• uyurken sıkılmıyalım diye gördügümüz seyler
  • freud ve jung abimiz rüyaların analizini yapan ilk psikanalistlerdir bildiğimiz gibi. yani pozitif bilime oturtmaya çalışan ilk abilerimiz. freud abi herkesin bildiği gibi aslında mesleğe psikiyatrist olarak başlamamıştır. kendisi sinir bilimcidir.
    doğal olarak ikisi de tıp mezunudur ve psikanaliz teorisini ortaya çıkarmalarından dolayı ve bunu belli bir regresyon analizi gibi bir analize oturtamamalarından dolayı (veya başka bir pozitif bilim analizi diyebiliriz) modern tıpla araları açılmıştır. modern tıpla psikanaliz teorisinin kavgasını öğrenmek için google amcaya "freud wars" yazmanız yeterlidir.
    doğal olarak gittiğiniz hastanelerdeki psikiyatristler psikanaliz disipliniyle hastaları tedavi etmezler. yani rüya analizi yapmazlar. ilacı dayarlar veya şöyle düşünebilirsin, böyle düşünebilirsin gibi poh poh mesajlarıyla hastayı şutlarlar.
    psikanalist olmak ve rüya analizi yapmak kolay iş değildir. senelerce tıp okuduktan sonra iyi bir psikanalist olabilmek için ek olarak mitoloji, antropoloji, filoloji, sosyoloji, folkloristics gibi bilimleri de okumak gerekir. doğal olarak senelerce tıp okuyupta bu bilimleri de okumak her tıp öğrencisinin işine gelmez.
    20. yüzyılın başlarındaki freud, jung, a.adler gibi ilk psikanalist teorisinin abilerinin araştırma ve geliştirmelerine günümüze kadar gelen psikanalistler çok bir şey ekleyememiştir. elbette tonlarca akademik makale yazılmıştır. fakat halen belli bir sayısal analize oturtulabilmiş veri yoktur. bundan dolayı da halen insanlar psikanalist teorisine pek sıcak bakmamaktadırlar.
    peki rüyalar nasıl sayısal bir veriye oturtulabilir? örneğin sürekli tekrar eden bir rüyada "mağara" görmek ve gören "kişilerin" günlük hayatındaki seçimleri , tavırları, pozitif veya negatif düşünceleri, stresli olup olmadıklarını hissetmeleri kayıt altına alınabilir. fakat bu çok elle tutulabilecek bir veri olmayacaktır. bunun araştırmasını da bu bilimle uğraşanlara bırakalım.
    kısaca rüyalar psikanaliz sayesinde hacı hoca, falcı işi değil ayrı bir bilim dalı olmuştur. televizyonda rüya tasvirleri yapanlara psikanaliz okuduktan sonra gülerek geçebilirsiniz. ek olarak gördüğünüz rüyalar gelecek habercisi de değildir. zaten yaşamış olduğunuz geçmiş hayatınızın sembolik bir biçimde size aktarımıdır. bu konuya da birazdan geliyoruz.

    günümüz psikanalistlerine göre (okuduklarımız kadarıyla) 3 çeşit rüya vardır diyebiliriz :

    1- "cerebral cortex" yani üst beyin rüyaları.
    2- "unconsciousness" yani bilinçaltı rüyaları.
    3- "ıd" yani alt beyin rüyaları.

    bilinçaltı ve ıd (alt beyin) farklı şeylerdir ve beyindeki bölgeleri de teorik olarak farklıdır. doğal olarak rüyaları da farklıdır çünkü içerdikleri semboller farklılık gösterir.

    rüya nedir? nereden gelir?

    günümüz psikanalistlerinin son verilerine göre (benim de son okuduklarımı derleyerek aklıma gelenler) rüyalar bütün sinir sistemimizin bize "sembol dilini" kullanarak gösterdiği bir sinir sistemi ve nöron ağının işlevidir diyebiliriz.
    peki "sembol dili" nedir? sembol dili ilk olarak freud ve jung abilerimizin keşfettiği bilinç altının dilidir. rüyalar sembol diliyle haberleşerek bizlere kendini gösterir fakat sembol dili bizim uyanıkkenki dünyamızı yöneten "cerebral cortex" yani üst beyin dilinden anlamaz. yani uyanıkkenki çalışan bilinçli beynimizin diliyle "sembol dili" farklıdır. bilinçli olan beynimizin (cerebral cortex) dilleri türkçe, ingilizce, japonca, çince olabilir. fakat bu dillerin hiç biri sembol dilini maalesef açıklayamaz. doğal olarak bizlerin rüyasında gördüğü mağara bilincimizde yer etmiş mağara değil, gemi bilincimizde yer etmiş gemi değil, uçmak uçmak fiili değil, köpek bilincimizde yer etmiş köpek değildir. hepsinin rüyanın gidişatına göre farklı sembolik anlamları vardır.
    rüyalar nereden gelir?
    beynimizin iki farklı bölge olarak düşünürsek (teorik olarak) üst beyin (cerebral cortex) ve alt beyin (id) farklı görevleri vardır. beynimizde sinir sistemimizin bir parçasıdır. omur iliğimizin içinde bulunan sinir ağı bütün organlarımızdan , ellerimizden, ayaklarımızdan, cinsel organlarımızdan gelen verileri işleyerek bazılarını "kayıt eder" işte bu kayıt edilen verilerin bazıları negatif bazılar pozitif kayıtlardır.

