• (bkz: haldun taner)'in (bkz: şişhane'ye yağmur yağıyordu) tesmiye öykü kitabında yer alan şahane bir öykü. öyküde mizahi unsurları kullanmakta haldun taner'in dünyada yarışamayacağı kimse yoktur, kanaatindeyim.
  • haldun taner'in şişhane'ye yağmur yağıyordu kitabının içinde yer alan 3 ocak 1953 tarihli bol memeli, sütlü, hafiften erotik, leziz mi leziz bir öyküsü.

    "sütten dolmuş taşmış, çatlayacak gibi gerilmiş inek memelerini bir göz önüne getirin beyefendiciğim. lömbür lömbür boş kovanın üstüne sarkıyor... şöyle bir dokunsanız süt fışkıracak... usulca yaklaşıp hayvanın arka bacakları arasına yerleştirdiğiniz küçük iskemleye çömeliyorsunuz. bu mübarek memeleri, iptida sabunlu su ile gıcır gıcır bir temiz yıkadıktan sonra, sağ memeyi sağ avucunuzla kavrayıp hafif hafif uvalıyorsunuz: fişşşt. memeden fışkıran sütün boş kovanın dibinde çıkardığı o tannan, madenî ses... sonra sol elle sol memeyi sağıyorsunuz: fişşşt... ilk sıkışta süt biraz ince gelir. bilâhare git gide açılacak, gür bir pınardan akar gibi kalınlaşacaktır. artık sağlı sollu, daha seri bir tempo ile girişiyorsunuz. fişşşt - fişşşt; fişşşt - fişşşt. bir sağdan bir soldan: bir sağdan bir soldan.
    sağılan süt şimdi kovanın dibinde öyle deminki gibi madenî bir ses vermez. ya? şimdi kovada birikenin üzerine fışkırdığından bittabi daha dolgun, daha ağırbaşlı bir ses çıkarır. başlar kovadaki süt anafor gibi dönmeğe, kendi kendine dalgalanıp köpüklenmeğe... bu dumanı üstünde sütün kendine has bir de kokusu oluyor beyefendiciğim, bir de kokusu oluyor...
    dedim ya a canım, süt sağmak başlı başına bir mucizei tabiattır. düşününüz bey kardeşim, dört ayaklı bir mahlûk, basit bir ottan gıda alıyor. ot nedir? alelâde bir nebat. mübarek hayvan, bunu kesip koparıyor, çiğneyip öğütüyor, sonra iki arka bacağının arasından süt tesmiye ettiğimiz o lıkır lıkır, bembeyaz mayii beşeriyete ihsan ediyor. ne vakit düşünsem başım döner, müfekkirem durur, nefesim kesilir.
    ehlivukuf raporunda bendenizin bu hissiyatına frenkçe birtakım teşhisler koymuşlar. birine hakaret mi edeceksin, bu tıbbî ıstılâhların arkasına gizlenip istediğini söyleyebilirsin. raporun umumî medlulünden istidlâl ettiğime nazaran bendenize, haşa sümme haşa, bir nevi dalâleti cinsiye* izafe etmeğe* kalkmışlar. aklıma vurdukça aklımı oynatacak oluyorum. benim gibi namei âmali, defteri ef’ali, masebakı ahvali pâk ü dırahşan bir insana sen dalâleti cinsiye bulaştırmağa kalk; bu kadar olur yani. zaten hâkime söyledim: «kendimi böyle bir şaibeden tenzih, bendenizi âdicesine bir iftira ile lekelemeğe kalkanları da huzuru muhakemede, alenen takbih ederim,» dedim.
    siz yabancı değilsiniz, şurada sır yoldaşı sayılırız. kimbilir sizi de buraya hangi iftira ile tıktılar. ayıptır söylemesi, dalâleti cinsiye kim, bendeniz kim beykardeşim. işte otuz yıllık ayalim, sorulsun. kendisi ile ancak beş yıl kadar karı-koca hayatı yaşayabildik. ondan beri kardeş gibiyiz. benim hiç bir zaman o taraklarda bezim olmamıştır, inanınız bana. bendenizinki sadece zararsız bir merak. yeni de değil ki efendiciğim. süte ve süt sağmaya mütedair mevzulara karşı inhimak bendenizde daha o yaştan başlamış.
