1243 entry daha
  • geçen ömrü hayatımdaki en keskin, en gerçek ve en ürkütücü rüyayı gördüm. olay örgüsü olarak bu kadar sakin bir rüyanın beni günlerce etkisinde tutup bunca titretmesi çok kafamı kurcaladı. düşünürken fark ettim ki rüya dediğin sanat aslında. bildiğin sanat... ne toplum için, ne sanat için, kendin için kendin tarafından yapılan sanat.

    kelime duygu iletmeye gelince güdük kalıyor, aşikar... en iyi ihtimalle 5-10 çok bilindik duyguya isim verip öldürmese de süründürür bir tanım yaparak birbirimizi anlarmış gibi yapabilmemize yarıyor sadece. duygu dediğin çekmecede o adlandırdığın 5-10 tanesi gibi adı konmamış trilyonlarca var ve dahi bunların farklı oranlardaki kombinasyonlarından oluşan kokteyllerin her biri... "almanlar yapmış abi"lik mevzu da değil, galakside damla o da. o yüzden bir duygu halini karşıdakine ifade edebilmek için en etkin yol, o duygu halini alıcıda da tetikleyecek uyaranları sentezleyerek bir yemek yapmak. seslerle, renklerle, figürlerle, hareketlerle, kelimelerle belki yine ama illa anlamlarıyla değil, kurguyla, ışıkla, dokuyla, tüm bunların hep beraber kullanımıyla... sanat dediğin de bu işte. duygu borusu yani. yıkıyor milletin ortasına yükünü.

    rüya da aynı kulvarda, üreticisi, konusu ve tek izleyicisinin sen olduğun bi performansla duygularını kendine anlatma yolun. rüya, kendinin kendini kendine kendinle kendince anlatmasıdır diyorum yani -evet askılı pantolonumu boğazıma kadar çektim-. o yüzden rüyanın bütün olayı duyguyla. o kurduğu olay örgüsü, yerler, zamanlar, kişiler... bunlar rüyanın derdi değil, duyguyu iletirken kurduğu mizansen sadece. kelimelerle bunu anlatamayan senin, içinde yüzdüğü hissi sana ifade edebilmek için kurduğu düzen. rüyada duyguların bunca güçlü olmasının sebebi de bu. rüyanın bütün olayı o duyguyu anlatmak, yaşatmak zaten.

    o yüzden, pırlantalarla gökteki lusidler keyfine baksın, sen hem geyik, hem avcısın. bırak rüyan işini yapsın.
1326 entry daha
hesabın var mı? giriş yap