, diğerlerinin esenliği kişinin kendisini de etkilemeyecekse kişinin başkalarının refahını önemsememesi olarak da yorumlar. yani kişi başkası için bir bedel ödeyecekse bu onun kendi refahını da yükseltmelidir. bunu şöyle düşünebiliriz: bir insan, toplumdaki eğitimli bireylerin ve istihdamın mahallesindeki suç oranlarını, seçimleri kazanacak politikacının kalitesini etkileyeceğini düşündüğünden devletin vatandaşa sağladığı eğitimin kalitesini veya hangi iş alanlarına yatırım yaptığını kendisine dert edinebilir.

    suç iktisadı nosyonu da burada devreye girecektir. iktisatçılar ceza hukukunu dikkate alarak maliyet-etkinlik analizi yapabilir, suçu ekonomik bir sorun olarak değerlendirebilirler. bir örnek olarak veljanovski bu konuda hukuk ve ekonomi'deki bir pasajında, 2000'li yılların başlarında galler'de işlenen kayıtlı suçların adalet sistemine 60 milyar pound bir yük bindirdiğini belirtmiştir. hangi cezaî müeyyidelerin suçu caydıracağı bir maliyet-etkinlik analizi yöntemiyle ele alınabilir.

    hayek için homo economicus problemi ekonomik bir sorun olmasa da, rasyonel tercih ve kamu tercihi teorileri için kilit önem arz eden bir problemdir. bu yüzden tanımının da nasıl yapılacağı, herhangi bir düşünüre bir eleştiri yöneltirken bu ayrımların doğru anlaşılması oldukça mühimdir.

    neo-klasik liberalizm ise kafa karışıklığı yaratan bir diğer koldur lakin brennan bunu da liberteryenizm'de güzel güzel açıklamıştır.

    neo-klasik liberalizmi anlayabilmek için sosyal adalet, egaliteryanizm gibi konseptler üzerinde düşünmek gerekir. neo-klasik liberaller yoksullara belirli bir destekte bulunulmasını mümkün kılacak bir kurumsal düzenin inşa edilmesinin gerekliliği hususunda sosyal demokratlarla benzer fikirler paylaşabilirler.

    ayrıldıkları nokta ise serbest piyasayı baltalayacak bir marksizmin toplum genelinin refahını artırmayacağı, sanılanın aksine yalnızca varsılların değil yoksulların da serbest ticaretin sağlandığı memleketlerde daha iyi yaşam standartlarına sahip olduğudur. bir örnek olarak abd'de çok fazla milyarderin olması, abd'de toplum genelinin yaşam standardının, gelir dağılımının daha eşitlikçi olduğu bir memleketteki yaşam standardından daha düşük olacağı anlamına gelmeyecektir.

    yazıyı bitirirken kürtaj karşıtı, devletin bir dine veya etnik gruba ayrıcalık tanımasını savunan, muhafazakar bir kimsenin bireyci veya liberteryen olarak sınıflandırılamayacağı hatırlatılmalıdır.
  • türkiye'deki liberteryen bir derneğin genel sekreteri olarak liberteryenizmin gerek yurtiçinde gerek yurtdışında özgürlük düşmanlarıyla infiltre edildiğini ne yazık ki söylemem gerekiyor. buna karşılık bu tür bir yaklaşımla (#157513779) liberteryen akımı dinciler veya marksistlerle eşitlemeyi doğru bulmuyorum.

    şöyle bir eleştiri yapılmış örneğin:
    "önlerindeki sorulara bir yanıt aramıyorlar, ön-kabul ettikleri bir doğru üzerinden her şeyi yorumlamaya çalışıyorlar. yani liberterler de çoğu marksist ve dinci gibi sen soruyu sormadan ben cevabı biliyorumculardan."

    bu pek doğru değil. tam aksine, liberteryenler kendilerini en çok eleştiren kitle bile olabilir. sebebi de bireyci olmalarıdır ki ne marksistlerde ne de dincilerde bulunan bir nitelik değildir. peki bunu neye dayanarak söylüyorum? çünkü bir liberteryen olarak tüm dünyada liberter eğilimli olarak tanımlanan dergileri yakından takip ediyorum.

    ben daha şu anda bu entryi girerken bile, cherrypicking yapayım diye hiçbir efor harcamadan quillette'e girdim, politics tabine bastım ve hemen rastgele baktığımda böyle bir yazıyı görebildim. adamlar kendi doktrinlerini kendileri eleştiriyor, yazdıkları eleştiri kitabını tanıtıyorlar.

    sonra açtım, bir başka popüler liberteryen dergi olan reason'a girdim. orada da gördüğüm manzara bu oldu. liberteryenler ancap sistem dünyayı mahveder miydi, oturup 1 saat bunu tartışıyorlar.

    e hani o tartışılmayan önkabuller? ünlü liberteryen yayınlara baktığımda öyle yukarıdaki entry'deki gibi bir bağnazlık göremiyorum ben. bugün "komünizm dünyayı mahveder miydi?" oturup tartışan kaç tane komünist var? "cihatla dünya hakimiyeti kurmamız dünyayı mahveder miydi?" diye objektif akıl yürütmeye çabalayan kaç islamcı var? liberteryenler bunları her gün yapıyorlar kendileri için, o konuda eleştirilecek en son hareket bu olabilir. böyle olması da şaşırtıcı değil, çünkü onun bunun dediği ile kendisini bir akıma - bu akım liberteryenizmin kendisi olsa bile - köle etmekten çok bireysel fikirlerini ve otonomilerini önceleyen insanlardan söz ediyoruz. bu insanlar için ne rothbard, ne ayn rand marksistlerin marx'ı veya dincilerin hz. muhammet'i gibi figürler değiller. hepsi her türlü eleştiriye fazlasıyla açık.