    anlatırlar; sütten kesildiğimde evi birbirine geçirmişim. iki yaşında iken, evde iri göğüslü zenci bir hizmetçi kadın varmış. mezburenın göğüslerini fayton kornası misali sıkar da «bart, barti» dermişim. ih - ih - ih, çocukluk işte... hepimizin deneleri vardır değil mı?
    bilâhare, rahmetli, amcamız azmi bey naklederdi; beş yaşıma kadar, koca-oğlan, ağzımda emzikle dolaşırmışım hep. zannedersem şimdi buna biberon tesmiye ediyorlar. sonra büyüdük, biz de delikanlı olduk. inanır mısınız, devri şebabetimde dahi kadınların belden aşağısı bendenizi alâkadar etmiyordu. o zaman kaç göç var tabiî. şimdiki gibi plajlar filan hak getire... belki güleceksiniz, akranlarım budak deliğinden haremdeki kadınları gözetlerken, bendeniz ağıla gidip ineklerin sağılışını seyrederdim... validenin ısrarı ile teehhül etmeğe karar verince de, ille iri göğüslü olsun diye şart koştum. valde ile büyük teyzem, refikayı bir gün çarşıda görüyorlar. «işte tam hulusi’min aradığı gibi bir taze,» diye peşine düşüyorlar. refikanın pederi o tarihte yeşiltulumba karakolu serkomiseri. evleri de nuriosmaniye’de... gidip görüyorlar. râbıtalı bir aile. talip oluyorlar. kısmetmiş, evlendik. bakın ne söyleyecekken nereye geldim. süt sağma merakından bahsediyorduk değil mi? size bu hususta bir tekhatıramı nakletsem kâfi:
    idadîde en sevdiğim ders hayvanat, en hoşlandığım bahis de memeli hayvanlar bahsi idi. hiç unutmam, ulûmu tabiiye hocamız selânikli zihni bey merhum, bir gün sınıfın umumuna şöyle bir sual tevcih etmişti: *
    «insanla memeli hayvanlar arasında ne farkvardır?»
    kimse cevap veremeyince gülerek kendi söyledi:
    «ne fark olur a canım. elbette fark yoktur. çünkü insan da memeli hayvandır.»
    ayağa kalktım:
    «min gayri haddin, bir itirazım var muallim bey» dedim.
    «her ne kadar insan da buyurduğunuz gibi diğer memeli hayvanlar gibi bir memeli hayvansa da, yine de bir bakıma onlardan farklıdır.»
    «bakındı hele,» dedi. «ne imiş o söylediğin fark?»
    «memeli hayvanların memeleri umumiyetle arka bacakları arasında bulunduğu halde, insanınki ön bacakları yani kolları arasında bulunur» dedim.
    hocanın bendenizi tekdir etmek üzere çatılmış kaşları gevşeyiverdi. biraz düşündükten sonra:
    «doğru be,» dedi. «ben bunu hiç düşünmemiştim.»
    o zaman bıraksalar baytar mektebine girecektim. kader bizi ilkin rüsumat kâtibi sonra da maliye tahsildarı yaptı. fakat süt sağmağa karşı olan merakım tenakus değil bilâkis tezayüt etti. her daim gözümde bir hayalî çiftlik tüterdi... içinde keçiler, inekler... tekaüt olur olmaz refikaya dedim ki:
    «allah razı olsun, bak işte tekaütlük ikramiyemizi aldık. şu horhor’daki babadan kalma dükkânı da satıp üstüne koyalım, inekçilik yapalım, ne dersin?»
    gerçi bu işin asrisi de var ama, ayıp değil ya, bendeniz bundan bir şey anlamıyorum. hiç el değmeden, lastik boru koyarak, bir nevi emme basma pompa tertibatı ile sağılan sütün haysiyeti, bereketi mi kalır a gözüm. biz tabiî eski usul üzere yaptık. yaptık ya, ineklerden biri hastalanıp öldü. öbürü, gözüm gibi koruduğum o abraş yüzlüsü ise, vaz'ı haml ederken nalları dikti. üstelik yavrusu da buzağı oldu... eh yeniden bir inek al, ona da paramız yetmez. biz alaküllihal geçinen insanlarız. yevmin cedid, rızkın cedid. naçar vaz geçtik..