    cerebral cortex yani üst beynimizin temel işlevleri şunlardır : konuşmak, koklamak, görmek, dokunma duyusu, düşünmek, tat almak, felsefe yapmak, para kazanmak, problem çözmek , okumak, öğrenmek, dil öğrenmek, ana dilimizi konuşmak, her hangi bir dine veya lidere tapmak kısaca uyanıkkenki bütün dünyamızı yöneten kısım üst beyindir. üst beyin beynin sadece %28'lik (yaklaşık) kısmını kaplar. ıq denen kısım üst beyindedir. yani bir insan einstein gibi zeki olabilir bu demek oluyor ki üst beyninin büyük bir kısmını kullanıyor. cerebral cortex'in rengi gridir.

    alt beyin yani id görevleri nelerdir ? : alt beyin bizim bilinç dışı olan beynimizin bölgesidir. isminden de anlaşıldığı üzere beyindeki fiziki bölgesi cerebral cortex'in altındadır. beynimizin yaklaşık %72'lik kısmını oluşturur ve rengi beyazdır. modern tıp (nöroloji) dahi alt beynin tam olarak nasıl çalıştığını bilmemekte fakat elbette teoriler üretebilmektedir. tıpkı psikanalizin ürettiği gibi. alt beynimizin yaptığı işler kısaca hormon salgılanması, bezlerin kontrolü, omurilikten gelen temel sinir ağının verilerin ilk geldiği yer, hissetmek, iç organlarımızın kontrolü yani kısaca bilinçli olarak kontrol edemediğimiz ve sistemi çalıştıran bütün kontrol alt beyne aittir. kimseye mutlu ol dediğinizde mutlu olamaz. çünkü alt beynin hipofiz bezine emir vermesi ve belli bir hormonu salgılatması gerekir. kimseye mideni durdur veya kalbini şu ritimde çalıştır diyemezsiniz. kimseye şu yaranı şu şekilde iyileştir veya kanser hücresini yen diyemezsiniz. bunların hepsinin kontrolü alt beyne aittir. yani esas sistemi ayakta tutan yer.

    bilinçaltı nerededir? : bilinçaltı da cerebral cortex'le alt beyin arasındaki sembolik bir nöron ağı çizgisidir. yani insanların sakız gibi ağızlarından düşürmediği "bilinç altı" kelimesi sembolik incecik bir nöron ağıdır. peki neden bu kadar incedir? çünkü insanın cerebral cortex'i ana rahmindeyken ve 0-2 yaş arasında neredeyse hiç devrede değildir. 0-2 yaş arasındaki çocuğa konuşmayı hemen öğretemezsiniz, bilinçli dünyamıza ait düşünceler, dinler, liderler gibi kavramları iletemezsiniz , yazdıramazsınız çünkü kakasını dahi tutmaktan acizdir. 2-7 yaş arası da cerebral cortex'imiz bulanık olarak devrededir. 2-7 yaş arası çocukları konuşmayı yeni yeni öğrenir, yazar, çizer dünya'ya ait dillere ait kavramları öğrenir. yani bardağa bardak demek için cerebral cortex'te birkaç nöron birleşir ve onun adı bardak olur. ana babasının adını öğrenmek için bir kaç nöron ağı cotex'te birleşir ve anasının babasını adını öğrenir. din, felsefe, düşünceler aynı bu şekilde nöronların ağ örmesiyle oluşur. (evet canım gökten zembille inmez)

    işte bu cerebral corteximizin devre dışı oldu 0-7 yaş arasındaki hayatımızdaki bütün sinir sistemimizden gelen kayıtları "bilinçaltı" kayıt eder. bu kayıtlar negatif veya pozitif olabilir. bilinçaltımız 7 yaş sonrası da veri kayıt eder fakat esas olarak en çok kayıt yaptığı zaman 0-7 yaş arasıdır. işte insanların gördüğü rüyaların büyük bir kısmı buradan gelir. çünkü insanlar uyurken "cerebral cortex" devre dışıdır.

    negatif kayıtlar nelerdir?

    esasen cinsel organlardan gelen kayıtlar negatif kayıtlardır. ek olarak üst sinir sisteminden yani gözlerden, kulaklardan, tat ve koku duyularından gelen negatif kayıtlar da mevcuttur. bu kayıtlar esasen 0-7 yaş arasında oluşur kayıt edilir ve insanın 7 yaşından sonra oluşan cerebral cortex'inden ürettiği davranış, tavır, hal , durum, konuşmalarını vb.. şeyleri etkiler.

    erkeklere örnek olarak bir negatif kayıt :

