• kendisi babaeski'li olan yazar
  • merhaba dostum;
    nasılsın görüşmeyeli bakalım(?) tüm bu satırlarımı sana cehennemin ta dibinden sütlacın en üst katmanındaki yanık bölgeden yazıyorum. bilmediğin ve bilemeyeceğin gibi tek tek skiliyoruz burada, tamam şartlarda çok kötü ama dayanıyoruz işte acılara. zira biliyoruz acının ve zevkin beyinde başlayıp bittiğini ki onlarda bunları tam anlamıyla analiz ettiklerini sanıyorlar -evet kardeşim, her şeyi bildiklerini iddia ediyorlar burada, nereden geliyor bu cesaret diye sorma lütfen bana- tüm hazinemiz olan zekâmızı giriş esnasında dışarıda bıraktığımız ekseninde telkinde bulunuyorlar direncimizi kırmak maksadıyla. onlar dediğim de hepsi siyah olanlar fakat siyahtan kastım bir ırk/ten değil, tüm o yüzlerindeki melun ifadedir kuzucum. senin için sözcüklerimi bir araya getirmeye uğraşırken diğer yandan da onların sefil ilkel benliklerini doyurmaya uğraşıyorum. kullandıkları dilde bir acayip, kaba saba yani inan bana salyalarını akıtarak izlediğin o mikili filmlerde bile duyamayacağın tarzdan fantazileri mevcut alt metinlerinde; bazen konuştuklarını çözmek için havaya bakıyorum. çünkü bunlar kendi psikolojilerine göre yağış şekillerine sahipler...katı, sıvı ve gazlar sökün ediyor çevrelerinden adeta çağlıyorlar üzerimize. nasıl mı(?) dur, dur da birazcık anlatayım ama sakın dedikodu minvalinde değerlendirme lakırdılarımı ha! neyse işte...diyelim işleri kırk yılda bir sana düştü bu zübüklerin, o anda kafanı kaldırıp gök kubbeye bakarsan eğer sağanak yağış biçiminde üzerine geldiklerini görürsün/duyarsın; ıslanırsın bütün yaltaklanmalarından kuru yerin kalmamasıca. birde bunun aksine bir husumet veya yanlışlık olmuş bunlar sana kızmışlarsa işte o zaman beş dakikada değişir bütün işler ki feleğin şaşar. gothun salatalık tarlasına dönmüştür ama kendini gül bahçesinde dolaşıyormuş gibi hissedersin, mışçasına seyir edersin gerçekler uzayında. hiddetlenme hemen tüm duygu ve düşüncelerimi bu ampitilere ayrıdığımı düşünüp artık çok da alara yaptıkları ve söyledikleri her şey, kazığın sadece ucu sivridir unutma bunu. boş ver sen bunları da en çok adama koyan ne biliyor musun(?) o'nu diycem ben işte, hele bi otur soluklan yiğidim hele...affedersin, yarrak varmışçasına kendi ellerimle yaptığım gemimle bu skimsonik galaksiye düşmem oysa nasıl da ümitlerimle bezemiştim onu. şimdi "ne alakası var a.q?!" dediğini duyar gibiyim. var, var arkadaşım; elmayı dalında olgunlaşmadan yemeye çalıştım ben. gelgelelim tadının bu radde ekşi olabileceğini kestiremedi toy hırsım ve bir adet ekşi elma ikramına güdülmek basit olduğu kadar sevimli geldi. durmadan sayılıyoruz burada, sayılmadan duramıyorum hatta "lan ben burada ne arıyorum?!" diye bir de ben kendimi sayıyorum yetmezmişçesine. farkındaysan her bir anı sana mışçasına aktarıyorum, olduğum yerde olmaman için; orostopolluk yapma akıllı ol, adam ol lülürük! nevizade geceleri diye çığırma sağda solda sonra özlersin bitmiş kırmızı tuborg kutusunun sabah uyandığında kesif kesif odayı saran kokusunu, anca kolonya kokusunu hissedersin her sabah yapmak zorunda olmayıp da mecburi olan tıraşın akabinde. kusuruma bakma cümlelerim dağınaksa zira takdir edersin ki ellerim kalemimi nefretle kavramış durumda; bellidir üslubumun sertliğinden. sen tutup da "ammısına koyayım hepi topu iki satır yazı yazmışsın onu da binbir özürle okutuyorsun hödük!" diyerek serzenişte bulunabilirsin. öyleyse bende senin ta dübürüne korum kıymetli arkadaşım...baştan istemiyorsan okuma sigigit demeleydim ama insanın bir yanı her daim nasihat verici mertebesinde olmak istiyor. benim için farkmaz hajı, bunu bil önce. artı atarsa 20'li sayılara da geldiğimi belirtmemde hiçbir beis yok sanırım. ha değinmeyi es geçmeyeyim buna, dinle...sayılmak kadar saymakta önemli bu diyarda, sayacaksın ama geriye doğru hem de soldan. ana yönün hep sol olacak, yönünü kaybedersen zaten pusulayı eline verirler sonra başlarsın önce minare kapısı, mezar taşı, karınca yuvası filan aramaya o da olmadı kolundaki saat yardımıyla güneşten yararlanarak yörüngeye oturmaya çabalamak için. diyelim ki beceremedin; ziyanı yok. hâlihazırda istikametini otomatik olarak ayarlayabilme özelliğini yüklüyorlar gezene duhülünde ve bunun sayesinde yerden kalktığın anda doğru yöne gidebiliyorsun...ne gözel dedin değil mi(?) hakikaten öyle sakınca duyma bunda. bu arada müzik kültürümde değişti ve gelişti. artık makineli tüfeğe benzer gitar riffleri yok kulaklarımda, mistik anlatılar içeren besteler de yok. sadece ayrılığa dair, çekip gidene dair eserler, donuk resimler ve tv ekranından akan diğer benim gibilerin yaşadıklarını anlatan sms'ler eşliğinde ağıtlar kaplıyor birçok an'ımı ve ben, o kahrolasıca ben; yine aynı kabusu görüyorum. önümde bi' sürü adamı geçip de bir adet eti cine ulaşamıyorum. zaten o esnada perde kapanıyor. buna benzer bir sürü şey başlıyor ve bitiyor her gün aynı. bak yine sana başkalarından öğrendiklerimi satmaya uğraşıyorum ah ben ahah! sen ki benim tüm kolpagrossoluklarımı ezbere bilirsin...her neyse, toparlıyorum. gothum geçti buralarda evet. beklemenin aslında bir sanat olduğunu öğrendim lakin. velhasıl kelam çocuğu koydum kank, şimcik sen tırmala arkamdan...dede yatar, shefuck atar.

    en sevdiğin kardeşim şbn.
    not: son cümlelerimi bağlarken "kurtlar vadisi pusu by merzifonlu - kurtlar vadisi pusu yılan" çalıyordu, dinlemeni salık ederim ve hadi gömdüm zıvı zıvı zıvıya.
  • (bkz: milli damat)
hesabın var mı? giriş yap