    kulunuz bu kadar yıl yaşadım, kahveye adımımı atmış adam değilim. tavla, dama, altmış altı, bilmem bile nasıl oynanır. bendeniz evde ayağımı altıma alıp sedire uzanır, bol tarafından kitap okurum. hem de elime ne geçerse... tarihi kadim, tarihi islâm, tebabet... nasıl? evet... keramet sahibisiniz beyefendiciğim, aynen tahmin buyurduğunuz gibi, ulûmu tabiiye ve hayvanat. onlarsız olur mu?
    âcizane, sırf mütalâa ile de iktifa etmem,* okuduklarım üzerine derin derin tefekkür eder, bunlardan yeni yeni neticeler çıkarmağa çalışırım. ama basit, ama küçük, zarar yok. karınca kararınca. dönüp dolaşıp üzerinde durduğum en mühim meselelerden biri ve başlıcası, benî ademle, diğer memeli hayvanlar arasındaki müşabehet ve mübayenet olmuştur.
    bizzarure zihnim şu istifhama takıldı kaldı:
    insan da, keçi gibi, inek gibi, yavrusunu emziriyor, değil mi efendim? fakat inek veya keçi ayrıca sağıldığı zaman süt verdiği halde, insan müstakilen sağılamıyor. neden? ilmen, fennen, aklen ve mantıken, insanın da sağılınca süt vermesi icap eder. eğer
    vermiyorsa, demek ki bu tecrübe edilmemiştir.
    bir gün yine kandilli’den istanbul'a iniyorum...
    — siz bazen tesadüflerin ne derece mücrim veya müşevviki cürüm olabileceklerini hiç düşündünüz mü?—
    alt kamarada uyuyakalmışım. uyku arasında burnuma taze süt kokusu geldi. taze süt kokusu da değil de, hani emzikli kadınlara, sütninelere has, o biraz ekşi, kekremsi koku vardır ya, o... nasıl? bilmez misiniz? dikkat etmemişsinizdir de ondan. malumu âliniz, kadınların emzikli iken öyle bir kokuları oluyor. bazı erkek bu kokudan huylanır. bacanak nakleder bizim, baldız cariyeniz erdoğan'a süt verirken, aylarca mukareneti cinsiyede* bulunmamış. bendenizde ise berakis. küşayiş verir. bana bu koku. istidlâlen şunu da arzedeyim ki, koku alma hassam ziyadesiyle münkeşiftir. hele süt kokusuna karşı...
    inanmazsınız belki, bir keresinde yanımda oturan kadının sütnine olduğunu sırf bu kokudan teşhis etmiştim de, teşhisim sonradan doğru çıktı idi. ne diyordum. ağır, sıcak bir lodos öğlesi... gözlerim kapanı kapanıveriyor. dalmışım. uyku arasında burnuma arzettiğim koku geldi. bir de gözlerimi açayım ki, hissim beni yanıltmamış. tam karşımdaki sıranın köşesinde, genç irisi bir taze sol memesini çıkarmış, yavrusunu emziriyor... kamarada bizden başka bir de ihtiyar kadın var. her halde kızcağız
    bendenizi uyuyor sanmış olmalı. hoş uyanık da olsam, biz sindekileri artık erkekten saymazlar ya... nem e lâzım, yine belki sıkılır diye gözlerimi kapadım. maahaza, arada bir kirpiklerimin arasından onlara bakıyorum. oğlanın keyfini görmelisiniz beykardeşim. o küçücük tombalak elleri ile, bir yandan anasının k r beyazı, şeffaf tenli, küçük mavi damarcıkları görünen, kocaman memesini mıncıklıyor, bir yandan d a «glu glu» diye homurdanarak sütü tehalükle bir emişi var. memeden sahibinin ağzına intikal eden sütün akışı, yavrucağın inip çıkan minnacık gırtlağında âdeta bir nabız gibi atıyor. dedim ya, hava ağır bir lodos. ananın gözleri ufalmış, ufalmış, o da nerdeyse uyudu uyuyacak. nihayet bir ara başı yana düşüverdi. belli ki yorgun taze. o yaşta çocuk, insana gece rahat uyku mu uyutur? masum, bir şeyin farkında değil, anasının memesini biteviye emiyor da emiyor..
    o anda zihnimden mecnunane bir fikir geçiverdi. sabiyi şöyle bir an için kenara çekip de uyuyan kadının bu iri, bu etli ve bereketli memesini sağacak olsam, öyle geldi ki. bana, tıpkı bir inek memesi gibi şarıl şarıl süt verecektir.
    bendeniz bunu sadece aklımdan geçirdiğimi sanıyorum. canhıraş bir feryatla kendime geldiğimde sağ elim mezburenin üryan göğsünde idi. feryad ü figan, yukarıdan koşup gelen, etrafımıza üşüşen bir cemm-i gafir, biletçiler, polisler, vapur yolcuları, garsonlar, lostromolar bir ana baba günü, sizin anlayacağınız. beni yaka paça ilk iskelede indirdiler. emzikli taze ile çocuğu da beraber tabiî. doğru üsküdar karakoluna. durmadan bana bir şeyler soruyorlar ama, şaşkınlığımdan ben doğru dürüst konuşa mıbiliyorum? alelacele zabıtlar imzalandı. emzikli taze, iki gözü iki çeşme ağlar da ağlar. haydi oradan cürmü meşhut mahkemesine... işe kadının kocası da karıştı.
    gerisini biliyorsunuz. ehlivukuf raporu, hâkimin, savcının, samiinin türlü hakaretleri... kimi «boyu devrilesi azgın papaz seni,» der. kimi «arlanmıyor musun, bu yaştan sonra torunun yaşındaki ehli ırz kadına saldırmağa...» der, der oğlu der. hâsılı ne söyledikse kâr etmedi. şuna inandım ki, dünyanın en güç işi, laf anlamayana laf anlatmağa çalışmakmış. işte şimdi, gördüğünüz gibi, hırsızların, esrarkeşlerin, ipten kazıktan kurtulmuş, gözü kanlı canilerin arasında çilemi dolduruyorum. bu yetmezmiş gibi üstelik elin itlerine eğlence de olduk. benimle her gün zevklenir dururlar. neylersin, yıkılan ağaca balta vuran çok olurmuş. torba değil ki ağızlarını büzesin.
    geçen gün de, şu solculuktan hüküm giymiş gazeteci terezi* ne uydursa beğenirsiniz? güya ben diyesi imişim ki: «dışarda milleti sağanlar ellerini kollarını sallayıp geziyor: ben tek kişiyi sağacak oldum, içeriye tıktılar.» hâşa sümme haşa. vallahilazim söylemedim böyle bir şey. aklımdan bile geçmez zaten. eğlence lâzım bu itlere. dişimi sıkıp hepsini sineye çekiyorum. öte yandan kendi köşemde yine tetkik ve tefekküratımın meyvelerini cümle beşerin ittilaına* arzedeceğim gün uzak değildir beykardeşim.
    insanın neden sağılınca süt vermediğinin sebebini araya araya akıbet buldum. bunun cazibe-i arziye ile sıkı sıkıya münasebeti var. şöyle ki: memeli hayvanların kâffesi sathı arz üzerinde ufkî vaziyette durdukları halde, insanoğlu şakulî vaziyette duruyor. binaenaleyh, insanı sağmak için, evvel emirde onu da diğer memeli hayvanlar gibi dört ayak, ufkî vaziyete getirmek ve tecrübeyi ondan sonra yapmak icap eder. bilmem izah edebiliyor muyum?
    yaklaştırın lütfen bana kulağınızı... daha, biraz daha... bilirim sizden sır çıkmaz: kadınlar kısmında emzikli bir çingene kızı var. kendisiyle on liraya anlaştım. çıkar çıkmaz bir deneyeceğim. neticeyi mutlaka size bildiririm.
    ya, ya böyle işte beykardeşim... bir sigara daha yakmaz mısınız?"
hesabın var mı? giriş yap