    0-2 yaşında bir bebeğin sürekli götünden öper, ısırır, anüsünü delik deşik edercesine temizlerseniz bilinçaltının kaydı şudur "sen anüsünden zevk alarak cinsel ilişkiye gireceksin". çünkü 0-7 yaş arasında çocukta cinsel kimlik yoktur. özellikle 0-2 yaş arasında hiç yoktur. bilinçaltı veya altbeyin erkek veya dişi olduğunu bilmez. cinsel organların ne işe yaradığını bilmez. yani bilinçaltı bu nöron ağını örer kayıt eder ve ileride alehinize kullanır. şu şekilde olur. bir çocuğun anüsü ellendiğinde veya poposu ısırıldığında anüsün sinirleri veriyi omuriliğe taşır, omurilikteki sinir ağı da bunu direk beyincik vasıtasıyla altbeyine ve oradan bilinçaltına taşır ve kayıt eder. işte bu kayıtlar ileride 7 yaş sonrasında oluşan cerebral cortex yani bilinçli olan beynin kayıtlarıyla çatışır. çünkü bilinçli olan beyninize toplum erkek olduğunuzu söylemiştir. çünkü pipiniz vardır. fakat altbeyin cinsel kimliği bilmez. bilinç altının bu eski negatif kayıt verisiyle bilinçli olan beynin verisi çatışır.
    bilinçli olan beyin eskiden kurcalanan anüsü korumaya başlar böylece etrafta sürekli maço erkek görürsünüz. erkekliğini etrafına hissettirmeye çalışarak efelenerek dolaşırlar, nasıl hızlı araba kullandıklarından bahsederler, avratlarını canları pahasına korurlar, silahı, savaşı, bıçağı vb.. severler ve konu onlara gelince hemen anlatmaya başlarlar (örnekler çoğaltılabilir). çünkü aslında erkeklik olarak göstermeye çalıştıkları şey küçücük bir çocukken koruyamadığı makatını koruma çabasından başka bir şey değildir.

    sünnetle ilgili olan negatif kayıt başlı başına bir konudur. sünnet erkeklerde (bkz: castration anxiety) 'ye sebebiyet verir ve sünnetli erkeklerin hepsi partnerini tatmin edemeden erken boşalmalı olur. klasik türk erkeklerinin özelliğidir. hatunlara şöyle çaktım böyle pozisyonda koydum diye kendi aralarında anlatır dururlar. tatmin ettikleri tek şey yukarıda bahsettiğimiz daha erkek olduğu görüntüsünü vermeye çalışmaktadır.

    işte bu yukarıdaki negatif kayıtlar bize bilinç altı rüyaları olarak 7 yaş sonrasında gözükmeye başlar. peki nasıl bir insan 0-2 yaş arasında kayıt ettiği bir negatif kaydı yetişkin döneminde görür ? işte burada bize psikanalizin "über" teorisi yardım eder.

    psikanaliz derki rüyalar bizim bilinçli olan beynimizin şekillerini kullanarak kendi anlatmak istediği veriyi kendi sembol diliyle anlatır. yani bilinçaltı bak kardeşim benim bir derdim var ahanda sana anlatıyorum anlarsan anlarsın anlamazsan şeyime kadar yolun var der. işte bu rüyaları analiz etmek için de bir tercümana ihtiyaç duyarız. tercümanın adı da sizin de tahmin edeceğiniz gibi sembol diline hakim olan psikanalistlerdir.

    bir rüyaya örnek :

    gemiyle bir kıyıdan bir kıyıya geçiyorum. gemi batmaya başlıyor. su alıyor. gemi batıp denizin dibine oturuyor. bende geminin dibinde bir delik görüyorum. deliğe yüzüyorum. bir şekilde delikten çıkmaya çalışıyorum. her rüyayı gördüğümde delikten ya çıkıyorum ve rahat bir nefes alarak uyanıyorum yada boğularak ölüyorum öksürerek uyanıyorum.

    psikanalist tarafından analizi :

    danışan bu rüyayı senelerce görmüş. rüyanın analizi yapıldıktan sonra bir daha görmüyor.
    bu rüya klasik bir doğum travması rüyasıdır. gemi ana rahmini sembolize eder. su ana rahmindeki sudur. bilinçaltı bilinçli olan beynin dilini kullanarak kendi sembol diliyle bu şekilde anlatmıştır. başka şekillerde de karşımıza çıkabilir. örneğin gemi bir ev olabilirdi. delik tahmin edilebileceği üzere rahim ağzıdır. bebek danışanımız dışarı çıkmaya çalışıyordur. sancılı ve uzun süren normal doğum olduğunu annesinden öğrendik. ya düzgün bir şekilde doğuyor ve nefes alıyor veya tekrar rahimde geri kaçıyor ve doğmak için annenin çabalamasını bekliyor. kayıt bu şekildedir ve danışanın bilinçaltı rüyası kendisine bu mesajı veriyor.

    kısaca rüyalar psikanaliz biliminin araştırma konusudur. arkadaşlarınıza, yakın çevrenize, falcıya, hacıya hocaya anlatarak boşu boşuna yorulmayın.

    kaynaklar için :

    carl jung : men and his symbols
    carl jung : psychology and the occult
    carl jung : four archetypes : mother, rebirth, spirit, trickster
    carl jung : aspects of the feminine
    freud : ınterpretation of dreams
    freud : civilization and ıts discontents - great ıdeas
    freud : ego and the ıd - v19 (1923-25)
    nusret kaya : sezgilerimiz ve takıntılarımız
    nusret kaya : iyileşme kitabı
    üniversitelerin kütüphanelerinde beleşe de psikanalizle ilgili akademik makaleler okuyabilirsiniz.
  • rüyamda 18 yaşında olduğumu gördüm. çok yaşlı da sayılmam, 34 yaşındayım. ama nasıl sevindim, aslında 18 yaşındaymışım diye. hayatımdan aman aman bir şikayetim yok, yine de özlemişim sonsuz olasılık olan zamanları. yaş ilerledikçe yol netleşiyor, olasılıklar azalıyor, aslında şu da olabilirim demek zorlaşıyor. oysa 18 yaşındayken her şey olabilirdim. sanırım her şey mümkünmüş gibi hissetmeyi özledim.
  • "standart" olarak kabul edilen bilinç düzeyimiz açısından tarif ve tahammül edilemeyecek derecede korkutucudur.

    öyle ki; genelgeçer tıbbi değerlendirme kriterlerine göre "uyanık" olarak kabul edildiğimiz, ampirik metodlarla olağan olarak kabul edilen dünya algısının ölçütlerine göre bilincimizin "açık" olduğu "gündelik" bir halimizle kendimizi herhangi bir rüyamızın içinde bulsak, yaşayacağımız deneyimin etkisiyle mental sağlığımızı muhafaza etmekte zorlanır, deneyimin kabul edilebilir bir süreyi geçmesi durumunda ise bizi "delilik" mertebesinden uzak tuttuğunu varsaydığımız "mantıklı" bir biçimde mental muhakeme etme yetimizi kaybederiz.

    başka bir deyişle; şu anda kendinizi halen anımsayabildiğiniz sıradan bir rüyanızın içinde bulsanız, hissedeceğiniz korku ve dehşet nedeniyle henüz saatini dahi dolduramadan delirirsiniz.

    "duvarın içinde kör bir bebek varmış, cin annesi sürekli ağlıyormuş." sinopsisiyle açılan, uyanışın ardından hatırlandığında dahi rahatsız edici bulunan rüyalardan bahsetmiyorum. fazilet yenge ile buluşup nuriye'nin evine gittiğiniz, o sırada odalardan birinde sami dayı'yı gördüğünüz, hiçbir şey konuşmadığınız halde sami dayı'nın bu odada bir home office açtığını ve psikolog olduğunu öğrendiğiniz absürd rüyalardan bahsediyorum. "uyanık" halde iken kendinizi zamandan ve mekandan kesilmiş bir dünyada bulsanız neler olduğuna anlam veremez, korkuya kapılır ve çıldırırsınız.

    rüyalar hakkında düşünmesini bilen için şüphesiz nice ibretler var aslında. rüya kavramını analiz ettiğimizde; "gerçeklik" algımızın duyu organlarımızdan ziyade beynimizde temellendiğini, irademizden bağımsız olarak kimyasal bir süreç izleyen beynimizin bizi kolayca kandırabildiğini görüyoruz. burada mevzuyu doğrudan "baa işte allaaan hikmeti" önermesine bağlayanlar var, isimlerini zikretmek istemiyorum zira pek meraklılar dava açmaya. oysa benim dikkat çekmek istediğim sorun ontolojik bir zeminde yer alıyor ve dogmalarla değil de düşünce ile irdelenmesi gerekiyor.

    immanuel kant hemen tüm kavram ve bilgilerin ampirik olarak tanınıp değerlendirildiğini ancak bunların sabit çerçeveler olmadan biçimlenemeyeceğini söylüyor. illa ki uzaya ve zamana ihtiyacınız var, bu a priori çerçeveler olmadan yaşadıklarınızı tasavvur edemiyorsunuz. zamansızlığı, mekansızlığı, 5n1k'nın var olmadığı ya da aynı sürecin paralel düzlemde iki yerde şekillendiği bir dünyayı hayal edemiyorsunuz. zaman, mekan sabit kalmalı ki bilgi edinebilelim, süreci anlamlandırabilelim.

    oysa rüya tüm bunları altüst ediyor, bizi asla anlamlandıramayacağımızı düşündüğümüz bir evrene götürüyor. herhangi bir rüyamızı aynen gördüğümüz haliyle bir film gibi izlesek son derece şaşırır, korkar ve rüya boyunca tarif edilemeyen bir rahatsızlık duyardık. çünkü rüya bizim dünyayı algılama ve yorumlama biçimimizi tamamen geçersiz kılar. üstelik rüyada olup bitenlerin de hiçbir önemi yoktur bu meselede. rüyaların zamansız ve mekansız oluşu, lineer zaman ve bilinç akışını anlamsız kılışı, rüya içerisinde olduğumuz yerde yaşadığımız "burada da şu oluyormuş, karşımdaki bunları yaşamış meğerse" temalı simultane deneyimleyiş kabullenemeyeceğimiz derecede radikaldir. bilhassa son deneyimin nedeni, beyninizin utanmaz arlanmaz bir gayretle uydurmasıdır aslında. ancak -artık tam olarak ne olduğundan emin olamayan, öznel sınırlarını çizemeyen "izleyici" siz- beyninizi takip eder ve rüya boyunca onun ne yaptığını bildiğine inanırsınız. hakikaten de, rüyalar bizim dünyamızın algılarınca takip edilebilir bir kurgu izlemezler. rüyanızdaki bir figürle konuşurken, o figürün benliğiyle bir bağ kurar ve onunla birlikte anılarını yaşarsınız. üstelik bunun salt geçmiş zamanda bir yolculuk olmadığının da bilincine varır, kendi şimdiniz, başkasının şimdisi ve başkasının geçmişinin sizin zihninizde eş zamanlı olarak yaşanabildiğini idrak edersiniz. bu "uyanık" halinizin tasavvur ettiği dünya için mümkün görünmeyen bir üçlemedir. bu durumun rüyanızdaki yansıması "meğersem o atı sen yollamışsın." ifadesinde kendisini kanıtlar. rüya tasvirlerinde sıkça rastlanan bir üslubun alışıldık ifadesidir bu. rüyada pek çok şey size, alışılageldiği biçimde oral ya da yazılı yöntemlerle aktarılmaz, siz onu zaten tüm detaylarıyla "biliyorsunuzdur." hiçbir şey konuşulmadığı halde, siz karşınızdaki karakterin tüm öyküsünü tek bir bakışla yeniden canlandırır ve ona dair tüm bilgilere vakıf olursunuz.

    rüyadaki "kurgu" da, bizim alıştığımız biçimde ileriye doğru akan zaman doğrusu üzerinde yer bulan ardışık olaylardan farklıdır. rüyada geçmişe dair olanla şimdinin süreci, geleceğin akışıyla paralel olarak akar. buna örnek vereceğim.

    ayrıca tüm bunlara ek olarak; hem karakterlerde hem de olaylarda, rüyanız boyunca dikkat etmediğiniz ancak ertesi gün farkına vardığınız bir tuhaflık vardır. replikler, olay örgüsü, tuhaf sessizlikler, büyük olayların gerçekleştiğine tanıklık etmeden "gerçekleşmekte olduğunu" gözlemek bu deneyim dışı akışın ana hatlarını meydana getirir.

    karakterler kendilerini uzun uzadıya ifade etme girişiminde bulunmazlar, kısa bir cümle kurarlar. durumu uyanıkken tuhaf bulacağınız bir üslupla ifade ederler, sizse hem onları dinler hem de -görsel verilerle ya da görsel veriler olmadan- onların zihninde söylediklerinin arka planındaki tüm olayları deneyimlersiniz.

    olaylar sıralı gidiyormuş gibi görünse de aynı anda iki ayrı yerde olup iki ayrı olaya tanıklık etmeniz ve bu deneyimi görece tek benlikle ve görece tek bir mekanda deneyimlemeniz mümkündür.

    beyniniz zaman zaman uyduramaz; bu nedenle garip bir sessizlik olur. beyniniz geçişler konusunda da pek yetenekli bir yönetmen olmadığından, kendinizi ansızın bambaşka bir sahnede bulursunuz. ne var ki, beyniniz bu yeni sahnenin temelini rüya "bilincinize" izah eder ve ansızın gelişen beklenmedik olaylar sizi asla şaşırtmaz. çünkü siz bilgisiz izleyici konumunuzla eş zamanlı olarak aynı anda "biliyorsunuzdur".

    şimdi sıradan bir rüyayı kurgulayalım ki değinmek istediğimiz noktaları daha net ifade etme imkanımız olsun:

    fazilet yenge ile nuriye'nin evindesiniz. [fazilet yenge ile olan buluşmanızı anımsamıyorsunuz, ziyareti nasıl ve ne zaman kararlaştırdığınızı tarih ve mekan temelli olarak izah edemiyorsunuz. ancak buna rağmen belleğinizde eksik anların varlığı söz konusu değil. hiçbir anını hatırlamamanıza rağmen "ziyarete karar vermiş, buluşmuş ve oraya gelmişsiniz." bu bilgi sizin malumunuzda beliriyor.] evin dekoru bilinçaltınızın sağda solda tespit ettiği eşyaları kendince mantıklı bir biçimde bir araya yığmasından mütevellit, çocukken yanınızdan ayırmadığınız oyuncak ayınız vitrinin üzerinde duruyor. tesadüfe bakın ki bu vitrin, bir aile dostunuzun evinde bulunan vitrin. (vitrin mi kaldı demeyin la) nuriye'ye "bu vitrinden sizde de mi var?" diye soruyorsunuz. size bir tabağa dilimlenmiş bisküviler ikram ediyor [o anda size malum oluyor ki, bisküvileri evin yakınındaki bir marketten almış ve onları bıçakla dilimlerken "işte misafire ikram budur, daha ne vereceğiz." diye söylenmiş.] vitrini sorduğunuzda "e bu ülkenin vitrini budur ki, bu topraklarda doğan herkes bu vitrini kullanır. biz ne yapalım başka vitrini. ha ha." diyor. [o anda evlere tek ölçü vitrin dağıtan devleti, kamyonları, dağıtım sürecinini hiçbir görsel imgeye başvurmadan tasavvur ediyorsunuz. ne bir kamyon ne de bir vitrini eve taşıyan hamallar canlanıyor zihninizde. tüm "öykü" ne bir görsellik ne de bir "sözcük" kullanılmadan size malum oluyor.] derken diğer odada "beliriyor" ve sami dayı'yı görüyorsunuz. [hiçbir şey konuşmuyor ancak geleneksel biçimde herhangi bir iletişim kurmamanıza rağmen, sami dayı'nın artık bir psikolog olarak bu odada çalışmaya başladığı, gelen müşterilere gülmek istediği çünkü hepsinin çok sıkıcı olduğu bilgisi size malum oluyor.]

    işin en tuhaf kısmı ise, hislerinizin gerçek hisler gibi değil de kavramların zihinde canlandırma yoluyla çağrılması. eğer bedenden bağımsız bir ruh gerçek olabilse dünyayı aynen böyle duyumsuyor olabilirdi. rüyanızda "gerçek" hayattaki biçimiyle keder, mutluluk duymaz, farklı biçimde, kavramların özüne dair bir algının benliğinizde belirdiğini görürsünüz. kaldı ki; acı ve panik hissi rüya biçiminden çıkıp olağan haliyle algınıza nüksettiği anda uyanırsınız. orada, delirmenizi engelleyen bir emniyet kilidi vardır sanki.

    tüm bunlara rağmen rüyadaki benliğimiz olup bitenlere anında uyum sağlar, uyanık olan benliğimizin zaman-mekan-nedensellik yokluğu yüzünden anlamlandıramayarak delireceği bir tasarımı benimser. tüm bunlara ilk elden tanıklık ederken, nesnel gerçekliğin elle tutulup camdan atılabilir ya da yenilebilir "numenlikte" olduğuna inanmak, bir öyle bir böyle dünya kuran beynin -sırf uyumuyor olma haline güvenerek- tüm nesnel özü şüpheye yer bırakmayacak şekilde önümüze serdiğini kabul etmek de insan olmanın, başka bir deyişle "yaa aman, boşver" demenin bir diğer dışavurumudur şüphesiz.

    ayrıca: rüyada yer ve zaman yok derken kavramlara biraz farklı anlamlar yükledim. rüyada yer ve zaman algısının bizim takip edebildiğimiz katılıktıkta olmadığını, doğrusal olmayan, yer yer silikleşen, kesik kesik parçalar halinde arka planda belirip kaybolan öğeler olarak önemsizleştiklerini vurgulamaya çalıştım. hiçbir yerde ve hiçbir zamanda olmamak bizim gri maddeler için imkansız olsa da, bu çerçevelerin mümkün olabildiğince deneysel anlamda tanımlayabildiğimiz hallerinden çıkarak adeta zayıfladığı ve önemsizleştiği bir yerdir rüya.

    meraklısına: gerçek bir karakter olan sami dayı 86 yaşındadır ve gençliğinde buz fabrikalarında üretilen kalıpların kamyona yüklenip dağıtılması işiyle ilgilenmiştir.
  • rüyada görülen şeylerin beynin bir ürünü olduğu çok yeni bir fikir.
    hatta belki saftirik pozitivist bir avuç seküler hariç bu yüzyılda bile herkes kendi dininin tanrısının rüyalarda kendine mesaj verdiğini düşünüyor.
    onbinlerce yıl, kimse acaba rüyam hayal ürünü mü düşünmedi bile.
    hemen her dinde(sizin dininiz hariç, tek doğru din sizinki) biryerlerden mesaj alanların, mesaj aldım dediği rüyalarıydı.
    rüyaların gerçekleğine dair inanışın sebebi muhtemelen kabuslardı.
    çünkü kabus insanda fiziksel değişim yapıyordu.
    her kültürde kabus görürken üstüne oturan bir demon vardır.(karabasan)
    nightmare kelimesi de buradan gelme. 'mare' birtür demon.
    gökyüzünde yıldızlar, geceleri rüyalar. kimbilir kaç milyon şizofren mesaj aldım sandı tüm ömrü boyunca.
    eskiden çok dindarken dini hikayeler okur gece öyle şeyler görürdüm.
    nezamanki onları okumayı kestim, o rüyalar da gitti.
    biara deli gibi budist tapınağı gezdim,rüyada lotus çiçekleri belirdi.
    erkekler bilirki,birsüre bir olay olmaz, video da izlemezsen, rüyada kamyonu devirirsin...
    rüyalar bu dünyanın çöpü,uktesi,yaşanamamışlıklarıdır.
    rüyamda gördüm çıktı dediğin şey zaten hayattaki önündeki muhtemel seçeneklerden biri.
    çıkan rüyan 1 çıkmayan 1000. ama insanoğlu istatik bilimini anlamıyor.
    dolunay oldu deprem oldu, demekki ilgili diyor. rüya da o mantıkta birşey.
  • beynin ekran koruyucusu
  • hazreti ibrahim ve gökten gelen koyun hikâyesini hepimiz biliriz. hikâyenin başında hazreti ibrahim rüyasında oğlunu kurban ettiğini görür. bunu tanrıdan gelen bir işaret olarak görüp oğlunu kurban etmeye karar verir. oğluna bunu anlatınca o da tanrının isteği buysa buna razı geleceğini söyler.

    mitolojik benzerleri de bulunan (iphigenia'nın kurban edilmesi) hikayede, gökten inen koyun var, ancak dinî olan öyküde tam oğlunu kurban edecekken kendisine koyun değil vahiy gelir. ibrahim rüyayı yanlış yorumlamıştır, aslında yorumlamamış, olduğu gibi anlamıştır.

    bu öyküdeki rüya iki şeye işaret eder. toplumsal perspektiften işaret ettiği şey, tek tanrılı dinler öncesi yaygın bir uygulama olan insan kurban etmenin yanlışlığı olabilir.

    dinî olarak işaret ettiği şey ise tanrının yasasının tartışılamaz olduğu. gerekirse tanrı için oğul bile kurban ederim diyecek bir inanç düzeyini yücelten, öte yandan tanrı bunu isteyecek kadar zalim değil diyerek tanrıyı yücelten bir anlatı.

    bilinçdışı diliyle bakarsak rüya tipik bir superego rüyası. superego, tanrı, baba, otorite sembolüdür, yargılar, kural koyar ve bazen kurban ister. ama rüya gerçekte görüldü mü, görüldüyse ibrahim tarafından hangi duygu ile görüldü, o rüyayı bize nasıl anlatırdı bilemeyeceğimiz için rüyaya psikodinamik bir yorum yapmak güç. kurban edilen oğul bir libido temsili mi yoksa kendine yönelen bir agresyon mu bilmek imkânsız.

    bu rüyanın var olup olmadığını bilemesem de şunu biliyorum, rüyaların alt anlamları tarihin başından beri insanın aklını meşgul eder. rüya tabir etmek, rüyayı dini olarak yorumlamak, diğer alemlere kapı olarak görmek çok yaygın pratiklerden birkaçı.

    rüya gerçekten de insanların sezinlediği gibi önemli bir işaretçidir. ve diğer bir aleme, içimizde hüküm süren ama bilemediğimiz bir aleme pencere açar. rüyanın seslendirdiği şey görmek istemediğimiz ama görmek zorunda olduklarımızdır. rüya görülmesi gerekeni görülebilecek hale getirip bize sunar. anlamadığımızı, üstüne düşünülerek de olsa anlaşılabilecek hale getirir. bazen çok aşikâr olsa da hemen göremeyiz ama mutlaka bir sözü vardır bize söyleyecek.

    seneler önce, asistanlığın ilk yıllarında vamık volkan'dan süpervizyon alma şansına eriştim. ilk süpervizyona birkaç gün kala bir rüya gördüm. önümde bir kağıt var. analitik düzlem üzerinde oynanan bir loto. x ve y değerlerini yazarak oynanan bir oyun. endişeli bir hâlde değerleri seçmeye çalışıyor ve acaba tutar mı diye heyecanlanıyorum. kalktığımda önce rüyayı anlamadım. sonra 'analitik düzlem' tamlamasının hem x-y eksenini tanımladığını hem de bir psikanaliz terimi olduğunu fark edip, rüyanın kaygıma işaret ettiğini gördüm. terapist olma, bir hastayı terapist olarak takip etme fikri ve üstüne böyle büyük bir hocadan terapi süpervizyonu alacak olmak beni heyecanlandırmış ve kaygılandırmıştı. rüya beni kaygımla yüzleştiriyordu.

    o günden beri binlerce rüya gördüm. hepsi bana hikâyeler anlattı. benim kendi hikâyelerimi. ama göremediklerim, görmek istemediklerim, kör noktamda kalanları. rüyaları hep sevdim. uykuyu bile bana sevdiren rüyanın kendisi oldu. çünkü ömrüm boyu pek az şeyde rüya kadar berrak ayna bulabildim.
  • geçen gün rüyamda çocuğum olacaktı ama annesi belli değildi.* millet babası belli olmayan çocuk doğurur ben anası belli olmayan doğuruyorum nasıl becerdiysem. cinsel sekse ne kadar uzaksam artık. bir dahaki sefere leyleğin kucağıma bir çocuk bırakmasını bekliyorum.
  • freud rüyamızda gördüğümüz herkezin kendimiz olduğunu söyler
  • küçüklüğümden beri tüm kötü rüyalarım aynı imgeyle sonlanır. ne zaman bir rüyada başım derde girse, kurtulmaya çabalasam o lanet olası merdiven çıkar karşıma, bildiğiniz gemici merdiveni bu. hani bir yere dayayıp çıktığımız, pek güvenli olmayanlardan. o merdiven ya düşer, ya bitmez, ya sallanır, ya ulaşılamaz ama işte bir şekilde çözümsüzlüğe götürür hep. sonrası kan revan içinde uyanma.
    rüyalarımı hatırladığım günden beri zaman zaman görürüm bunu.
    pek rüya anlatma meraklısı olmadığım için de paylaşmadım kimseyle.
    ama öyle bir şey ki mesleğim gereği şantiyelere gittiğimde eğer bir yere bu derme çatma merdivenlerle çıkmak gerekiyorsa, üç basamak bile olsa zangır zangır titrerim. milletin elini tutmak da istemediğimden korkumun elinden tutar öyle geçerim. en büyük kabusumdur bu lanet merdivenler.(bir keresinde 30 m yukarıdaki iki blok arasına koymuşlardı bunu, korkumdan o 30 m’lik bloktan inip öbüründen tekrar çıkarak çözmüştüm. ben gidene kadar herkes işini bitirmiş inmişti. tam bir rezalet, "mimar hanım da pek korkakmış keh keh keh")

    bir önceki yaz annemle yemeğe gidiyoruz. hava güzel, yürüyelim dedik. nasıl olduysa konu rüyalara geldi ve ben de ilk kez anlattım durumu. beni dinleyen annem önce şaşırdı ve sonra geçmişi, yıllar önce bana hamileyken yaşadığı günleri anlatmaya başladı.

    annem ve babam idealist köy öğretmenleriydi. aynı zamanda köylünün toprak sahibi olmasını da destekleyen ve bunun için mücadele eden zamanın devrim gönüllüleri. zaten görece olarak konforlu hayatlarını bırakıp, otomobille gidilemeyen dağ köylerine gitmelerinin bir sebebi bu. herkesin eğitim hakkı vardır, herkes emeğinin karşılığını almalıdır düşüncesi.
    ancak gittikleri köylerden biri ağırlıklı olarak kürt vatandaşlarının yaşadığı bir yer ve pkk o köyde türk öğretmen istemiyor.
    eve tehdit mektupları geliyor, babamın yakın arkadaşları başka köylerde vuruluyor, ortam çok karışık. annem hamileliğinin son aylarında. korkuyor ama gençlik ateşi midir, devrimcinin verdiği sözden dönmemesi midir bilmiyorum köyden ayrılmıyorlar.
    köylüler de bizimkileri koruma amacıyla her gece başka bir evde yatırıyorlar annemle babamı. güneydoğuda yaza dönen aylar, insanlar damlarda yatıyor. annemin güvenliğini sağlamak için de annem gemici merdiveniyle çıkıp, ardından başkası gelemesin diye merdiveni yukarı çekiyor. her seferinde korkarak ve zorlanarak yapıyor bunu. ben de annemin karnından eşlik ediyorum. aynı korku kordon bağıyla bana geçiyor ve aradan geçen onca yıla rağmen beni hiç bırakmıyor.

    bir de ek yapacağım, bunun üstüne anneme silahlara olan normal dışı sevgimi sordum. benim yapımdaki bir insanın değil silahı sevmek varlığına karşı olması gerekirken bu sevgi ve düşkünlüğün o zamanlarla ilişkisi olabilir miydi?
    babama ve anneme olası bir baskın veya saldırı anında kendilerini koruyabilsinler diye silah verilmiş. annem silahtan çok korktuğu ve kullanmayı da beceremediği için hamileliği boyunca hep elbisesinin içinde, karnına sardığı bir kemerde taşımış silahı. yani anne karnında, bana en yakın yerde hep silah varmış. hiç kullanmak zorunda kalınmamış olsa da annem o sayede kendini ve beni güvende hissetmiş.

    bunu öğrendiğimde müthiş bir rahatlama yaşadım ve belki o sebepten o günden beri bir kere bile rüyamda merdiven görmedim. ta ki iki saat önce oğlumu uyuturken yanında dalıncaya kadar. kısacık uykuda uzun bir rüya gördüm. yine bir şekilde kaçmam gerekiyordu ve ben bir çıkış ararken yüzünü görmediğim birisi güven veren bir sesle bana merdivenin yerini tarif etti. korku ve panikle o yöne koştum ve karşıma bir merdiven çıktı. bu sefer merdiven betonarmeydi ve gayet sağlam görünüyordu. kaçış kapısının kolunu itince kapı sokağa açıldı. dışarısı aydınlık ve güneşliydi.
    uzun süredir bu kadar umutlu ve güvende hissetmemiştim.
hesabın var mı? giriş yap