    geleyim ikinci kısma: yani liberteryenlerin kremlin destekli olduğu iddiasına.

    spesifik olmak gerekiyor burada. tam olarak hangi liberteryenler kremlin destekli? bu sorunun cevabını bulmak zor değil bana kalırsa, zira kremlin'in batı'daki modus operandisini az çok biliyoruz. italya'da lega nord, fransa'da front national, almanya'da afd, avusturya'da freiheitliche partei österreichs gibi rus destekli partilere baktığımızda bunların ortak yönlerinin muhafakazar sağ partiler olduğunu biliyoruz. bu durumda da kastedilen "liberteryenler", aslında paleo-liberteryenler veya abd'deki mises caucus gibi fraksiyonlar oluyor diyebiliriz: çünkü bunlar zaten bütün stratejilerini muhafazakar sağ partilere eklemlenerek politik güç elde etmeye çalışan kişiler, haliyle kremlin bu sağ partileri desteklediğinde dolaylı olarak ajandaları bundan etkileniyor.

    gelgelelim liberteryenizm bu kitlelerin tekelinde olan bir hareket değil. siz twitter'da sürekli mises caucus kitlesine sararsanız algoritma da karşınıza doğal olarak daha fazla mises caucus kitlesi çıkarır.

    ben pro-nato bir liberteryen olarak daha çok classical liberal caucus takipçisiyimdir mesela. çünkü nato bana göre temel liberteryen bir ilke olan nap'in jeopolitikleşmiş versiyonudur, bu görüşe katılan gruplar da çok vardır liberteryenlerin içinde.

    dünyanın en önemli liberteryen düşünce kuruluşlardan biri olan cato enstitüsü'nün açıklamalarına bakarsanız da kremlin karşıtı bir tutum sergilediklerini açıkça görebilirsiniz. enternasyonel bir liberter öğrenci ağı olan students for liberty gibi oluşumlar da bu çizgidedir, bu yüzden bu kitlenin ukrayna apolojisti şeklinde tanımlandığını görebilirsiniz.

    bunları söylerken "kremlintarianist" denen kitlenin varlığını reddetmiyorum, yalnızca liberteryenizmin entry'de anlatıldığı gibi kremlintarianismin tekelinde olmadığını ifade etmeye çalışıyorum. en önemli düşünce kuruluşlarının, dergilerin duruşlarını takip etmeden, sadece twitter'dan gördüğünüz 2-3 kriptocu ergenin kullandığı retoriğe bakarak yapacağınız hiçbir çıkarım sağlıklı olmaz. yoksa furkan bölükbaşı, atilla yayla da kendilerine liberteryen diyorlar ama onların da asıl dertlerinin ne olduğunu hepimiz az çok biliyoruz.
  • deontolojik ve sonuççu fraksiyonları arasındaki bitmek bilmeyen savaşın iç siyasette fazla bir anlaşmazlığa neden olmasa bile dış siyasette sorun yarattığı ideolojidir.

    deontolojik fraksiyonda ancapa meyil daha yüksek olduğundan olgulara gereğinden fazla idealist yaklaşma durumu olabiliyor, bu da bazı senaryolarda jeopolitikten tamamen kopuşu beraberinde getiriyor. zaten deontolojik fraksiyonun en sık yaptığı hata liberteryenizm = ancap algısı. bunu stratejik olarak mı yapıyorlar, yoksa cidden koca ideolojiyi kendi tekellerinde mi zannediyorlar, onu bilmiyorum. ilgilenmiyorum da mevzunun bu kısmıyla. adı üzerinde sonuççuyum ben, sonuca bakarım.*

    sonuç olarak liberteryenizm = ancap algısı hatalı bir algıdır. liberteryenizm = deontoloji algısı da öyle.

    bunları niye yazıyorum? çünkü bu basit gerçekleri çoğu zaman bu camiaya üzerine basa basa hatırlatmak gerekiyor. sonuççu bir minarşist de politik spektrumda sağ altta olur, birileri önüne gelene devletçi diyor diye bu tartışmaya açık olmaz.

    konuya dönersek: dış siyasette iç siyasetten daha çok çatışma çıkıyor bu anlaşmazlıklarda.

    sebebi de açık; devleti içeriden küçültmek istediğinizde bunu refah veya verimlilik için mi yoksa doğal haklar temelinde mi yapmak istediğiniz fazla mühim olmuyor, zira ulaşılması arzulanan erek ortak oluyor.

    dış siyasette ise harmoni bozuluyor. deontolojik fraksiyon toplumların kendi kaderini tayin etme ve egemenlik hakkına öncelik verme eğiliminde olurken sonuççular serbest ticareti ve ekonomik işbirliğini teşvik eden politikaları destekleme hususunda daha istekli davranıyor ve yeri geldiğinde entervansiyonizme de soğuk bakmıyor. (örnek olarak yemen'deki husi sorununa yaklaşımlar bu ayrımda bir turnusol görevi görebilir.)
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap